Şu An Okunan
Little Girl Blue: İstismarın Rengi

Little Girl Blue: İstismarın Rengi

Dünya prömiyerini 76. Cannes Film Festivali’nde yapan Little Girl Blue, yönetmen Mona Achache’ın intihar eden annesini anlama ve anlatma çabası olarak şekilleniyor. Marion Cotillard’ı başrolüne taşıyan film kurmaca ve belgesel arasındaki sınırları esnetirken bir kadının duyulmamış sesine kulak kabartıyor.

Begüm Erdoğan


Advertisement

Bu yazı, İstanbul Film Festivali işbirliğiyle gerçekleştirilen Altyazı Film Eleştirisi Yarışması’nın birincisi olarak yayınlanıyor.


Little Girl Blue, Mona Achache’ın kendini asarak intihar eden annesini anlama çabası içerisinde çektiği ve bunu yaparken de bir ailenin kadınlarının kuşaklar boyunca patriarka tarafından ve cinsel istismar yoluyla aldıkları yaraları işleyen deneysel nitelikli bir film. Yaşamaya Değer (Le Hérisson, 2009) filmiyle tanıdığımız yönetmen, bu sefer izleyicilerin kalbinin yanında türsel normları da kırmaya geliyor.

Film, yönetmen Mona Achache’ın annesine ait eşyalarla dolu odada yalnız başına oturduğu bir sahneyle başlıyor. Sonra Marion Cotillard geliyor. O alanın gerçekliğinden apayrı hissettiriyor Cotillard’ın varlığı seyirciyi. Mona’nın annesinin eski masasında karşılıklı oturuyorlar ve Marion Cotillard soyunuyor. Ancak bu sefer, pek çok defa gördüğümüz çekici hâliyle değil, gerçek bir insan gibi kıyafetlerini çıkartıyor. Gelirken giydiklerinin yanına, “Akademi Ödüllü ünlü oyuncu” kimliğini de bırakıyor âdeta. Sonunda uyumsuz ve biraz eski görünen iç çamaşırlarıyla kalıyor. Sonra, Achache’ın betimlemesiyle “bir fantezi ürünü gibi” olan bu sahnede, Cotillard konuşmadan yönetmenin annesi Carole Achache’ın kıyafetlerini giymeye başlıyor. Pantolonu, kıyafetleri ona tam geliyor, gözlük gözünde eğreti durmuyor. O bir oyuncuydu, şimdiyse o annesinin bir perdeye düşen yansıması. 

Bu noktadan sonra Marion Cotillard’ı Carole olmaya çalışıp, Carole’ün hayattayken aldığı teyplerdeki sesini yakalamaya uğraşırken görüyoruz. Carole olmak için insanüstü bir çalışma yapıyor. Yine de taktığı peruk kafasında çok acımasız bir şekilde eğreti duruyor ve repliğini kaçırdığı bir anda “Bu yaptığım en zor şey” dediğine şahit oluyoruz. Ama rol her adımda üstüne daha iyi oturuyor Cotillard’ın. Film ilerledikçe sanki peruk gerçek saçına dönüşüyor. Achache’ın kullandığı planlar film boyunca gittikçe daha yakına giriyor ve Cotillard’ın yüz hatları yakın planda annesinin yüzüne daha çok benziyor. Bir tür yeniden doğuş gibi, ünlü oyuncu yerini yavaşça Carole Achache’a bırakıyor.

Carole ortaya çıktığındaysa dünyanın onu tanıdığı kimlikleriyle; yalnızca bir yazar, fotoğrafçı ve oyuncu olarak değil, çok boyutlu bir kadın olarak görüyoruz onu. Kaydettiği teyplerdeki sesi ve onu canlandıran Cotillard’ın yüzüyle anılarına dalıyoruz. Carole, annesinin arkadaşı ünlü yazar Jean Genet tarafından cinsel istismara uğradığını anlatıyor. Hem de daha on bir yaşlarında ufacık bir çocukken oluyor bu. Yardım istediğindeyse yalnız ve çaresiz hissedilmeye terk ediliyor. Olgunlaştıkça hayatına Jean isimli başka erkekler alıyor ve sonunda New York’a gidiyor. Bu sırada madde bağımlılığıyla uğraşırken kendisini seks işçiliği yaparken buluyor. Burada çaresizliğin derinliklerini yeniden deneyimliyor. 

Ortak Yara

Ancak cinsel istismar, yalnızca Carole için değil, onun annesinin ve kızı Mona’nın da ortak yarası. Carole henüz ufak bir kızken kendi annesi, ona tecavüz edildiği anılarını anlatıyor. Mona, Carole’e kendi başına gelenleri anlattığında ise Carole, bunun “ailenin laneti” olduğunu ve onun başına geleceğini bildiğini söylüyor. Ona tecavüz eden adamla görüşmeye devam ediyor ve buna sebep olarak da kendisinin başına gelenin daha zor bir şey olduğunu ve kendisinin onun istismar edildiği dönemde hissettiği kadar yalnız olmasının mümkün olmadığını söylüyor. Aralarında geçen tüm bu kırıcı konuşmalar Mona’da büyük bir yara açıyor. Aynı kendi annesinin Carole’de açtığı yara gibi. 

Ancak film sırasında annesini yeniden tanıyor Mona, onu gördüğü yönlerine görmediklerini, kör noktasında kalan olguları ekliyor belki Cotillard’la çalıştıkça. Annesini ezilmeye çalışılmış, ezilmemiş ama yıpranmış bir kadın olarak yeniden tanıyor ve tanıtıyor. Sona yaklaşırken özellikle vurucu olan bir sahnede Marion Cotillard yatakta uzanıyor ve yakın plandan anlatıyor: Oldukça sarhoşken ve çok yorgunken onunla sevişmek isteyen bir partnerine “hayır” demektense bacaklarını açmanın daha kolay geldiğinden bahsediyor. Seyirci artık dinlemek zorunda, annesinin duyulmamış sesini Mona duyuyor.

Achache, filmin hazırlanması için annesinin geride bıraktığı teyp, fotoğraf ve yazıları inceliyor ve bir arkeolog gibi bulduklarıyla yeni bir anlatı oluşturuyor. Bu film aslında yüzeyde Mona Achache’ın annesi için yazıp yönettiği ve onu anlayıp insanlığı ve hataları için affettiği bir anlatı olsa da evrensel bir ruh barındırıyor. Bu film, cinsel istismara uğrayıp “Bu bana oldu, ben acı çekiyorum” dediği hâlde kimseden yardım ya da şefkat görmemiş tüm kadınlara dostluk sunuyor.

Deneysel tarafı ve yenilikçi tarzıyla öne çıkan film, Mona’nın annesinin boyun eğmeyen tavrı ve ruhuyla mükemmel bir uyum içinde. “Hayatı kurallarına göre yaşamadım ama kimseye de benzemedim” diyor annesi. Film aynı annesi gibi kalıplara girmeyi reddeden bir yapıda kendini gösteriyor. Onu ne kurmaca bir karakter olarak ele alıyor ne de belgesel gibi. Mona, annesine iki türün de üzerinde bir yerden bakıyor ve onunla barışıyor.


Little Girl Blue, 43. İstanbul Film Festivali’nin ‘Çiçek İstemez’ bölümünde yer alan filmlerden biriydi.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.