İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması Günlükleri #1
40. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması’ndaki filmler çevrimiçi gösterimlerle arka arkaya seyirciyle buluşuyor. Sidar İnan Erçelik imzalı Rüzgâr Tayı’na, Leslie ve Oktay Ortabaşı’nın birlikte yönettiği Güneşte Bir An’a ve Elif Yiğit’in Hasankeyf’ine dair ilk izlenimler.
Rüzgâr Tayı
Sidar İnan Erçelik’in Rüzgâr Tayı belgeseli, bizi Çıldır’ın sert koşullarında atlarıyla yaşayan, onları süsleyen, yarışa hazırlayan insanların doğasına davet ederek başlıyor. Bir süre gözlemci bir kamera eşliğinde erkekler arasında dolaşıyor ve onların hayvanlarla iç içe yürüttüğü gündelik hayatı izliyoruz. Çobanlık yaptığı köyün yaylasında yakaladığı yaban tayını oğlu Emre’yi de yanına alarak ehlileştirmeye çalışan Osman ve hayvanları etrafında örülen hayat çok geçmeden halka halka genişlemeye başlıyor. Çıldır Gölü’nün sert soğuğundan ve beyazından İstanbul’un hareketli at yarışlarına ve hipodroma uzanıyoruz bu kez ve jokey Selim’in deneyimine tanık olmaya başlıyoruz. Selim, yarış için bir atı eğitmeye çalışırken bir yandan da hayalleriyle sömürü üzerine kurulu yarış endüstrisi arasında bir yerlerde sıkışmış olduğunu hissettiriyor ve hevessizliğini sorguluyor. Rüzgâr Tayı, atları ehlileştirmeye çalışan insanların katı sabrından, doğa ile insan arasında kendine yer bulmaya çalışan hayvanların sakinliğinden ve inadından bir şeyler taşıyor. Acelesiz bir biçimde soğuğun, karanlığın, sadeliğin, bekleyişin, alışmanın, kabullenişin, isyanın insan ile hayvan arasında var olan farklı hâllerine tanıklık ediyor. İzleyiciyi yavaş yavaş içine alan, merak duygusunu canlı tutan, derinleştikçe hem insanın hem hayvanın hayatta kalmaya çalışırken birbirini zorlama hâline dair yeni bir kavrayışın kapısını aralayan belgesel, birbirine mecburiyetin ve bunu bazen unutmanın hüznüyle baş başa bırakıyor bizi. Övgü Gökçe
Güneşte Bir An
Güneşte Bir An, nükleer fizikçi Uğur Ortabaşı’nın 1980’lerin başında Avustralya’da tasarladığı, güneş enerjisiyle çalışan dört kişilik bisikletin sürprizlerle dolu yolculuğunu konu alıyor. Geleneksel enerji kaynaklarına kıyasla güneş enerjisinin henüz gerçekçi ve verimli bir alternatif olarak kabul görmediği, ekolojiye katkısının da yeterince takdir edilmediği bir dönemde, büyük bir tutkuyla bu alanda akademik çalışmalar yapan Profesör Ortabaşı, konuya dair kamuoyu ilgisi oluşturma ümidiyle ekibiyle birlikte, güneş enerjisiyle çalışan araçların yarıştığı Büyük Gazete Yarışı’na, birkaç yıl sonra da Avrupa’da düzenlenen Tour de Sol 86’ya katılıyor. Leslie ve Oktay Ortabaşı’nın birlikte yönettiği Güneşte Bir An bisikletin üretilmesini, ekibin yarışlarda karşılaştığı güçlükleri ve ekip üyeleri arasındaki dinamikleri aktarırken o dönemde çekilmiş görüntülerle sürecin kahramanlarının bugün anlattıklarını iç içe geçiren bir yapı kuruyor. Aradan geçen otuz beş yılın ardından belgeselin, İklim Krizi’nin dünyadaki yaşam üzerinde çok daha büyük bir tehdide dönüştüğü günümüzde son derece güncel olduğunu belirtmek gerek. Bunun yanında, öykünün merkezindeki Uğur Ortabaşı’nın muazzam bir inat ve kararlılıkla verdiği mücadele hem etkileyici bir karakter portresi koyuyor ortaya, hem de dün olduğu gibi bugün de çevreyi korumaya öncelik vermeyen küresel kapitalizme dair karamsar, ona karşı yürütülen bireysel mücadelelerin önemine dair ilham verici bir tablo çıkarmayı başarıyor. Berke Göl
Hasankeyf
Hasankeyf 12 bin yıllık bir doğa ve kültür mirasının, Türkiye’nin resmî ekonomi politikalarının 1950’lerde kurgulamaya başladığı ve 2000’lerde hayata geçirdiği bir baraj projesi için kurban edilişinin belgeseli değil. Yönetmen Elif Yiğit, bir bakıma bitmiş sayılabilecek bu sürecin ardından, 2020’de Hasankeyf’in sulara gömülüşüyle birlikte artık pek kimsenin ilgilenmediği bir yaşam alanından geriye kalanlara bakıyor, sözü oranın sakinlerine bırakıyor ve onların tarifsiz kaybını ve acısını kayda geçiriyor. Burada doğan, çocukluğunu burada geçiren, tüm anılarını burada biriktiren insanların her şeyin yavaş yavaş sular altında kalışını izlemek zorunda kalışları, Hasankeyf’in yok oluşuna engel olamayan herkesin ve seyircinin, ağırlığı altında ezildiği bir yüke dönüşüyor. Hayatlarını alıştıkları mağaralarda, toprakla, hayvanlarla tamamlamayı umarken betondan bir ‘yeni kent’e sıkışan yaşlıların çöküşünü duyuyoruz. Akan sudan nasiplenmeye alışmış koyun ve keçilerin barajın durgun, çamur tutan suyunu içmeyip hasta düştüklerini dinliyoruz. Ekonomiyi canlı tutan çarşının ve dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerin, Hasankeyf’i önce Batman’a sonra dünyaya bağlayan tarihî ve modern köprülerin yok oluşuyla tarihe karıştıklarını öğreniyoruz. Genel planlarla mekânın olabilecek en geniş resimlerine ulaşma çabasına giren film, aslen artık yaşadıkları yere ait olamayan, dünyayla ve toprakla bağları kopmuş insanların ahını duyurdukça güçleniyor. Geride iliklerimize kadar nüfuz eden bir kötülüğün ve zulmün izini bırakarak. Övgü Gökçe
İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması Günlükleri’nin tamamına ulaşmak için tıklayın.