Zeki Demirkubuz Filmleri MUBI’de!
MUBI Türkiye’de Ekim sonunda başlayan ve Aralık sonuna kadar devam edecek olan ‘Karanlık Öyküler: Bir Zeki Demirkubuz Retrospektifi’, usta yönetmenin otuzuncu yılına yaklaşan kariyeri boyunca imza attığı tüm uzun metrajlı filmleri izleyiciyle buluşturuyor. Altyazı’nın ilk sayılarından günümüze, sayfalarımızda yer verdiğimiz söyleşilerden ve eleştiri yazılarından alıntılarla Demirkubuz filmografisini kat ediyor, C Blok’tan başlayıp Kor’a kadar uzanıyoruz.
C Blok (1994)
Demirkubuz’un hiçbir filminde doğrudan politik bir konu işlenmez, ana izlek kişilerin kötülük yapma nedenleri ve bunun kaçınılmazlığıdır. Yönetmen, bu iktidar ilişkisini anlatırken C Blok’ta olaylara dışarıdan bakan biri gibidir, seyirciye geçen duygu karmaşası aynı zamanda hikâyedeki parçalanmışlıklara paralel bir olgudur.
Rıza Kıraç, Altyazı’nın Haziran 2002’de yayımlanan 8. sayısı için kaleme aldığı ‘Zeki Demirkubuz Sinemasında Kötülüğün Kısa Tarihi’ başlıklı portre yazısında yönetmenin o güne dek çektiği filmleri topluca değerlendiriyor.
Masumiyet (1997)
Masumiyet’teki o meşhur tiradında Bekir, Yusuf’a geçmişinden bahsederken o ilk karşılaşmadan sonra Uğur’un hep rüyalarına girdiğini söyler. Anlaşılan o ki Uğur, etten kemikten yapılmış gerçek bir kadın olmaktan çıkmış, bir fantezi nesnesine dönüşmüştür Bekir için.
Altyazı’nın Haziran 2020 tarihli 196. sayısındaki ‘Arzunun Sonsuz Döngüsü’ başlıklı yazısında Coşkun Liktor, Masumiyet ve Kader’i birlikte değerlendiriyor. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Üçüncü Sayfa (1999)
Yönetmen olmak tanrısal bir hak değildir. Yani her şeyi gören, her odaya giren, her ruhu bilen biri değil. Bresson’un dediği gibi çoğu zaman gücünü kısıtlamalarından, sınırlamalarından alan bir şeydir belki. Bu insanı zorlar da; bu zorluk da çok yaratıcı bir durumdur. Masumiyet’te ya da Üçüncü Sayfa’da mesele daha da belirgin.
Altyazı’nın Kasım 2001 tarihli 2. sayısında, Fırat Yücel, Enis Köstepen ve Yamaç Okur’un Zeki Demirkubuz’la yaptığı söyleşiden.
Yazgı (2001)
Yazgı’nın daha önceki Demirkubuz filmlerinin tematik açıdan zıt ucunda yer aldığını görüyoruz. Önceki filmlerindeki tutku, saplantı ve acı temaları Yazgı’da yerini kayıtsızlığa bırakıyor ve Demirkubuz da buna göre şekillendiriyor anlatımını. Bu açıdan bakıldığında, Yazgı’da ilginç bir şekilde hem daha önceki Demirkubuz filmlerini andıran hem de onlardan bazı noktalarda oldukça farklılaşan bir anlatım ve sinema diliyle karşı karşıyayız.
Fırat Yücel, Altyazı’nın Aralık 2001 tarihli 3. sayısı için kaleme aldığı eleştiri yazısında Demirkubuz’un Camus esintili filmi Yazgı’yı tartışıyor.
İtiraf (2001)
İtiraf’ta ‘maddi gerçekliklerle’ ‘ruhsal gerçeklikler’ arasındaki mesafenin daha da açılmasına tanık oluruz. Bu sefer şehirli insanların öyküsü sadece ‘yatak odası’ içerisine sıkıştırılmıştır. Demirkubuz âdeta ‘sterilize edilmiş’, ‘konserveleştirilmiş’ bir şehir öyküsü anlatır bize. ‘Yatak odası hesaplaşmaları’nın şehir ve ‘şehirlilik’ten kaynaklanan hesaplaşmalarıyla artık hiçbir ilgisi kalmamıştır.
Filiz Cemsu, Altyazı’nın Haziran 2002’de yayımlanan 8. sayısında İtiraf’ı değerlendiriyor.
Bekleme Odası (2003)
Gerçeğe ilgi duymak inançsız olmayı gerektirir. Esas olan gerçeği aramaksa, merak etmekse, bu uğurda her şeyden vazgeçebilme gücüdür bence inançsızlık. Neye mal olursa olsun bir şeyi sonuna kadar anlamak isteği duyuyorsan inançsız olmak zorundasın. Bekleme Odası’ndaki Ahmet karakteri de bu tarz bir inançsızlık taşıyor. Kuşku duyabilen, merak edebilen, gerçekçilikle ilgili sorunu olan birinin inanmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Yoksa bildiklerinin, düşündüklerinin kölesi olmuş insanlar oluruz ki o zaman film çekmenin ne manası var?
Zeki Demirkubuz, Nadir Öperli’nin Altyazı’nın Mart 2004 tarihli 27. sayısı için yaptığı söyleşide, başrolünü de üstlendiği Bekleme Odası’nı anlatıyor.
Kader (2006)
Üçüncü Sayfa dışında, aşağı yukarı tüm filmlerimdeki final duygusu Kader’deki finali belirlememde bana yardımcı oldu. Bu biraz finalsiz filmler yapma özeniyle de ilgili. Çünkü hayat finali olan bir şey değil ve ben film yapmama karşın hayat duygusunu hiçbir zaman kenara atan birisi olmadım. Kader’in finaliyle ilgili şunu hatırlıyorum: O uzun konuşmanın ardından, bırakalım daha sonrasını, ertesi gün ne olacak sorusunun yanıtsızlığı beni çok heyecanlandırdı ve “bu film burada biter” dedim.
Altyazı’nın Kasım 2006’de yayımlanan 56. sayısı için Nadir Öperli ve Fırat Yücel’in yaptığı söyleşiden.
Kıskanmak (2009)
Benim bu zamana kadar romandan uyarlanmış filmlerde gördüğüm en büyük hata şudur: Romana karşı mesafe koyamayan ve romanı kendi düşüncelerinin bir parçası hâline getirmeyen hiçbir yönetmenin bir romanı iyi uyarlayabilmesi mümkün değildir. Hattâ çok klasik bir hata vardır. Romanda etkilendiği her sahneyi, her sözü, her olayı filme koyar ve bu, filmin aleyhine işler. Romanda çok parlak olan bir şey, filmde çok didaktik ve kötü durabiliyor. O yüzden romanın karşısında dik durabilmek gerekir.
Altyazı’nın Kasım 2009 tarihli 89. sayısında Senem Aytaç, Berke Göl, Gözde Onaran’ın yaptığı söyleşiden. Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.
Yeraltı (2012)
Yeraltı’nın, C Blok (1994) dışında yönetmenin tüm filmografisine yayılmış olan itiraf üslubuna sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu üslubun Rousseau’nun ‘İtiraflar’ında geçen şu cümleye dayandığını söyleyebiliriz: “İtirafı en zor olan şeyler gülünç ve ayıp olan şeylerdir, yoksa cinayetler değil.” Demirkubuz sinemasının gücü büyük oranda burada saklıdır.
Fırat Yücel, Altyazı’nın Mayıs 2012 tarihli 117. sayısında yayımlanan ‘Tekliğin Savunusu’ başlıklı yazısında Yeraltı’nı değerlendiriyor. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Bulantı (2015)
Bulantı’da Ahmet, anlatılan rüyanın etkisiyle, karısının ve çocuğunun ölümünden duyduğu üzüntüyü kendine kanıtlamaya çalışır. Önce onlara ait eski kamera görüntülerini izler. Sonra, apartmanın en alt katında oturan, kocasını kaybetmiş, ona gündeliğe gelen genç kadının kapısını çalar, her başı sıkıştığında kendisine başvurabileceğini söyler. Ahmet, kayıplarından dolayı içlenememenin suçluluğuyla bir fakire yardım eli mi uzatıyordur, konumunun sağladığı parayla kendi vicdanını mı susturuyordur, yoksa gerçekten de onun gibi kayıp yaşayarak yalnız kalmış bu kadına yardım etmek mi istiyordur, bunun ayrımını yapmak zordur.
Abbas Bozkurt, Altyazı’nın Ekim 2015’te yayımlanan 154. sayısındaki ‘Eşikte Cereyan’ başlıklı yazısında Bulantı’yı tartışıyor. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Kor (2016)
Bu sefer karşımızda tutkularını yüksek perdeden dışa vuran Demirkubuz karakterleri yok. Duygularını kelimelere dökemeyen, için için yanan, içindeki fırtınaları kin dolu bakışlarının arkasına saklayan karakterler var. Kor, izleyiciyi birbirlerine uzun uzun bakan, söyleyemediklerinin ağırlığı altında ezilen ve her an patlayacakmış gibi duran üç karakterle baş başa bırakıyor.
Ali Deniz Şensöz’ün Altyazı’nın Mayıs 2016 tarihli 161. sayısındaki eleştiri yazısından. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
MUBI Türkiye’nin Altyazı okurlarına özel olarak sunduğu fırsattan yararlanmak için tıklayın.