Zombi Ekspresi: İnsanlıktan Çıkanlar
Neredeyse tamamı bir trenin içinde geçen Zombi Ekspresi bugünün Güney Kore’sinde farklı toplumsal sınıfların ne türden bir mizansende bir araya gelebileceklerini hayal eden bir zombi filmi. Devam filmi de merakla beklenilen Zombi Ekspresi MUBI Türkiye‘de yayında.
Fatma Cihan Akkartal
Bu yazı Altyazı’nın Temmuz-Ağustos 2017 tarihli 174. sayısında yayımlanmıştır.
Zombi Ekspresi (Busanhaeng, 2016), ödüllü animasyon filmleri bulunan yönetmen Yeon Sang-Ho’nun ilk uzun metraj live-action filmi. Çizgi romanların ve animasyon filmlerinin alamet-i farikası bir görsel dinamizmden faydalanan Zombi Ekspresi’nin akıcı temposu filmi eğlenceli hâle getirirken, orijinallik iddiasında olmayan senaryo, gücünü sadeliğinden alıyor. Zombi Ekspresi, üzerine düşündürmek istediği “dünya sorunlarını” mütevazı öyküsünün satır aralarından aktarıyor.
Sınıfların birbirinden ayrıldığı bir dekor olarak tren, Yeon Sang-Ho’nun öyküsünde kullanışlı bir imge olarak işlev kazanıyor. Busan treni, fon yöneticisinin küçük kızını babasından ayrılmış olan annesine kavuşturamıyor belki ama trenin farklı kompartımanlarında yolculuk etmelerine rağmen, iş adamlarını, “sade vatandaş”larla kıyamette buluşturuyor. Sınıflar arası geçişliliğin pek kolay olmadığı Güney Kore’de iş dünyası ile çiftçiler, belli ki ancak biyoteknoloji laboratuvarlarından sızan bir şeyler çiftçinin ürünlerini mahvettiğinde bir araya geliyorlar ve o da yalnızca çiftçilerin dünyasında ve çok kötü geçen bir günde… Trendekileri yaklaşmakta olan tehlikeye karşı uyarmak isteyen evsiz adamın olağan şüpheli muamelesi görmesi, zombileşmenin son aşamasındaki genç kızın durumunun, bileti olmadığı hâlde trene binmiş olan adamdan daha az endişe yaratması, sosyal statünün yaşamın değerinin bir ölçüsü hâline gelmesine işaret ediyor. Bir başka Kore filmi olan Snowpiercer (2013), yine bir salgının pençesindeki bir trende geçiyor ve yaşam mücadelesinin sınıflar arası boyutunu çok daha doğrudan ele alıyordu.
Zombi Ekspresi’nde, hayatta kalmanın yolunun dayanışmadan, fedakârlık ve işbirliğinden geçtiğini öğrenmesi gereken başlıca kişi, bir fon yöneticisi. Nitekim, ülke çapında bir salgına yol açan da sermaye sahiplerinin hatası; biyoteknoloji laboratuvarından –ilk kez olmadığını anladığımız– “ufak bir sızıntı”.
YERİ DOLDURULABİLİR İNSAN
Filmin açılış karesinde, şoförlere dur bayrağını sallayan insan biçimli otomatın görüntüsü ile aynı işlemi yapan bir insanın görüntüsü arka arkaya ekleniyor; insan gücü, üretim ilişkileri dengesini alt üst eder şekilde genişleyen bir yelpazede, yeri rahatlıkla doldurulabilir hâle geliyor. Bu yeri doldurulabilirlik elbette verimi ve kârı arttıran bir durum çünkü makineler greve gitmez! Ama bilindiği gibi verimli olanı daha verimli hâle getirmekle, artan kârı daha da arttırmakla ilgili kapitalizme özgü saplantı, insanın harcanabilir hâle gelmesiyle yetinmeyecek, bu harcanabilirliğin de maliyetini düşürmek isteyecektir. Biyoteknoloji laboratuvarında sızıntı olduğunu öğrendikten sonra, filmin başında çiftçinin arabayla çarptığı geyiğin ölüp yeniden dirilişini düşününce; sızan şey, insanı artık geri dönüştürülebilir, çevreci şekilde tüketilebilir bir metaya “yükseltmek” için çıkarılmış bir icat olmasın, diye düşünüyor insan.
Tüm dünya, sınır tanımadan hareket etmek isteyen sermayenin çıkarının, kişilerin/toplulukların çıkarlarına tercih edilmesinden ileri gelen krizlerin sıklaştığı bir dönemden geçiyor olsa da, Güney Kore’de bu konu son iki yılın sıcak gündemini oluşturuyor. Dört yıl boyunca iktidarda kalan devlet başkanı ülkenin tarihinde görevden alınan ilk başkan oldut ve bu yıl Mart ayında yolsuzluk ve gücün kötüye kullanımı suçlarından cezaevine gönderildi. Devlet kurumlarının yozlaşması ülkede protestolara yol açmıştı ve yakın zamana dek kolluk kuvvetlerinin aşırı güç kullanması yeni sokak gösterileri doğuruyordu. Zombi Ekspresi’nde –tıpkı Romero’nun Yaşayan Ölülerin Gecesi’nde (Night of the Living Dead, 1968) olduğu gibi– bir televizyon haberi aracılığıyla yetkililerin “olaylar” hakkındaki resmî açıklaması aktarılıyor: “devletin malına zarar vermek veya el koymak isteyen şiddet yanlıları”nın gösterileri söz konusu. Zombi söylentilerine kulak asılmaması ve hükümete güvenilmesi salık veriliyor. Devletin, sokaktaki kalabalıkları stratejik olarak işine geldiği gibi adlandırması sıkça karşılaştığımız bir durum. Yeon Sang-Ho, zombi salgınının hükümet karşıtı protesto şeklinde yansıtılmasıyla ilgili isabetli bir kehanette bulunuyor gibi. Halihazırda, hükümetlerin protestoculara “insan muamelesi” yapmaması; polisin, mahkemenin ve kamuya hitap eden “yetkililer”in sanki sokağa çıkanlar insanlıktan çıkmış gibi davranmaları tıpkı zombilerin “insanlığının” unutulmasına benziyor. Sanki kamu güvenliğinden sorumlu olanlarla kamunun kendisi ayrı dünyalarda yaşamaktalar, ayrı fizik kurallarına tabiler.
HAKİKATİN REDDİ
İklim değişikliğinin insanların tüketim ve üretim alışkanlıklarından ötürü hızlandığını kabul etmek istemeyip önlem de almayı reddeden ülkelerin tavrı, insanın ölüm haberi karşısında verdiği tepkinin (öfke-inkâr-kabul) ikinci aşamasını; inkâr safhasını hatırlatıyor. Resmî söylemin gün gibi ortada olan hakikati reddetmesi, bireylere de sirayet ediyor ve Zombi Ekspresi’nde bir ibret öyküsüne dönüşüyor. “Bu gibi durumlarda önce kendini kurtarmaya bak” düsturu sanki eldeki sorunu dogru tahlil edip kaçışı değil çözümü hedeflemeyi başaramayan devlet eliyle uygulanan politikanın ta kendisi. Filmde bu dolaylı politikaya gönüllü olarak uyanlar da nedense hep işadamları. Korkunun karanlık tarafa çektiği şirket yöneticisinin, bencilliği hem hayatta kalma ihtimali olan birçok yolcunun hem de (geç de olsa) kendi sonunu getiriyor. Gerçi, filmin son çeyreği her şeyden çok karakterlerin duygu durumlarına yatırım yapıyor. Örneğin kızını annesine ulaştırmaya çalışan babanın ölümü, bu hayattan alması gereken en önemli dersi alıp artık hayatta kalmasına gerek olmayan bir adamın ölümüne dönüşüyor. Keza, liseli kız ile flörtünün ölümleri de Romeo ile Jüliet’in öyküsünün müstehzi bir versiyonu gibi. Malum, Jüliet “ölümden” döndüğünde, Romeo kendi hayatını çoktan gözden çıkarmıştır.
İşadamı ve fon yöneticisi, güçlüler ve zayıflar, hızlılar ve yavaşlar benciller ve insancıllar hepsi birden yok oluyorlar. İster istemez Yaşayan Ölülerin Gecesi’nde güçbela hayatta kalmayı başaran son kişiyi de polisin öldürmesini anımsatan finalinde Zombi Ekspresi; geleceği, hamile bir kadın ile fon yöneticisinin, ona başkalarını da düşünmek gerektiğin her fırsatta hatırlatan küçük kızını (çok düşük bir ihtimali gerçekleştirerek) hayatta bırakıyor. Romero’nun filminin sonunda boşa çıkan duygu, burada da mümkün gibi görünüyor sahiden; ta ki küçük kız, zombilerin sese geldiğini anlayamamışçasına şarkı söylemeye başlayıp askerleri uyarana ve sonuçta iyiler kazanana dek. İnsanın esas yenilgisi zombilerin zaferinden mi yoksa insanın narsizminden; yani hem kendi etrafına duvar örmek ama aynı zamanda dünyayı ele geçirmek isteyişinden mi kaynaklanıyor? Bu sorunun cevabına göre, filmin mutlu sonla mı yoksa kaçınılmaz sonla mı bittiğine karar verilebilir.
1985'te İstanbul'da doğdu. Yayıncılık sektörünün çeşitli alanlarında çalıştı, çalışıyor. Sinema yazarı ve popüler kültür eleştirmeni olarak 2004'ten bu yana çeşitli matbu ve online mecralarda sinema ve popüler kültür eleştirileri yazıyor.