Şu An Okunan
Expats: Üçüncü Şahsın İmgesi

Expats: Üçüncü Şahsın İmgesi

Otobiyografik özellikler taşıyan ikinci uzun metrajı Elveda (The Farewell, 2019) ile tanıdığımız Lulu Wang, Nicole Kidman’ın başrolünde oynadığı altı bölümlük mini dizi Expats ile farklı bir yolculuğa çıkıyor ve mekâna ince ince sızan bir ışıkla birlikte görmekten ziyade duyumsadığımız bir atmosfer yaratıyor.


Bu yazı, dizideki bazı sürpriz gelişmeleri ele vermektedir.


Expats (2023-2024) en yalın hâliyle Hong Kong’da yaşayan bir grup Amerikalının zengin ve konforlu hayatının beklenmedik bir trajediyle sarsılması üzerine kurulu. En ilgi çekici yanı ise daha açılışında sunduğu argüman. İnsanların başına çok şey gelebilir. Kazayla, bir anlık dikkatsizlikle ölümler, geri dönüşü olmayan yaralanmalar olabilir. Bunlar elbette en çok kurbanı ve yakınlarını incitir. Peki ya failler? Bu suçluluk duygusuyla hayatta kalmaya çalışan failler bununla nasıl başa çıkar? Dizi burada tipik bir ‘yabancılar’ hikâyesi olmaktan çıkıp çok daha karmaşık ama aynı zamanda çok daha sofistike bir hâl alıyor.

Margaret (Nicole Kidman) ve Clarke (Brian Tee) üç çocuklu zengin bir ailenin ebeveynleri. Geçici olarak geldikleri Hong Kong’da mutlular, yanlarında çalışan Essie (Ruby Ruiz) çocuklar büyürken hep yanlarında olmuş, hatta Essie en küçük oğlan Gus’a bazı açılardan anneden daha da yakın. Margaret sınırlarını çizemediği bu ilişkinin kontrolünü kaybettiği için içten içe yorgun. Bir tekne davetinde tanıştığı Mercy (Ji-young Yoo) ise Amerika’da büyümüş Koreli genç bir kadın. Margaret, alelade bir sohbet sonrasında Mercy’nin iyi bir bakıcı olabileceğini düşünüyor birden. Daha genç olması bir yana Essie’nin hâkimiyetini bir nebze kırabilir böylece. Mercy’nin de işe ihtiyacı var, hep birlikte Hong Kong’un büyük ve kalabalık pazarına gidileceği gün Essie yerine Mercy’yi götürüyor Margaret. Mercy ise nasıl bir sorumluluğun altına gireceğini idrak edememiş henüz, ailenin en ufağı Gus’ın elini bırakıp cep telefonuna baktığı bir iki saniye içerisinde yok oluyor Gus. Kaçırıldı mı, kayıp mı bir muamma. Bundan sonrası ise kurban ya da fail fark etmeden her karakter için karanlık ve dipsiz bir kuyuya dönüşen büyük bir boşluğa dönüşüyor.

Janice Y. K. Lee’nin ‘The Expatriates’ romanından uyarlanan dizide öyle çetrefilli bir yapı var ki Margaret tek başına Mercy’ye öfkelenemiyor çünkü o gün oraya Mercy’yi değil Essie’yi götürmüş olsa Essie muhtemelen Gus’ın elini bırakmayacak. Mercy içinse bambaşka bir fail matematiği işliyor; Gus’ın elini bırakmasa böyle bir trajedi yaşanmayacak sonuçta. Dizi bu trajediyi merkeze alsa da karakterlerin buhranı olayın önüne geçiyor bir süre sonra. Bu baş edilmesi mümkün olmayan drama herkesin hayatını geri dönülemez bir noktaya sürüklüyor. 

İçeri Sızanlar

Dizide Margaret kadar görünen temel bir karakter daha var. Margaret’ın hem yakın arkadaşı hem de bu zengin sitede komşusu olan Hilary (Sarayu Blue), Hint kökenli, zengin, başarılı bir kadın. Kocası David’le ilk bakışta mutlu görünen ilişkilerinin aslında sonlarına geldiklerini anlamamız uzun sürmüyor. Hilary, Margaret’ın yaşadığı trajediye arkadaş olarak dâhil olmaya çalışsa da Gus’ın kaybolduğu anda alkol problemi olan kocası David’in orada görünmesi, Margaret’ın zihninde ufacık da olsa David’e dair bir soru işareti belirmesi, arkadaşlıklarını zedelemiş çoktan. Beklenmedik bir biçimde yaşanan bu olayla birlikte korku, gerginlik, çaresizlik ve küskünlük hissi her karaktere farklı bir biçimde değiyor. Acı, korku ya da kaygı ne varsa hepsinde başka bir biçimde tezahür ediyor. 

Hilary’nin çocukluktan bugüne taşıdığı travmalar, baba nefreti, kocasıyla çocuk yapmak istemeyişi, annesiyle olan gergin ilişkisiyle birlikte beliren duygu yavaş yavaş dağılan, çözülen ve finalde yeniden yerine oturan bir hisse dönüşüyor. Bu süreç Margaret’ı canlandıran Nicole Kidman’ı bir başrol oyuncusu olmaktan çıkarıp dizinin bölüştürülmüş parçalarından biri hâline getiriyor. Hatta öyle ki Kidman’ın canlandırdığı Margaret seyirci için o anda şekillenen bir karakterken, Hilary tam tersine geçmişini bildiğimiz, travmalarına şahit olduğumuz çok daha güçlü bir karakter oluyor.

Üçgenin son parçası Mercy ise Amerika’da büyümüş bir Koreli olarak ne Hong Konglu ne de Amerikalı. Yaşadığı duyguyu alt etmek için aldığı kararlar, yaşayış biçimi ya da yüzeyde göstermekten kaçındığı acısı seyirci için de görünmez oluyor. Hissedemediğimiz suçluluk duygusunun ona gerçekten ne yaptığını son bölüme kadar anlamıyoruz. Yine de bir anlık bir dalgınlığın tüm hayatı boyunca peşinden gelecek bir vicdan yükü olduğu bilgisi bizimle birlikte geliyor.

Lulu Wang her ne kadar bir trajediyi kerteriz almış gibi görünse de bunu karakterlerin çıkmazlarına bölüştürerek, dizinin seyrini değiştiriyor. Wang her bölüme bir film gibi yaklaşmış âdeta. Bu sürecin izini tipik bir drama gibi sürmek yerine, her karaktere ayrı ayrı yaklaşarak, varlık ile yokluk arasındaki sıkışmalarına bakıyor. Sanki hepsine bir şefkat beslemiş, anlamaya çalışmış, sürüklendikleri yerlerden nasıl çıkabileceklerine dair bir yol göstermiş gibi. Ne salt kötülüğü tarif etmek ne de saf iyiliğin peşine düşmek gibi bir derdi var, insanın karanlık yanlarına zaaflarıyla birlikte bakıyor.

Işığın Yansıması

Hong Kong’un atmosferi, kalabalığı, yüksek binalarla çevrili görüntüsü karakterlerin duygu dünyalarını çevreleyen çok önemli bir parça. Yönetmenin mekânı kullanış biçimi başka bir ülkede çekilse böyle etkili olmayacakmış gibi bir his veriyor. Bunda ‘yabancılar’ın hayatına bire bir müdahil olmuş Hong Konglu yardımcıların da payı büyük. Bu noktada diziye bir sınıf meselesi sızıyor. Yanlarında çalışan kadınlar görünmez değil, aksine bu insanların hayatlarındaki yerleri büyük. Margaret’ı rahatsız eden tam da bu; çocukları, özellikle de küçük oğlu Gus bazı anlarda emektar Essie’ye annesinden daha yakın. Hilary’nin yanında çalışan Puri ise daha vakur, ne kadar yakın olsalar da bu yakınlığın sınırları olduğunu biliyor. 

Yönetmen sondan bir önce neredeyse uzun metraj film gibi çektiği ve sadece ‘yardımcıların’ hayatına uzanarak çalıştıkları ev dışında geçirdikleri vakte odaklandığı beşinci bölümde Hong Kong’un yerel dünyasına geçiyor. Öyle ki bu bölümü diğerlerinden sıyırsanız kendi başına hareket eden varlığına aşina olursunuz hemen. Kadınlar bir yandan çalıştıkları evde neler olduğunu anlatırken gülüşüyor, dertleşiyorlar. Kamera onların şehir içindeki hâlini, yakınlıklarını, uzaklıklarını yokluyor. Kadınlığın, paylaşımın, çalışan bile olsa aynı evin içerisinde mahrem bir alan paylaşmanın ne denli çetrefilli olduğu Wang’ın kamerasına değen ince ayrıntılardan süzülüyor. 

Expats’ın görüntü yönetimi dizinin duygusuna eşlik eden en önemli unsurlardan biri. Mutlu anlarda hissettiğimiz sarı, yumuşak ışık Gus’ın kaybının ardından gri, mavi ve beyaz bir hastane ışığına dönüşüyor. Margaret’ın her ânı artık bir hastanede gibi yorgun ve tekinsiz bir ışıkla çiziliyor. Bu çıkışsız anlar, bir ailenin yavaş yavaş dağılışı, bir annenin çocuğu hayatta mı ölü mü, kayıp mı kaçırıldı mı bilmediği sonsuz ve acı bir belirsizlikle birlikte hiç iyileşemeyecek bir marazın hasta yatağı gibi boylu boyunca uzanıyor. 

Lulu Wang’ın rejisiyle bölüm bölüm ilerleyen bir dizi değil de sinematografisi güçlü, mekânı, karakteri ve kenti aynı anda duyumsadığımız bir film izliyoruz sanki. Margaret, Hilary ve Mercy çemberinde oluşan karanlık ise sonlara doğru herkesin kendisini biraz daha anlayıp tanıdığı bir yere evriliyor. Işık değişiyor, acısından özgürleşebilenler özgürleşiyor. Daha yolu olanlar ise yürümeyi bekliyor.


Expats, Prime Video’da yayında.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.