Şu An Okunan
Ayvalık Uluslararası Film Festivali İzlenimleri: Kuş, Büyük Yolculuk, Cadılar

Ayvalık Uluslararası Film Festivali İzlenimleri: Kuş, Büyük Yolculuk, Cadılar

Ayvalık Uluslararası Film Festivali, 22 Eylül Pazar günü yapılan gösterimlerle sona erdi. Cannes’dan En İyi Yönetmen ödülüyle dönen Miguel Gomes imzalı Büyük Yolculuk‘un yanı sıra festivalde öne çıkan Kuş, Cadılar gibi yapımlara hızlıca göz atıyoruz.

Seyir Derneği çatısı altında düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali, bu sene üçüncü kez seyirciyle buluştu. Festival kapsamında senenin merakla beklenen yerli ve yabancı filmlerini izleme olanağı bulduk. Özellikle Cannes ve Berlin festivallerinin öne çıkan yapımlarıyla İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Bölümü’nde yarışmış yerli filmler, festival boyunca büyük ilgi gördü. Film ekiplerinin katılımıyla gerçekleşen gösterimler ve etkinlikler sayesinde seyirci ve film üreticileri arasında değerli bir diyalog alan açan festival, özellikle dağıtım olanağı daha az olan yerli filmlerin seyirciyle buluşması için önemli bir mecra. 

Kuş

Festivalde gösterilen ve senenin merakla beklenen filmlerinden biri de Andrea Arnold imzalı Kuş (Bird, 2024) filmiydi. Akvaryum (Fish Tank, 2009) ve American Honey (2016) gibi filmleriyle tanıdığımız İngiliz yönetmen, prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan yeni filminde on iki yaşındaki Bailey’in hikâyesine odaklanıyor. Annesi ve babası ayrı olan ve farklı anne babalardan pek çok kardeşi olan Bailey, İngiltere’de yoksul bir banliyöde yaşayan ve etrafındaki şiddet ve yoksulluk ağından bir çıkış yolu arayan, kafası karışık bir ergen. Ne annesinin ailesine ne de babasının ailesine (bu yapılara ne kadar “aile” denebilirse) ait hissedemeyen Bailey, tüm bu işlevsiz ilişkiler ağına sıkışmışken bir tür “kurtarıcı” figürüyle, ‘Bird’le karşılaşıyor. Franz Rogowski’nin canlandırdığı karakter, belki Bailey’in hayal gücünde yarattığı bir kahraman, belki de tüm bu aşırı gerçekçi ve karamsar sınıf anlatısına büyülü gerçekçi bir müdahale.

Film özellikle sonlarına doğru büyülü gerçekçilik dozunu arttırsa da, temelinde Arnold’un hem gerçek hem de metaforik anlamıyla aşırı yakın plan sinemasının bir örneği olarak görülebilir. Kuş’un yönetmenin diğer filmlerinden farkı, çok fazla karakter ve çatışma odağı içermesi. Wasp’ta (2003) ya da Akvaryum’da (Fish Tank, 2009) sınıf üzerinden tek bir aileye ve içerisindeki işlevsiz ilişkilenme biçimlerine odaklanan Arnold, burada ise oldukça kaotik bir anlatı yapısı kuruyor. Öyle ki Bird karakterinin filmin ilerledikçe büründüğü gerçeküstü nitelik, tam da bu çıkışsız ilişkiler ve çatışmalar ağından kurtulabilmek için icat edilmiş bir deus ex machina gibi. Öte yandan Bailey’in tüm bu şiddet sarmalında kendini korumak için bulduğu/icat ettiği bir kahraman, uçup gidebilmekle ilgili tüm fantezilerinin somutlaşmış hali Bird. Bu anlatı filmin ilişkilendiği sınıfsal gerçeklik ve derin yoksulluk anlatısıyla birlikte düşünüldüğünde fazlaca naif görülebilir. Ancak Bailey’in telefon kamerasıyla -dolayısıyla da Arnold’un sinemayla- kurduğu ilişki bağlamında düşünüldüğünde bu “hayalperestlik” biraz daha anlam kazanıyor. Yaşanan tüm şiddeti olduğu kadar, güzel olanı, kuşları, gökyüzünü ve dolayısıyla şiiri de kaydeden bir kamera-insan Bailey. Bird’ün varlığından çok, kameranın gerçeklikle arasına koyduğu koruyucu -ve şiirsel- mesafe onu kurtaran. 

Zamanda Yolculuk

Büyük Yolculuk

Festivalde gösterilen bir diğer film ise, Cannes’dan En İyi Yönetmen ödülüyle dönen Miguel Gomes imzalı Büyük Yolculuk’tu (Grand Tour, 2024). Tabu (2012) filmiyle ismini duyuran Portekizli yönetmen, yeni filminde iki ayrı karakteri aracılığıyla Myanmar’dan Çin’e uzanan çok zamanlı ve mekânlı bir yolculuğa çıkıyor. 1918’de İngiliz sömürgesi olan Myanmar’ın Rangoon şehrinde başlayan film, Edward isimli İngiliz bir memur ve nişanlısı Molly’nin hikâyesini takip ediyor temelde. Ama bu filmin anlatısının sadece bir katmanı. Nişanlısından kaçan Edward, ülke ülke gezerek en sonunda Çin’in uzak bir bölgesine sığınıyor. Molly ise nişanlısının peşinden gidiyor. İlk bölümde Edward’ın, ikinci bölümde Molly’nin yolculuğunu izliyoruz. Ana iskelet, basit bir melodram. Aşıkların kavuşup kavuşamayacağını, Molly’nin ölümcül hastalığı yenip yenemeyeceğini izlediğimiz, sonsuza dek ertelenen bir buluşmanın peşindeyiz. Ancak film bu hikâyenin çok uzaklarında oyalanıp dolaşarak zamansal ve mekânsal olarak katman katman oluyor. 

Ara ara renkli olsa da büyük çoğunluğu Tabu’da olduğu gibi siyah-beyaz olan filmin görsel dokusu, 1918 yılının sessiz filmlerini anımsatıyor. Hatta ara ara o yılların filmlerinden kalan çerçeveler ya da geçiş efektleri görüyoruz. Bu haliyle film bugünün 4K gözü ve estetiğiyle geçmişi anlatmak yerine, daha bulanık, boşluklarla dolu, farklı karakterler tarafından farklı şekillerde hatırlanıp anlatılan bir tarih anlatısı kuruyor. Bu parçalı yapı, araya giren güncel görüntülerle iyice zaman-mekânsız bir hal alıyor. Edward ve Molly her ülke ve şehir değiştirdiğinde, seyahat ettikleri ülkenin dilinde bir anlatıcı karakterlerin o şehirde yaşadıklarını anlatıyor. Bu sırada şehrin güncel halinden belgesel görüntüleri geliyor ekrana. “Edward, oturup yemek yedi” cümlesini duyarken, ekranda sokakta rastgele bir insanın yemek yediğini görüyoruz örneğin. Böylece sadece zaman atlaması değil, aynı zamanda bir tür çoklu bir karakter yapısı da ortaya çıkıyor. Filmde dikey olarak bir yarık açılıyor ve aynı mekânın farklı zamanları üst üste biniyor. Bu sırada karakterlerimizin gelecekteki olası yansımalarını izliyoruz. 

Cadılar

Festivalde farklı zaman ve mekânları bir araya getiren bir diğer film ise Elizabeth Sankey imzalı Cadılar (Witches, 2024) filmi. Yönetmenin kendi doğum sonrası depresyon sürecini beyazperdeye aktardığı film, hem Sankey ve arkadaşlarıyla olan röportajlara yer veriyor hem de farklı filmlerden sahneleri bir araya getiren bir kolaj niteliği taşıyor. Sankey, kendi doğum sonrası depresyonunu ve bu sırada tanıştığı diğer kadınların yaşadığı depresyon ve psikoz süreçlerini, tarihteki ve sinema tarihindeki cadı anlatılarıyla ilişkilendiriyor. Yaşadığı süreci cadıları konu edinen onlarca filmden sahneleri birleştirerek anlatan Sankey, alternatif bir “canlandırma” yöntemi kullanıyor böylece. Tarihte yaşamış ve cadı avları sırasında katledilmiş kadınların isimlerine ve hikâyelerine yer veren Sankey, bu kadınların bir kısmının kendi yaşadığına benzer bir psikolojik süreçten geçmiş olabileceğini ima ediyor. Birkaç yüzyıl önce olsa “deli”, “cadı” ya da “şeytan” olarak damgalanıp yakılabileceğinden dem vuran Sankey, günümüzde hala bu tür doğum sonrası psikolojik rahatsızlıklar yaşayan kadınlar için sağlıklı bir diyalog olmadığını belirtiyor ve “cadı meclislerinin” – yani dayanışmanın önemini vurguluyor.

Her ne kadar filmin hikâyesi ve üslubu ilginç özellikler barındırsa da, filmin genel olarak kendi potansiyelini gerçekleştiremediğini söyleyebiliriz. “Delilikten”, insan ruhunun karanlık bölgelerinden ve kadınlık (ve cadılık) tarihinin konuşulmayan dehlizlerinden bahseden bir filmden, seyirciyi ahlaki yargıları konusunda biraz daha zorlamasını bekleyebilirdik. Doğum sonrası psikoz ya da depresyon yaşayan kadınların çocuklarıyla ilgili karanlık düşüncelerine kısaca yer veren film, Sankey’in hastanede geçirdiği iyileşme sürecine yeteri kadar vakit ayırmıyor ve oranın “karanlığını” aktarmıyor seyircisinde. Bunun, durumun travmatik doğası gereği fazlaca zor bir tercih olabileceği elbette ki malum. Ancak film anlatamadığı ya da anlatmak istemediği bir kara deliğin etrafında dolanıp duruyor bir yerden sonra. Anlatılan tanıklıklar ve gösterilen filmler arasındaki bağ da film ilerledikçe zayıflıyor. Bu zayıf taraflarına rağmen filmin çok önemli bir konuyu görünür kılıp tartışmaya açtığını söyleyebiliriz. Filmin gösteriminden sonra seyircinin sorularını yanıtlayan yönetmen Sankey, filmi terapistinin uyarısına rağmen çektiğini, bunun onun için ikinci bir iyileşme süreci oluşturduğundan bahsediyor ve filmin benzer şeyler yaşayanların konuşabilmesi ve deneyimlerini paylaşabilmesi için bir alan açacağını umuyor. 

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.