Şu An Okunan
House of the Dragon: Yeniden Taht Oyunları

House of the Dragon: Yeniden Taht Oyunları

House of the Dragon

Seyirciyi son zamanların en büyük popüler kültür fenomenlerinden Game of Thrones evrenine geri götüren dizi House of the Dragon‘un ilk sezonu tamamlandı. Dizi kimi zaaflarına rağmen nihayetinde kendini seyirciye kabul ettirebilmiş gibi görünüyor.


Bu yazı, dizinin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.


Game of Thrones (2011-2019) kadar büyük ve popüler bir dizi evreninde yeni projeler geliştirmek kolay değil. Orijinal dizinin final sezonunun yarattığı hayal kırıklığı ise daha büyük bir meydan okumayı çağırıyor. Seyirci bu dünyaya yeniden dönmek ister mi, yoksa tam tersine, George R. R. Martin’in kurduğu evreni beklentinin iyice düştüğü yerden devralmak bir avantaj mı? 

Game of Thrones evreninden şimdilik proje aşamasının ötesine geçebilmiş tek spin-off olan House of the Dragon’un (2022- ) ilk sezonunun nihayetinde kendini seyirciye kabul ettirebildiğini söylemek mümkün. Bu da artık HBO’ya diğer projeleri sahaya sürmek için cesaret verir herhalde. Her ne kadar kanatları altında yer aldıkları Warner Bros. Discovery bu yaz başında aşırı masrafları düşürmek adına birçok yapımı ve Türkiye gibi yeni bölgelere orijinal içerik üretme girişimlerini durdurmuş olsa da… GoT evreni HBO’nun başlıca ekmek kapılarından biri olarak kalacaktır. 

Çocuklar ve Torunlar

House of the Dragon’un riskli bir sezon planıyla yola çıktığı muhakkak. Uzun yıllara yayılan öykü sebebiyle ciddi zaman atlamaları planlanmış. Ama buradaki riske bir işlev yüklenmiş. Sezonun tam orta noktasında yaşanan on yıllık zaman atlaması ve buradan sonra hangi iki karakteri canlandıran oyuncuların değiştiği, dizinin odağını da net bir şekilde belli ediyor. Evet, yine bir taht kavgası izleyeceğiz. Ve bu kavganın ana tarafları, kral Viserys’in kızı Rhaenyra ile ona oğullar veren son eşi Alicent Hightower. 

Rhaenyra ve Alicent’in henüz arkadaş oldukları gençlik yıllarında başladı dizi. Onları canlandıran genç oyuncularla. Bu noktada dizinin merkezinde daha ziyade erkekler vardı. Tıpkı Kral Viserys I Targaryen’in, vakti zamanında sırf kadın olduğu için tahttaki hakkı görmezden gelinen Rhaenys’in yerini almış olması gibi; şimdi de kendisinin varisi olarak kızı Rhaenyra’yı seçmesi bir tartışma konusuydu. Viserys’in uzun bir ömrü olmayacağı düşünülürken, onun yerini almak için en önce kardeşi Daemon beklemekteydi. Daemon’ın en büyük rakibi ise, Kral’ın Eli Otto Hightower’dı. Viserys’in eşinin son doğumu sırasında ölmesi, Otto’ya bir fırsat sağlamış, kendi kızını kralın yakınına sokup zamanla makul bir eş adayı olarak öne çıkarmasını mümkün kılmıştı. 

Viserys, Daemon ve Otto Hightower. İngiliz sinema ve televizyon dünyasından iyi bilinen üç oyuncuyla dizinin güçlü erkek kanadı. Bunlara ilk etapta yeni Jon Snow yaratma gayreti mi diye sordurtan ama bu anlamda oyuncu tercihi zayıf gözüken, zaten sonrasında romantik bir kahramandan ziyade bu taht oyununda kalbi kırık yeni bir çakal olduğunu belli eden Ser Criston Cole’u da genç aksının temsilcisi olarak eklemek mümkün. 

Fakat daha ilk bölümden karşımıza çıkan kanlı doğum sahnesi, sezon boyunca şahit olacağımız pek çok başarılı ve başarısız doğum sahnesinin habercisi olduğu gibi, bu dizinin ana damarının yine de kadınlar olacağının işareti. Çünkü saray entrikası demek, başka hiçbir yerden olmasa Muhteşem Yüzyıl’dan (2011-2014) bildiğimiz gibi, tahtta hak iddia edebilecek çocuklar ve torunların mücadelesi demek. 

Dizi beşinci bölümün ardından on yıllık zaman atlamasını gerçekleştirdiğinde, artık başrollerimiz Olivia Cooke ve Emma D’Arcy tarafından hayat verilen Kraliçe Alicent’ın da Prenses Rhaenyra’nın da dünyaya yeni varisler getirmek konusunda boş durmadıklarını gördük. Fakat Rhaenyra’nın çocukları, bambaşka bir tartışma konusuydu. Babasının kuzeni Rhaenyra’nın (güya gizli) eşcinsel oğluyla evlenen ama ortak çıkarları için bile cinsel bir hayat oluşturamayan prenses, teselliyi Harwin Strong’un kollarında bulmuş, böylece kocasının soyundan gelmediği apaçık belli olan iki oğul dünyaya getirmişti. Bu oğlanlarla Alicent’ın oğulları arasındaki çatışma, diziyi ileriki sezonlara da taşıyacak temel yapı taşlarından biri. Nitekim sezon finalinde Rhaenyra’yı savaşın içine çekeceği belli olan büyük adım da oğullarından birinin kaybıyla yaşandı. 

Kilit Olaylar ve Karakterler

House of the Dragon’un ilk sezonuna damga vuran birkaç kilit olaydan bahsetmek mümkün. Viserys’in kızı Rhaenyra’yı varisi olarak ilan etmesi, elbette bunlardan biri. Rhaenyra ve Daemon arasında, yani bir dayı ve kendisinden çok genç yeğeni arasında gelecekte evliliğe de dönüşen cinsel çekim, Game of Thrones severlerin böyle bir projeden beklediği provokatif dokunuş elbette. Bu anlamda biraz hesaplı, “ensestsiz Game of Thrones evreni olmaz” gibi bir adım belki. Ama feodal toplumlarda bunların doğal karşılandığını hepimiz biliyoruz tabii. Ve açıkçası, ilk birkaç bölümünde oldukça sekssiz ilerleyen dizinin böyle bir cinsel enerjiye ihtiyacı olduğu da gerçek. Bu ensest ilişkinin iki tarafının, aynı zamanda tahtı kendileri için istiyor, bekliyor olması son derece güçlü bir çatışma. Rhaenyra ve Daemon artık evli olsalar bile, sezon finalinde Daemon’ın eşini savaşa ikna etmek için boğazına yapıştığı gibi anlarda, aralarında şimdilik sadece halının altına süpürülmüş bu gerilimin önünde sonunda gün yüzüne çıkacağı seziliyor. 

House of the Dragon’un Daemon kadar net karakterlere daha çok ihtiyacı var. Üçüncü bölüm sonunda, dizinin ilk büyük savaş sahnesinde, uzun yıllar yenemedikleri Crabfeeder’e karşı kazanılan ani zafer için Daemon’ı neyin tetiklediği önemli. Onca zaman kendisini savaş alanında yalnız, desteksiz bırakan abisinin şimdi lütfedip gemiler ve ejderhalar gönderdiği bilgisiyle birlikte bu yardımı kabul etmektense ölmeyi bile yeğleyeceğini sezdiğimiz Daemon’ın tek kişilik büyük çıkışı ve savaşın seyrini değiştiren öfkesi, bu dizinin gerçekten büyük ve çarpıcı yerlere gidebileceğinin de ilk kanıtı oldu.

Daemon’ın başka karakterleri de kendisi kadar net olmaya zorladığını gördük zaman zaman. En başta abisi Viserys’i ve Prenses Rhaenyra’yı. Burada sanki yazarların da farkında olduğu ama her nedense çözmedikleri temel bir sıkıntı bulunduğu kanısındayım. Ya da özellikle çözmedikleri. Çünkü bütün bunların sezon finali ertesinde, yani ikinci sezonda, yeni bir yöne evrileceği düşünülebilir. Alicent’ın aslında özünde kötü olamadığına dair vurgular, Viserys’in hep orta yolculuğu ve arabuluculuğu, Rhaenyra’nın net bir taht gaspında bile savaşa girmekten imtina eden hâli, Laenor’u bile gerçekten öldürmek yerine göstermelik bir cinayet planlamaları, bütün hırslı ve göz korkutucu hâline rağmen sezon finalinde Lucerys’i ‘istemeden’ öldüren Aemond… hep bir net iyiler ve net kötüler yaratma çekincesi sergiler gibiydi. Ve bunların birçoğunun romandan farklı işlendiğini, romanda her şeyin daha net olduğunu anlıyorum. 

Bu noktada, Prenses Rhaenys ve kocası Lord Corlys ‘The Sea Snake’ Velaryon’a ayrıca parantez açmak gerek. Rhaenyra’nın oğulları Laenor’un ölümünden sorumlu olduğuna inandıkları hâlde bu konuda tavır alamayan, hatta sezon sonunda oğullarının katili sandıkları kişiye itaat yemini eden, kızlarını da alıp kendi topraklarına dönmeyen bu çifte ikna olmak zaman zaman oldukça güçleşiyor. Rhaenys’in Kral Toprakları’ndan ejderhasını geri alarak kaçışı sırasında, tahtın gaspına şahit olup elinde müdahale imkânı varken sadece basıp gitmesi de bu başlık altında. Her ne kadar prenses bir sonraki bölümde “Bu benim savaşım değil” dese ve senaristler genelde böyle nokta atışı diyalogların her açığı kapatmaya yeteceğini düşünmeye teşne olsalar bile, insan “Madem bu senin savaşın değil, sezon finalinde neden o savaşa destek verdin, aileni de alıp yine kendi yoluna neden gitmedin?” diye düşünmeden edemiyor. 

Sezon boyunca atılan netlikten uzak ve ara yolcu birçok adımın, diziyi zaman zaman böyle tutarsızlık alanlarına sıkıştırdığı kanısındayım. Böyle bir projede iyilerin ve kötülerin daha net çizilmesinin gerekliliğine inananlardanım. Ama belki de sezon finalinde yaşananlar, artık iki tarafın da saflarını netleştirmesine yol açacaktır ve ilk sezon aslında bu yolun hazırlığı olarak tasarlanmıştır. Göreceğiz. 

House of the Dragon’un bu tür orta yolcu adımlar kadar, kendi kendini sıkıştırdığı bir kısır alan daha var. Belki kaçınılmaz. Ne de olsa tahtta hak iddia edebilecek bütün aileler dâhil değil bu kez öyküye. Sadece Targaryen ailesi etrafında dönüyoruz. Coğrafi olarak bile daha dar bir alanda, çoğunlukla Kral Toprakları’ndayız. Tek bir sülalenin içinde taht çekişmeleri de ister istemez aynı entrikalar çevresinde şekilleniyor. Kim kimle evlenecek, kim oğlan kim kız doğuracak, mevzu hep aynı. Bu da ister istemez tekrar duygusuna yol açıyor. İlerleyen sezonlarda bu kısır köşeden de çıkılacağını umalım. 

Game of Thrones’u marka yapan şeylerin başında ejderhaların gelmesi, bu projede seyirciye daha çok ejderha vaat edilmesinin sebebi. Bu ilk bakışta ejderhaları sıradanlaştırma riskini taşıyor. Ancak önünde sonunda ejderhaların yeryüzünden silineceğini, dizinin oraya varmasının kaçınılmazlığını hepimiz biliyoruz. Ejderhaları yok etmeye de herhalde sadece yine ejderhaların gücü yeter. İki tarafın, Yeşillerle Siyahların savaşında ejderhaların da birbirleriyle kapışacakları ortada. Sezon finalinde Vhagar’ın nispeten küçük ve genç bir ejderha olan Arrax’ı tek hamlede sinek gibi parçalaması, Game of Thrones’ta bile görmediğimiz kadar çarpıcı bir sahne ve gelecek şeylerin de habercisi. Ejderhalar tepişirken olan belli ki Lucerys gibi güçsüz fanilere olacak. Daemon’ın ininde uyandırdığı Vermithor’un ne zaman Vhagar’ın karşısına çıkacağını şimdiden merakla bekliyoruz. 

Buz ve Ateşin Şarkısı

İlk sezonun en kilit noktası, Viserys’in ölüm döşeğinde sayıkladıkları ve kehanete dair hiç bilgisi olmayan Alicent’ın aslında kendisine yönelmemiş bu sözleri yanlış anlamasıydı. Buz ve Ateşin Şarkısı, Viserys’in sadece kızı Rhaenyra’yla paylaştığı kehanet. Aslında bir oğul beklemesinin de sebebi. Fakat bir noktada bu kehanette tahta çıkacak kişinin kızı Rhaenyra olduğuna kendini de ikna etti ve sırrını onunla paylaştı. Alicent ise kehanetten bihaber, kralın aslında kızına söylediğini zannettiği son sözlerini kendi oğluyla ilgili algıladı. Bir görüşe göre de öyle anlamak işine geldi. 

Şahsen, sahnenin gidişatına göre, Alicent’ın gerçekten yanlış anladığını düşünenlerdenim. Ve dizinin bir noktada iki çocukluk arkadaşını, Rhaenyra ve Alicent’ı duygusal bir tonda bir araya getireceğini, Siyah Kraliçe’nin eski dostuna ilk kez Buz ve Ateşin Şarkısı’na dair birkaç kelam edeceğini, ancak o zaman Alicent’ın kafasına gerçeğin dank edeceğini ama o noktada iş işten çoktan geçtiği için iki tarafın da savaşından kolay kolay geri dönemeyeceğini düşünüyorum. 

Ve açıkçası, belki de dizinin finaline doğru izleyeceğimiz o sahne için sabırsızlanıyorum. Bu sabırsızlık hissi bile, House of the Dragon’un kendi başına işleyen, zaaflarına rağmen kendimizi kaptırdığımız bir dizi olduğunun kanıtı. 

Oyuncular Emma D’Arcy ve Olivia Cooke, diziyi iki arkadaşın birbirlerine, eski hâllerine dönmeye çalışmalarının öyküsü olarak tanımlıyor bu arada. İşte tam da bu, benim ilgimi çeken bir öz. 


House of the Dragon, Bein Connect’te izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.