Şu An Okunan
Uysallar: Fotoğraf Verme Sanatı

Uysallar: Fotoğraf Verme Sanatı

Uysallar

Onur Saylak ve Hakan Günday ortaklığının üçüncü ürünü Uysallar, gözünü üst-orta sınıf bir ailenin yaşamına dikiyor. Punk’tan beyaz yakalılığa, kent yaşamından aile kurumuna birçok farklı konuya temas eden dizi, bu unsurlara yaklaşım biçimiyle tartışılmayı hak ediyor. 

Birini romanları diğerini de oyunculuk kariyeriyle tanıdığımız Hakan Günday ve Onur Saylak isimleri beraber markalaşma yönünde hızla ilerliyor. İlk olarak 2017 yılında, Saylak’ın rejisiyle Günday’ın romanından uyarlanan Daha’yla başlayan beraberlik, ertesi yıl Şahsiyet dizisiyle devam etmişti. Günday ve Saylak, Daha’da mültecilik ve insan kaçakçılığı gibi oldukça ağır ve karanlık bir konuya stilize bir estetik ve gerilim dozu yüksek bir gözle yaklaşmışlardı. Ardından gelen dijital platform dizisi Şahsiyet ise temelde yaş almak ve toplumun dışına çıkmak üzerine bir hikâyeyi cinayet anlatısıyla birleştiren, ilginç bir fikirden yola çıkıyordu. Günday’ın karanlık, paslı, kirli edebî dünyasına Saylak’ın getirdiği stilize estetik burada da devam etti. Müzik kullanımından prodüksiyon tasarımına, kamera açılarından renk paletine her unsuruyla biçimci sınırlarda dolaşan, cilalı, kendini her daim belli eden bu estetik Saylak ve Günday’ın beraberliklerinin temel imzası konumuna gelmiş durumda. 

Bu ortaklığın yeni ürünü Uysallar (2022) ise sekiz bölümlük bir Netflix mini dizisi. Oyuncu kadrosunda Öner Erkan, Songül Öden, Haluk Bilginer, Uğur Yücel, Nezaket Erden ve İbrahim Selim gibi başarılı oyuncuları barındıran dizinin, Günday ve Saylak isimlerinin popülerliğini de düşününce ilgi çekmesi bekleniyordu. Öyle de oldu. Gerek afişindeki isimler gerek dizinin içeriğinde taşıdığı, tanıtım stratejisine malzeme verecek temalarla son dönemin en çok konuşulan işlerinden biri oldu Uysallar. Öte yandan kullandığı unsurlara yaklaşımı ve temel olarak ifade biçimleri de konuşulmayı, tartışılmayı hak ediyor. Zira Uysallar bir yandan temel bir orta sınıf, beyaz yakalı eleştirisi yaparken toplumsal bir fotoğraf çekmeye çalışan, öte yandan alt kültürlere, toplumsal gruplara, toplumsal meselelere dokunup geçen bir dizi. Bu hâliyle, iddiası, anlam ölçeği oldukça geniş bir iş. 

Uysallıktan Kopmak

Uysallar’ın merkezinde bir mimarlık bürosunda çalışan, geçmişinde punk merakı olduğunu bildiğimiz, Uysal ailesinin babası Oktay (Öner Erkan) var. Dizi, Oktay’ın her şeyi bırakıp bir uçağa atlama ve kaçıp gitme girişimiyle açılıyor. Kısa çaplı bir başarısızlığın ardından Oktay’ın hayatına ve kaçıp gitme sebeplerine daha derinlemesine dalıyoruz. Beyaz yakalı, sıkıcı aile yaşamından bıkmış, birtakım erk sahiplerine boyun eğmek üzerine kurulu yaşamına tanık oluyoruz. Ofis hayatından sıkılıyor, gençlik ideallerinden vazgeçip seçtiği bu mekanik hayattan pişman bir görüntü çiziyor Oktay. Boş zamanlarında bina yıkım videoları izliyor, yalnızlıktan, anlaşılamamaktan dem vuruyor, eski günlerini özlüyor. Bir gün aldığı başka bir kararla da punk geçmişine geri dönmeye karar veriyor ve ikili bir hayat yaşamaya başlıyor. Bir yandan saçını, kıyafetini, görüntüsünü tamamen değiştirip geceleri Beyoğlu’nun arka sokaklarında dolaşırken gündüzleri sıkıcı hayatına devam ediyor. 

Uysallar

Diğer yandan başta anne karakteri Nil (Songül Öden) olmak üzere ailenin diğer tüm üyelerinin de benzer bir durum yaşadığını görüyoruz. Ailenin her ferdi mevcut hayatına ek olarak ikinci bir hayat örmeye başlıyor kendisine. Uysallar, kişisel bir ölçekten yola çıkıp daha geniş anlamlar üretmeye gayretli, çok karakterli bir anlatıyı takip ediyor. Soyadı Uysal olan bu üst-orta sınıf ailenin yaşamını takip ediyoruz dizi boyunca. Farklı karakterlerin “uysallıktan” kopuş öykülerini birbirine tezat görünen yollardan işletirken bu kopuş hâlinden bir paralellik türetme niyeti güden bir dizi Uysallar. Karakterlerin aldığı yolların geçtiği yerler, yan karakterlerin öyküye katılışı ve hem rejisel hem de hikâyesel yaklaşımıyla Türkiye’nin bir süredir içinden geçtiği ‘Yeni Türkiye’ dönemine dair bir portre çizilmeye çalışıldığı kesin. Bunun kâğıt üzerinde ilginç durduğu, vaatkâr olduğu da kesin ama Uysallar’ın sorunları da tam burada ortaya çıkıyor. 

Öncelikle Oktay’ın orta yaş bunalımının, Nil’in kendini var etme mücadelesinin, erken yaşta terapi gören çocuğun bunalımlarının yeni ya da ilginç bir görüntü sunmakta zorlandığını söylemek gerek. Her biri, ifade ettiği stereotipin yorumsuz birer uzantısı gibi yerleşiyor hikâyeye. Benzerlerini hem sinemada hem de televizyonda defalarca gördüğümüz karakterler bunlar. Aynı şekilde, paralel anlatı yöntemiyle farklı karakterlerin anlatılarından bir toplumsal portre çekme fikri de pek yeni sayılmaz. Hâl böyle olunca dizinin içerisinde hareket ettiği alanla etkileşimi ve bu aşınmış, tükenmiş, zemini kaygan malzemeyle ne yaptığı çok daha önemli bir hâl alıyor. Saylak ve Günday’ın bu konudaki tercihleri Uysallar’ı tartışmalı hâle getiren şeylerin başında geliyor.

Uysallar

Uysallar’ın hikâye örgüsü bu sıkışık, “uysal” hayattan sapma, asiliğe kaçma hareketi üzerine kurulu. Fakat temel sıkıntısı da bu hareket noktalarını özetleme, resimleştirme hâlinden kaynaklanıyor. Dizi farklı karakterlerin öykülerini birbirlerini aynalayarak kullanırken onları fikir aşamasındaki hâllerine indirgemiş gibi davranıyor. İlk bölümlerde kurulan ilgi çekici anlatının esas gövdesini oluşturan sonraki bölümlerde karakterlerin başta kurulmuş dünyalarının asla hareket etmediği, dönüşmediği, karşılaşmadığı, steril, titiz ve kolaycı bir ton tutturuyor dizi. Bunun anlatının kendisini sıkıcılaştırdığı gerçeği bir yana, karakterlere yaklaşımdaki bu durağanlık ve kendinden eminlik dizinin dokunduğu toplumsal temalara yaklaşımında da kendisini fazlasıyla gösteriyor. Uysal hayatlarından kaçan Oktay punk’ın, Nil beyaz yakalıların dünyasına meylederken bu farklı bağlamların ilk görünen hâlleriyle yetiniyor dizi. Punk’lar sadece havalı görüntüler veriyor, beyaz yakalılar sadece parti yapmakla ve havalı restoranlarla ilgileniyor, bir güncel sanatçı ayrıcalıklı konumuyla dünyadan kopuk bir iş üretiyor, sevgilisinden şiddet gören bir kadın yalnızca gördüğü şiddetle tanımlanıyor, attığı tweet’ten endişe duyan bir karakter aynı endişelerini tekrarlamaktan ibaret kalıyor, tüm ülkenin bir hapishaneye döndüğü esprisini yapabilmek için kurgulanmış gibi görünen bir devlet görevlisi nedensizce zulmediyor. Nereye bağlandığı belli olmayan bir hava kirliliği mevzusunun da kendi başına bir alegori taşıması bekleniyor. Her şeyin tanımı, anlamı fazlasıyla belli. Tüm bunlar, seyircinin nefes alma, düşünme alanlarını işgal eden tercihler. Sorgulanamaz, değişemez anlamlardan bir dünya üretiyor dizi. Bu da karakterlerin, yaşamın ve toplumun kendisi üzerine kafa yormak yerine resimlerle, tek atımlık fikirlerle ve onların önce anlatı sonra tanıtım stratejisinde nasıl paketlendiğiyle daha fazla ilgilenen bir çizgide kalıyor maalesef. 

Bir Punk Fikri

Diziyi heyecan verici kılan ilk birkaç bölümdeki parıltı, Oktay’ın öyküsüne vaatkâr bir yol açan punk teması şüphesiz. Adına Yeni Türkiye dediğimiz bu garabetin panzehirini, hikâyesi bugüne dek pek layıkıyla yazılmamış Türkiye’deki punk kültüründe arama fikri epey heyecan verici özünde. Uysallar’ın özellikle ilk bölümünde verdiği bu vaat de kıymetli dolayısıyla. Fakat bu iyi fikrin fikirden ötesine, ilgi çekici bir anlatıya dönüşebildiğini söylemek pek mümkün değil maalesef. Dizinin jeneriğinde belirtilen ‘Bir Günday&Saylak Fikri’ ifadesi havalı bir ifadeden açık bir beyanata dönüşüyor açıkçası dizi devam ettikçe. Bunda da dizinin diğer konulara olduğu gibi punk’a yaklaşımındaki boyutsuzluk da etkili şüphesiz. Malum, punk 1970’li yıllarda ortaya çıkmış, etkisini uzun süre sürdürmüş, bilhassa 1990’larda Türkiye’de de karşılık bulmuş bir altkültür. Yüksek desibelli, enerjik, agresif müziği asi görünüşle, davranışla karşılayan, oldukça politik, isyankâr, devrimci bir akım. Uysallar’ın temel problemlerinden birisi başkarakterini ana çatışmasının dayanak noktalarından biri hâline getirdiği bu kültürün tarihini, felsefesini, prensiplerini karakterin arayışının bir parçası yapmak yerine anaakımda sıklıkla olduğu üzere punk kültürünü bir imaja, görünüşe indirgemeye olanak tanıması. Zengin bir soundtrack listesinin içerisindeki punk şarkıların azlığı bir yana, punk’ı ne fikir ne de uygulama aşamasında bir görüntünün ötesine taşıyamıyor Uysallar.

Uysallar

Özellikle final bölümünde Fevzi karakterinin geri dönmesiyle ve Oktay’a çektiği nutukla birlikte düşününce bunun bir punk anlatısından çok ‘Oktay’ın punk olamama hikâyesi’ olarak orta sınıf eleştirisi çerçevesinde kurgulandığı kesin. Punk’ı indirgeyenin anlatı değil karakter olduğu, tüm o sterilliğin karakterin dünyasını yansıttığı da iddia edilebilir. Fakat sekiz bölüm boyunca sündürülen bu anlatının final ânında, herhangi bir gelişim ya da organik aydınlanma kurgulanmadan tamamen söz odaklı, bir nutuğu dayalı olarak açık edilmesi, izlediğimiz diğer yedi bölümü epey bir soru işareti hâline getiriyor. Zira bu, Oktay’ın bu yaklaşımını dizi boyunca estetize eden, aynalayan görsel-işitsel dünyanın finalde yazılmış bir tiratla ya da çok havalı görünen bir Moloz mural’ının yıkılması sahnesiyle bir anda eleştirel bir boyut kazanması en hafif ifadeyle kolaycılık olur. Diğer bir deyişle dizi boyunca işlenmeyen bu temanın finalde alelacele bir nedametle geniş bir anlama bağlanmasının seyirci için açıklayıcı olduğunu düşünmek epey zor doğrusu. 

Ayrıca meselenin punk müziği ya da ona bağlı kültürü dizide doğru biçimde yansıtıp yansıtmama meselesi olmadığını da eklemek gerek. Punk’ın ruhunu, kirliliğini, haykırış hâlini, Fevzi’nin ifadeleriyle “ağzına geleni söylemek” şeklini ne karakterinin dönüşümünde ne de film dilinde taşıyor Uysallar. Her bir karaktere ait hikâye fikrinin hiç hareket etmeksizin birer fikir olarak kaldığı dizide Onur Saylak’ın rejisi de kirlenmeyi, bozmayı, savruklaşmayı ya da herhangi bir bozulmayı tesis etmek yerine anaakım sularda kalmayı, karakterlerin hâlihazırda epey açık olan çatışmalarını açıklayıcı sahnelerle tekrarlamayı ve açıkçası ‘fotoğraf verme’yi, sevilebilir görüntü sunmayı öncelik koyuyor. Müzik de yine epey anaakım bir üslupla duygu açıklamak ya da kontrast yaratmak (mehter eşliğinde koşan punklar gibi…) için kullanılıyor. 

Uysallar

Burada Uysallar’ın olumlu anlamda öne çıkan temel noktasının oyunculuklar olduğunu da söylemek gerek. Başrollerdeki Öner Erkan ve Songül Öden, karakterlerin iç dünyasını, çelişkilerini nüanslı ve sahici bir yorumla, çok başarılı şekilde hayata geçiriyorlar. Nezaket Erden, Erdem Şenocak, Haluk Bilginer gibi yeteneklerini kanıtlamış oyuncuların tek boyutlu ve işlev amaçlı yazılmış karakterlerine boyut katmak için büyük çaba gösterdiklerini de söyleyebiliriz.

Şu bir gerçek ki, Yeni Türkiye’nin hikâyesinin nasıl yazılacağı sorusu hâlâ cevap bulmuş değil. Uysallar bunu yapmaya öykünen işlerden biri temelde. Bir Başkadır’ın (2020) ardından Uysallar’la bu damarı devam ettiren Netflix’te de, başka mecralarda da bu alana dokunan işler görmeye devam edeceğimiz kesin önümüzdeki dönemde. Zira bu konu, üzerine düşünmeye, değerlendirmeye muhtaç biçimde önümüzde bekliyor hâlâ. Gerek sınıfsal gerek kültürel olarak ülkenin geçirdiği keskin dönüşümün ürünü olan bu dönemin yansımalarını hikâyelerde aramaya devam etmek de elimizdeki araçlardan biri. Uysallar’ın buna katkısını da zaman gösterecek şüphesiz.


Uysallar, Netflix Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.