Şu An Okunan
2023’te Türkiye Sineması: Kriz, Sansür ve Gerileme

2023’te Türkiye Sineması: Kriz, Sansür ve Gerileme

2023’te Türkiye sineması gündemine memleketin en köklü ulusal yarışmasına sahip festivalin iptali ve artık filmlerinin gücünden ziyade birbirleri hakkındaki sansasyonel sözleriyle gündem yaratan iki sinemacının yeni filmleri damga vurdu. Geleceğe dair ümit devşirmesi pek kolay görünmeyen 2023 gündemimizi hatırlıyoruz.

Son beş beş senedir, sinemaya dair yaptığımız yıl sonu değerlendirmeleri giderek daha da ‘karamsar’ bir hâl alıyor. Bu yıl da farklı olmayacak maalesef. Türkiye sinemasında 2023’ü şöyle özetleyebiliriz: Kriz, sansür ve gerileme!

Bütün bunlarda ülkenin içinde bulunduğu durumun payı çok belirleyici kuşkusuz. Ülkenin genel ekonomik düzeyinden, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalardan ve memlekette entelektüel seviyedeki genel düşüşten bağımsız değil bu ‘karamsar’ hava. “2023’te Türkiye sinemasında ne oldu?” sorusuna verilecek cevaplardan birisi “çok şey” ise, bir diğeri “hiçbir şey” olabilir pekâlâ. Çünkü her şey geçen yıldan biraz daha kötü! Ve piyasa ilişkilerine sıkıştırılmış bir sektörün bileşenlerinden buna karşı bir direnç beklemek de anlamsız kalıyor hâliyle. 

Piyasa derken yalnızca ‘ticari’ motivasyonla çekilmiş yapımlardan bahsetmiyorum. Vizyona girmek, dijitalde gösterilmek ve para kazanmak için üretilen filmler değil bu bahsin konusu sadece. Seyirciyle bağları kopmuş/kopartılmış ‘sanat sineması’ da giderek festival piyasasının insafına terk edilmiş durumda. “Avrupalı festivaller”in ve yapımcıların kafalarındaki Türkiye imajları ve beklentileriyle; iktidarın kırmızı çizgilerinden kendilerini azade kılamayan yerli festivallerin hassasiyetleri arasında sıkışıp kalmış bir sektör daha fikir aşamasında otosansüre başlıyor zaten. Ki film üretim süreçleri için gerekli kaynakların hem azalmasından hem de iktidarın elinde olmasından bahsetmiyorum bile. 

En nihayetinde bu yazı “2023’te sinemada neler olup bitti” temalı bir özet olacak. Ama art arda bir sürü tatsız gelişmeyi sıralamadan önce durumun ahval ve şeraitine de kısaca değinmek gerek. Çünkü aşağıda kısa bir özet çıkaracağım manzara dönemsel değil, altı yedi yıldır devam eden, geliyorum diyen bir çöküşün sonuçları. Üstelik tıpkı genel ekonomide olduğu gibi sektörün büyük oyuncularının servetlerine servet kattığı ama küçük oyuncuların, sanat sinemasının ölüme terk edildiği bir dünya artık memleket sineması. Bu yazı bağlamında bir çözüm önerim yok. 

Ama ‘sanatı’ ve ‘örgütlenmeyi’ tekrar hatırlayarak başlayabiliriz! 

Goller Emekçinin Kalesine

En kolay yerden giriş yapalım. Gişe rakamları! Her şey ortada çünkü. Box Office Türkiye‘nin 22 Aralık 2023 tarihli (51. Hafta) verilerine göre bu yıl 30,8 milyon adet bilet kesilmiş. Geçen yılın aynı döneminde bu rakam 35,3 milyondan fazlaymış. Yani yaklaşık 5 milyon adet eksilmiş satılan bilet. Bu, rakamların pandemi sonrası toparlanma eğiliminin tersine dönmüş olması demek aynı zamanda. Memleket ekonomisinin hâli bunda temel etkenlerden birisi kuşkusuz. Sitenin verilerine göre son bir yılda bilet fiyatları yaklaşık üç kat artmış durumda. Yani krizin maliyeti seyircinin üzerine yıkılmış. Geçen yıl 51. hafta itibariyle yaklaşık 1 milyar 300 milyon TL civarında olan hasılat 5 milyonluk seyirci kaybına rağmen 2 milyar 700 milyonu geçmiş durumda şimdiden. Gişe, iki kattan fazla artırmış gelirini TL bazında. Hadi biraz daha matematik katalım. Geçen yıl aynı dönemde yaklaşık 70 milyon dolarlık bir hasılat söz konusuymuş. Kurda yüzde 50’yi aşan bir artış olmasına rağmen 95 milyon dolara çıkmış gişe geliri. Yani goller yine emekçinin kalesine atılmış aslında! Satılan bilet adedi düşerken bile krizi doğrudan seyirciye yansıtan büyük oyuncular kâr etmeye devam etmiş! Seyirciyi artırmayı değil, krizin yükünü onlara yıkmayı düşünen bir sektör eninde sonunda çöker. Yeşilçam’ı hatırlayalım. Aynı koşulların çok daha ağır biçimde devam edeceği düşünüldüğünde 2024’te gişe rakamlarının toparlanacağını öngörmek imkânsız. 

Sansür Kazanmaya Devam Ediyor

Kanun Hükmü

Memleket sinemasındaki sansür ve otosansüre dair burada tekrarlar yapmayacağım. Bu durumun billurlaştığı Altın Portakal Film Festivali’nde Kanun Hükmü belgeseline uygulanan sansür ve sonrasındaki gelişmelere dair birkaç kelam edeceğim. Çünkü sansürün, ‘muhalif bir belediye’nin himayesinde, ‘bizim çocuklar’ tarafından düzenlenen bir festivalde gerçekleşmiş olması üzerinde durulmayı hak ediyor. Gerekçe ne olursa olsun (bu örnekte Kültür Bakanlığı’nın filmin çıkarılmasına yönelik baskısı) bir filmin sansürlenmesinin bu kadar kolay, çabuk içselleştirilip gerçekleştirilmesi iktidar dışı alanlarda da belli kırmızı çizgilerin varlığının kabul edildiği olarak düşünülmeli. Festival ve belediye yönetimlerinin direnmek, sektörü desteğe çağırmak yerine kolay olanı tercih etmesi (belki de doğru bulması) ilerleyen dönemde daha fazla karşılaşacağımız bir problem olacak gibi. Nihayetinde memleketin en köklü ulusal festivalinin iptaliyle sonuçlanan bu sürecin iyi tarafından da bakabiliriz. Memlekette bazı şeyleri ‘miş gibi’ yapmanın çok da anlamlı olmadığını görmüş olduk. ‘Bağımsız’mış gibi görünen film festivallerinin yöneticilerinin sahip olduğu iktisadi ve siyasi ilişkilerin bağlayıcılığını da not düşerek devam edelim. Başta Adana ve Antalya olmak üzere festivallerin sinemanın ‘kazanılmış alanları’ olamadığı, iktidarın ve yerel yönetimlerin tahakkümünde olduğu görünür hâle geldi bir kez daha. Şimdi 2024 yerel seçimlerinde bu iki kenti yeniden ‘muhalif’ partiler kazanırsa, söz konusu festivallerle kurulacak ilişkiyi en baştan inşa etmesi ve bazı kazanımlarla yola koyulması gerekiyor sektörün. “Buralar bizim alanlarımız” sözünün kof bir beklenti olduğunu Altın Portakal’ın son iki büyük sansür krizinde gördük. Festivaller gerçekten sinemanın nefes aldığı yerler olacaksa sektörün gerçekten savunacağı bir alan inşa etmesi lazım oralarda. 

Tam burada ‘örgütlenmeyi’ yeniden hatırlayabiliriz!

Büyük Gerileme

Sanat sineması bahsine gelince, altı yedi yıldır devam eden ‘gerileme’de bir değişiklik yok. Gönül rahatlığıyla ‘yılın en iyi on yerli filmi’ listesi yaptığımız, beşlik listelere koyamayıp dışarıda bıraktığımız için üzüldüğümüz filmlerin olduğu yıllar geride kaldı. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” tadında kendilerini tekrara düşmüş iki ismin filmleri yılın en iyileri arasında, açık ara hem de. Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne‘si ve Zeki Demirkubuz’un Hayat‘ından bahsediyorum. Bu ikilinin zirvelerinin çok uzağında oldukları bir yılda bile yukarıda olmaları üzerine düşünmeye değer. Üstelik hiç kimsenin gönül rahatlığıyla değil on, beşlik bir yılın en iyi yerlileri listesi yapabildiğini sanmıyorum 2023’te. 

Hayat

Kuşkusuz bunun çok nedeni var: Bakanlık destekleri üzerine inşa edilmiş bir modelin, desteklerin siyasallaşmasıyla boşa düşmesi; artan maliyetler; ülkedeki politik ve kültürel yozlaşmanın sonuçları; ekonomik kriz; kırmızı çizgilerin bolluğu vb. Benim için bir kriter değil ama hayli uzun zamandır yurtdışındaki büyük festivallerin ana yarışmalarına olağan şüpheliler dışında isimlerin girememesinde, festival yöneticilerinin Türkiye algılarının yanında estetik olarak büyük gerilemenin de payı var. Buradan nasıl çıkılacağına dair hiçbir fikrim de yok açıkçası. 

Ama ‘sanat’ı hatırlayarak başlayabiliriz! 

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.