Şu An Okunan
Çukur: Yıkımın İnşası

Çukur: Yıkımın İnşası

Beykoz Kundura, Aşk, İsyan ve Özgürlük seçkisinde Andrey Gryazev’in Rus vatandaşlarının YouTube’da Putin’e gönderdiği mesajları birleştirdiği Çukur’u seyirciyle buluşturuyor. Farklı sosyal çevrelere, bölgelere ait, dertleriyse birbirinden son derece farklı olan bu insanları bir araya getirense devlet karşısında yaşadıkları hayal kırıklıkları ve isyan duyguları.

Andrey Platonov’un 1929-1930 yıllarında ‘Çukur’ adlı distopik romanını kaleme aldığında, inşaat için açılan temel çukurunu, Sovyetler Birliği’nin kendini inşa ederken gitgide gömüldüğü bir mezar metaforu olarak kullandığı bilinir. Devlet sansürü sebebiyle bizzat Platonov’un düşüncelerinin ve eserlerinin de bu çukura gömülmesinin sonucunda Rusya’da ancak 1987 yılında yayımlanabilen ‘Çukur’, Andrey Gryazev’in aynı adlı buluntu film çalışmasının da ‘temelini’ oluşturuyor. Berlin Film Festivali’nin Panorama Dokumente bölümünün yanı sıra IDFA Belgesel Film Festivali’nde de gösterilen Çukur (Kotlovan, 2020), Gryazev’in YouTube’da bulduğu ve Rus halkının devlet başkanı Putin’le yaşadıkları sorunlardan bahsetmek için seslendiği sayısız videonun montajlanmasıyla ortaya çıkan bir film. Platonov’un metaforunu günümüz Rusyası’na taşıyan Gryazev, filminin açılışını haber kanallarında açık bırakılmış, terk edilmiş, içi doldurulmamış temel çukurlarında yaşamını yitirmiş ya da yitirme riskiyle karşı karşıya olan insan manzaralarından bir kolajla yapıyor. İnşaatlar için açılan çukurlar hiç şüphesiz biz Türkiyeli seyircilerin imge dünyasında oldukça baskın bir konuma sahip. Tüm ülke benzer inşaat çukurlarıyla kaplıyken, 6 Şubat’ın ardından bu çukurların yapımı değil yıkımı çağrıştırdığı bir bağlamda, Gryazev’in ilişkilendirmesi daha da çarpıcı bir boyut kazanıyor. Çünkü ülkemizde olduğu gibi Rusya’da da, bir zamanlar ülkenin büyüklüğünü ve gelişmişliğini meşrulaştırmak için açılmış bu çukurlar, esasen bunun tam tersi bir gerçekliği yansıtıyor. Giriş bölümünde kullanılan haber görüntülerinin format olarak filmin esas materyalini oluşturan YouTube videolarından farklı olması ise, çukur metaforunun daha çok kavramsal bir çerçeve görevi gördüğünü kanıtlar nitelikte. 

Gryazev’in ‘Directors Notes’ sitesine verdiği röportajda filmin son hâlinde sayısını 130-140’a indirdiği bu video mesajlarını bir araya getirmesinin aylar sürdüğünü ve başlangıçta elinde 80-90 saatlik kayıt bulunduğunu öğreniyoruz. Videolarda konuşan kişilerin yaşı, cinsiyeti, yaşadıkları yer ve dile getirdikleri sorunlar birbirinden oldukça farklı olsa da, onları buluşturan ortak nokta, videolarını YouTube’da yani ABD kaynaklı olması sebebiyle devlet sansüründen kısmen de olsa kaçabilen bir mecrada paylaşmaları. Gryazev, yaptığı gözlemler sonucunda bu videoların benzer bir dramaturjik yapı üzerine kurulu olduğunu vurguluyor. Yönetmene göre, saygılı veya öfkeli bir hitapla başlayan giriş kısmını, duygusal açıdan yoğun bir tonla taleplerin dile getirildiği orta kısım takip ediyor. Kapanış kısmı ise, söylenecek başka bir şey kalmadığı zaman, konuşan kişinin spontane biçimde ortaya çıkan tepkilerini içeriyor. Gryazev’e göre, bu videolarda esas ilgisini çeken şey, vatandaşların dile getirdiği sorunlar ve taleplerden çok, bunları ortak duygu ve deneyimler bağlamında ifade etme biçimleri. Dolayısıyla filmin montaj prensibi de bu duygudaşlık üzerine kurulu. Bahsedilen konuların son derece geniş kapsamlı olması ise, filmin hem mizahi hem eleştirel hem de duygusal bir perspektifi buluşturmasına imkân tanıyor. Yaşadığı mahalledeki kırık sokak lambasından şikâyet eden bir adamla, evlerinden çıkamadıkları için onlara yardım eli uzatılmasını takip eden yaşlı ve engelli vatandaşlar aynı imgelemde bir araya geliyor böylelikle. Bir anlamda tüm toplumun aynı kamusal alanı paylaşma idealinin virtüel bir karşılığı bu. Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta, seslerinin çıktığını sandığımız çoğu grubun sözlerinin egemen söylemler tarafından bastırılmaya mahkûm olması. Gryazev’in filmine getirilen eleştirilerden biri de, kullandığı videoların hiçbirinde LGBTİQ+ topluluğundan bir kimseye yer verilmemesi. Yönetmen, Rus medyasında ve internet ortamında karşı karşıya kaldıkları tehlikeler ve tehditlerin bu kimliklerin görünürlüğünü kaçınılmaz bir şekilde kısıtladığını, dolayısıyla ele aldığı mecrada örneklerine rastlamadığını belirtse de bu, ifade özgürlüğüne getirilen sınırların aslında ne denli geniş olduğunu ortaya koyuyor. 

Filmde aktarılan video mesajların siyasi katılımın en güncel örneklerinden biri olduğu doğru. Ancak bu formatın eleştirel gücünü sorgulamak ilginç bir düşünce egzersizi olabilir. Zira videolarda halkın, Gryazev’e göre her biri farklı anlamlar barındıran Vova, Vladimir Vladimirovich veya Putin gibi çeşitli hitap biçimleriyle devlet başkanlarına doğrudan hitap etmesinin, kaçınılmaz bir şekilde onun tek adam konumunu yeniden ürettiğini görüyoruz. Özellikle yardım talebinde bulunan ve Putin’den sorunlarını çözmesini bekleyen insanların yaklaşımına, neredeyse naif diyebileceğimiz bir tavır hâkim. Putin’e sayısız küfürü birbiri ardına sıralayan videolara baktığımızda, bunların politik anlamda muhalif bir söylem üretmek değil, son derece duygusal ve spontane bir biçimde kişinin öfkesini ifade etmesine dayalı olduğunu görüyoruz. Her iki durumda da, yaşadıkları sorunların sorumlusu olarak düşündükleri Putin’i muhatap olarak almaları, yine sorunun çözümünün onda olduğuna inanmalarının bir göstergesi aslında. Bu bağlamda bir kez daha Türkiye’ye dönüp baktığımızda, bu formatın karşılığına pek rastlamadığımızı, sorunların ifadesinin sokak röportajı gibi doğrudan değil de dolaylı yollara başvurulan bir söylem üretimiyle gerçekleştiğini görmek mümkün. Türkiye toplumunun, Gryazev’in esas ilgisini çeken duygudaşlığın ve kişisel deneyimlerin yer almadığı, söylemini dışsal bir noktadan iktidarın çelişkili sözlerini ve eylemlerini birleştirerek kuran videolara daha aşina olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Günümüzde hızla değişen gündemin ve dijital mecraların dinamiklerini düşündüğümüzde güncel olarak nitelendirdiğimiz içeriklerin ne çabuk eskidiğini fark etmemek imkânsız. Bu bağlamda, Gryazev’in filminde de aradan geçen üç yıla damgasını vuran iki büyük olayın eksikliği kaçınılmaz bir şekilde dikkatimizi çekiyor. COVID-19 pandemisi ve elbette ki Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında başlayan savaş. Belli bir sosyal ve politik konjonktürde üretilen bir sanatsal yapıtı geçmişe dönük bir değerlendirmeye tabi tutmanın hatalı bir yaklaşım olacağı kesin. Ancak kurmaca dışı sinemanın zamanla kurduğu karmaşık ilişki ışığında, bizim artık şimdimiz veya geçmişimiz olmuş geleceğin tıpkı bir hayalet misali bu filmin üzerinde kol gezdiğini düşünmemek elde değil. Öfkenin, isyanın ve çaresizliğin nesnesinin çarpıcı bir biçimde değişim geçirdiği ve baskının şiddetinin daha da arttığı Rusya’yı düşündüğümüzde, Putin’e seslenen tüm bu insanların bugün ne söyleyeceği elbette bir merak konusu. Bu değişime ek olarak, toplumsal ve politik söylem üretilen mecraların üstlendikleri rolleri de göz önünde bulundurmanın hayli önemli olduğunu vurgulamak gerek. Bu bağlamda, yazımızı noktalarken, bugün Rusya’da yasaklı/sınırlandırılmış olsa da video formatlarının paylaşıldığı platformlar arasında konumu tartışılmaz bir mecra olan TikTok’un, hem içerik hem de biçim bağlamında vatandaşların söylemini nasıl değiştirdiği üzerine kafa yormanın, hiç şüphesiz Gryazev’in yaklaşımını tamamlayan ve pekiştiren yerinde bir eleştirel tutum olacağını da hatırlatalım.


Kundura Sinema’nın #BelgeselFilmKuşağı kapsamında hazırladığı ‘Aşk, İsyan ve Özgürlük’ seçkisi 4, 11 ve 18 Haziran’da izleyiciyle buluşuyor. Detaylı bilgi edinmek için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.