Şu An Okunan
20. Doclisboa İzlenimleri

20. Doclisboa İzlenimleri

Mutzenbacher

Bu yıl yirminci yaşını kutlayan uluslararası belgesel film festivali Doclisboa, 06-16 Ekim tarihlerinde Lizbon’da gerçekleşti. Ulusal ve uluslararası yarışma bölümlerinin yanı sıra irili ufaklı çok sayıda tematik bölüme de sahip olan program iki adet de oldukça kapsamlı retrospektife ev sahipliği yapıyordu. 

Lizbon’da gerçekleşen belgesel film festivali Doclisboa’da yer alan iki retrospektiften biri, özellikle Afrikalı sinemasının doğuşuna odaklanan ‘The Colonial Question’ (Kolonyal Soru) idi. Bölümün tanıtım metni, Osman Sembene’nin Jean Rouch’a sorduğu soruyla bitiyor: ‘Afrika’dan yönetmenler çıktığında Avrupalılar artık Afrika ile ilgili filmler de yapmaktan vazgeçerler mi?’

İkinci kapsamlı retrospektif ise Brezilyalı yönetmen Carlos Reichenbach’a ayrılmıştı. Bir belgesel festivalinde yer almasının şaşırtıcı olabileceği düşünebilecek retrospektif, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Brezilya’da da 60’larda filizlenen yeni dalga hareketi ‘Cinema Marginal’ın en önemli figürlerinden olan Reichenbach’ın (1945-2012) çarpıcı sinemasıyla tanışmak için bulunmaz bir fırsattı. Toplumsal gerçekçilikten sürrealizme, melodramdan erotik sinemaya, tüm türleri birbirine çarpıştırarak arzunun dinamiklerini cinsel, toplumsal ve sınıfsal olarak deşen Reichenbach Retrospektifi, festivalin en heyecan verici bölümüydü.

Arzunun Tahayyülü

Sadece retrospektiflerde değil tematik bölümlerde de sinema tarihinin farklı zamanlarından örneklere bolca yer veren festivalin kürasyonundaki bu tarihsel diyalog imkânı, daha mütevazı bölümlerde de kendini belli ediyordu. Örneğin, festivalin özel bölümlerinden bir olan ‘The Imagination of Desire’ (Arzunun Tahayyülü) üç seanstan oluşan bir bölümdü. Edebiyat ve sinemada arzunun, erotizmin ve cinselliğin temsiline odaklanan ve ‘erotik fantezilerin kurmaca ile gerçeklik arasındaki o muğlak alanda nasıl hayat bulduğuna’ dair bir tefekkür olarak tanımlanan bölümün filmlerinden biri, Ruth Beckermann imzalı Mutzenbacher (2022) idi. Beckermann’ın filmi 1906 tarihinde anonim olarak yayımlanan ve dünyanın en tartışmalı ve meşhur erotik eserlerinden biri olan ‘Mutzenbacher’ üzerine kurulu bir deney. Yazarı kesin olarak bilinmemekle beraber bir erkek tarafından yazılmış olduğu (Felix Salten) kuvvetle muhtemel olan eser, Josefine adlı bir kadının çocukluğundan itibaren yaşadığı/maruz kaldığı cinsel deneyimleri onun ağzından anlatıyor. Pedofiliden enseste oldukça ağır temalar içeren kitap, Josephine’in bu deneyimleri tüm açıklığıyla anlatmasının yanı sıra o esnada yaşadığı hazları ifade etmesinden de alıyor tartışmalı tarafını.

Mutzenbacher
Mutzenbacher

Beckermann, bu metin için bir oyuncu seçme çağrısı yapıyor. 16 ila 99 yaşları arasında olan tüm erkeklere yapılan bu çağrı bir oyunculuk tecrübesi de istemiyor. Çağrıya cevap verenler, stüdyoya gelip karşılarında buldukları Viyana kanepeye oturuyor ve kimi zaman tek başlarına kimi zaman başka oyuncularla beraber metinden parçalar okuyor, karakterleri canlandırıyor ve sonra da kendi deneyimleri üzerine konuşuyorlar. Art arta bir sürü erkek tarafından farklı fikir, duygu ve deneyimlerle tekrarlanan bu sinemasal deney, temelde iki katmanda işliyor. İlk olarak yönetmen koltuğunda oturan Ruth Beckermann’ın bir kadın olarak erkeklere bu metinle deneyimlettiği tecrübe, sektörde yüz yıldır ağırlıklı olarak alışık olunan erkek yönetmenlerin karşısındaki kadın oyuncuların yaşadıklarını açıktan ters yüz ediyor. Diğer yandan ise, bir erkek tarafından yazılmış olan ama bir kadının ağzından kendi aldığı hazzı ifade eden bu karmaşık metni okumak/oynamak, erkeklerin hem karakterin hem de kendi duyguları, erotik fantezileri, cinsellikleri, çocuk cinselliği, kadın cinselliği gibi konularla yüzleşmelerine, duygu ve düşüncelerini açığa çıkarmalarına aracı olmuş oluyor. Birbirinden çok farklı tepkiler veren bu erkeklerin bize sunulduğu mizansenin Freudyen bir kanepe olması boşuna değil yani. 

Queen Kong
Queen Kong

Bu mini bölümün diğer seansı kendi içinde üç ayrı filmden oluşuyordu. İtalya-Birleşik Krallık ortak yapımı Fireflies (Feel Good Cooperative, Pauline Curnier Jardin, 2021) araba farlarının spot ışığında, yol kenarlarında ateş böcekleri gibi parlayan seks işçileriyle ilgili etkileyici bir kısa deneysel filmdi. İkincisi, İtalyan yönetmen Monica Stambrini’nin 2016 tarihli filmi Queen Kong ise kısa bir masalsı pornoydu. Plastik makyajla grotesk hâle getirilmiş mitik bir orman yaratığını canlandıran ünlü İtalyan porno oyuncusu Valentina Nappi, karanlık bir ormanın derinliklerinde bir erkekle intikam alırcasına sevişiyordu. Monica Stambrini, filmin ardından gerçekleştirilen soru cevapta Queen Kong’un nasıl ortaya çıktığını anlatırken, bir kadın yönetmen olarak kendi istediği filme para bulamayınca, madem öyle ne fark eder ben de o zaman porno çekerim, diyerek bu işe giriştiğini ve etrafındaki diğer kadın yönetmen arkadaşlarına da sorarak aslında bu projeyi kadınlar tarafından çekilmiş bir dizi kısa porno olarak tasarladığını anlattı. Fakat bir kadın yönetmenin filmine para bulmasından daha da zor olanın bir kadın yönetmenin porno çekmek için para bulması gerçeğiyle yüzleştiğini ve sonuçta ortaya sadece iki adet film çıkabildiğini anlattı. Kısacası, feminist bir sanatsal intikam pornosu demek rahatlıkla mümkün Queen Kong’a. Seçkiyi tamamlayan üçüncü film ise, bir feminist sinema klasiği olan Chick Strand imzalı Soft Fiction’dı (1979). Beş kadının mahremlerini, cinsel deneyimlerini, erotik fantezilerini doğrudan kameraya açtıkları 16 mm. filmi, temiz bir kopyayla perdede ve diğer filmlerle diyalog içerisinde izlemek bulunmaz bir şanstı. 

Cine Mujer

Sinema tarihinin tozlu raflarından çıkarılan feminist sinemanın örneklerine artık ulaşma imkânımızın olduğunu müjdeleyen bir diğer seçki ise, 70’lerde Meksika’da feminist hareketle beraber yükselen bağımsız sinema hareketinin de parçası sayılan ‘Cine Mujer’ kolektifinin filmlerinden oluşuyordu. Beatriz Mira Andreu’nun yönettiği 1978 yapımı Vicios en la cocina, las papas silban, cinsiyete dayalı iş bölümünün, gündelik ev işlerine boğulmuş bir kadının çıplak bir belgesini sunarken; 1978 yapımı Cosas de mujeres, istenmeyen bir hamilelik yaşayan genç bir kadının, kürtajın yasal olmayışı yüzünden, yasa dışı kürtaj yaptırmasının ve nihayetinde hastaneye düşmesinin hikâyesiydi. Kurmaca başlayan filmdeki karakterin hastaneye düşmesiyle belgesele dönen film, yasa dışı kürtaj yüzünden başlarına gelen felaketleri anlatan kadınların tanıklıkları ve hayatını kaybedenlerin istatistikleriyle bitiyordu. Maria del Carmen de Lara ve Maria Eugenia Tamés’in birlikte gerçekleştirdikleri ilk belgeselleri No es por gusto… ise, tamamı Meksika’daki seks işçilerinin tanıklıklarından oluşan bir diğer güçlü belgeseldi.

The Day I Discovered that Jane Fonda Was a Brunette

Bu seçkideki filmlerle aynı kuvvette olmamakla birlikte, bu filmlerle diyalog içerisinde olan bir diğer örnek ise, Anna Salzberg imzalı The Day I Discovered that Jane Fonda Was a Brunette (Le jour où j’ai découvert que Jane Fonda était brune, 2022) idi. Varda ve Akerman’ın izinden gittiği hissedilen film, yönetmenin annesi ile 70’lerde dahil olduğu feminist hareketi konuşmak üzere giriştiği bir belgesel. Annesi konuşmayı reddedince Salzberg, Fransa’da o dönem kürtajın yasallaşması için mücadele veren feminist hareket MLAC’tan başka kadınlarla buluşup belgeseline onlarla devam ediyordu. Bu kadınların on yıl hapis cezasını göze alarak gerçekleştirdikleri yasa dışı kürtajların, mücadelelerinin hikâyesini dinlemek, bir kez daha 70’lerle bugün arasında kuvvetlendirilmesi gereken feminist bağları açığa çıkarıyordu.

Carlos Reichenbach

Son olarak, festival seçkisindeki feminist sinema örnekleriyle Carlos Reichenbach filmleri arasında mekik dokumanın da kendi içerisinde ilginç bir diyalog oluşturduğunu ekleyeyim. 

São Paulo’dan çıkan ve B-tipi’nden erotik sinemaya, Yeni Dalgacı bir deneysellik ve kopukluktan anaakım romanslarına her şeyi birbirine katanCinema da Boca do Lixo’nun aktörlerine de bakan, dolayısıyla 70’lerdeki bu akımın has bir belgeseli sayılabilecek Audácia!’dan (1970), kadının arzusunun doğrudan merkezde olduğu Lilian M.: Confidential Report (1975), The Empire of Desire (1980) ve Garotas do ABC (2004) gibi kurmaca örneklere, ‘erkek bakışı’ ya da ‘istismar sineması’ deyip geçilemeyecek karmaşıklıkta bir arzu sineması yapıyor Reichenbach. Heyecanını da erotizmini de kaybetmiş bir sinemasal dönemde bu filmleri izlemek; çıplaklıkla, kadın bedeniyle, arzusuyla anaakım dışında, ilgi çekici, merak uyandırıcı bir dünyayla karşılaşmak oldukça heyecan vericiydi. 80’lerin erotizm dalgasından da payını almış, Brezilya melodramlarından da beslenmiş bir yönetmen olduğu su götürmeyen Reichenbach, toplumsal gerçekçilikle ütopyacı bir sürrealizmi, absürt komedi ile deneysel sinemayı harmanlayan tuhaf bir yönetmen. Maksimalist sinema sevenler Reichenbach’ın adını bir yere not etmeli.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.