Şu An Okunan
Bir Şarkının Peşinde: Başarınız Sizin Olsun

Bir Şarkının Peşinde: Başarınız Sizin Olsun

Malik Bendjelloul’un Oscar ödüllü belgeseli Bir Şarkının Peşinde, Sixto Rodriguez’in sıradışı öyküsünü anlatan etkileyici bir film. Ama görünenin ardında, Amerikan rüyasının başarı ahlakına yapılan bir güzelleme de yok mu?


Bu yazı, Altyazı’nın Haziran 2013 tarihli 129. sayısında yayımlanmıştır.


Yetmişlerin Yeni Hollywood sinemasının kült filmlerinden Beş Kolay Parça’da (Five Easy Places, 1970) Jack Nicholson’ın canlandırdığı Robert Dupea, bir petrol işçisi olarak çıkar karşımıza. Film ilerledikçe, zamanında yetenekli bir piyanist olduğunu öğreniriz: Ayrıcalıklı üst sınıf yaşantısını ve çok şey vaat eden kariyerini, yani kültürel kapitalini yüzüstü bırakıp bambaşka bir hayata başlamıştır. Ama film, Robert Dupea’nın niye böyle bir seçim yaptığı üzerinde durmayıp, onun hiçbir yere demir atmadan sürdüreceği ‘yaşama hali’yle ilgilenir. Robert Dupea’nın bu yersiz yurtsuz yaşam tarzının ucunda günlük güneşlik bir özgürleşme yatmıyordur belki. Geleceği meçhuldür. Ama Beş Kolay Parça, karakteri adına konuşmaktan kaçınır. Hayatın nasıl yaşanması gerektiğini bilen bir iktidar mercii rolü takınmaz. “Bir piyanist olarak çok başarılı olabileceği hayat” karakterin “kaçırdığı bir fırsat” olarak hatırlatılmaz bu filmde. O, her ne sebeple olursa olsun, yollara düşmüşse, film de onunla birlikte o yollara bakacaktır. Beş Kolay Parça’nın egemen başarı ahlakını bozguna uğratan yönü de tam olarak budur.

Robert Dupea karakterinin beyazperdede arz-ı endam etmesi, Sixto Rodriguez’in ilk albümü Cold Fact’i yayınladığı yıla, 1970’e denk geliyor. Aynı kültürel özgürlük atmosferi içinde, ama çok farklı yerlerde doğan biri kurmaca, diğeri kanlı canlı bu iki figürün hayatlarına uzaktan baktığınızda, ikisinde de “yaşam değiştiren” bir dönemeç görebiliyorsunuz. Ama istikametleri farklı. Robert Dupea, küçük burjuva yabancılaşmasına kapılıp emeğini ucuza satmaya başlıyor, yerleşik aile hayatını geride bırakıp göçebeleşiyor. Rodriguez’i ise prodüktörler işçi sınıfının bağrında, Detroit sokaklarında keşfediyor ve emeğini pahalıya satabileceğini söylüyorlar ona. Ama beklenen olmuyor, albümleri listelere girmiyor.  Rodriguez de sadece iki albüm kaydettikten sonra Detroit’te aile kurarak hayatını sürdürüyor. Robert Dupea’nınki zenginlikten mülksüzlüğe, yersiz yurtsuzluğa uzanan bir hikâye. Rodriguez’inki ise, sokakta başlayıp zenginlik ve şöhret ihtimalinin ufukta belirlemesine uzanıyor, sonra tekrar aynı noktaya, “sıradan” ve yerleşik hayata dönüyor. Ama Rodriguez’in hikâyesi çok farklı yansıyor perdeye. Bir Şarkının Peşinde (Searching for Sugar Man, 2012) belgeselinin yönetmeni Malik Bendjelloul, bu müzisyen işçinin –Rodriguez’in kendi deyimiyle bir “müzikal politik”in– başarıya kavuşamayıp yurt bildiği yere dönüşünü romantize ederken, bunda acıklı bir şeyler buluyor. Bob Rafelson’un bundan 43 yıl önce, Beş Kolay Parça’nın yabancılaşan burjuvanın hayatına yakıştıramadığı şeyi, o iktidar pozisyonuna kolayca bürünerek yakıştırıyor Rodriguez’in hayatına. “Başka türlü olabilirdi” diyor ona; albümlerin tutsaydı farklı, belki “daha anlamlı” bir hayat yaşayabilirdin…  

Bugünün Açlık Cambazı

Bir Şarkının Peşinde eldeki sınırlı paranın tükenmesi sonucu cep telefonuyla çekilmek zorunda kalınan, halkın ilgisi sayesinde bir fenomene dönüşen, Oscar heykelciğine kadar uzanan bir belgesel. Ancak filmin kendisine baktığımızda, yapım ve tanıtım süreçlerindeki bu gönüllü çabanın, sadece ele alınan hikâyeye romantik bir tılsım katma hevesine dönüşmüş olduğunu görüyoruz. Bir Şarkının Peşinde Rodriguez’in hayatının şekillenişinde etkili olan karmaşık faktörleri deşifre etmeye çalışmaktansa, hikâyenin –sadece– can alıcı noktalarından bir ‘hakkı yenmiş sanatçı’, ‘değeri bilinmeyen bilge adam’ efsanesi çıkarmakla ilgileniyor. Hikâyesi anlatılan Rodriguez’in hayat duruşuna oldukça uzak düşen, daha çok Güney Afrika’daki hayranlarının dedektiflik güdülerine övgü niteliğinde bir belgesel çıkıyor ortaya.

Malik Bendjelloul’un Rodriguez’le yüz yüze geldiğinde ona sorduğu sorular ve bunları sorma biçimi, ideolojik bakışını açıkça ele veriyor. Yönetmenin ilk işi, Güney Afrika’daki şöhretini kastederek Rodriguez’e şu soruyu sormak oluyor: “Bu nasıl bir duygu? Hayatını tamamen değiştirecek bir olaydan habersiz olmak. Yani, iyi anlamda demek istedim.” Rodriguez “Bunun iyi olup olmadığından emin değilim” dese de, yönetmen devam ediyor benzer sorular sormaya: “Ünlü bir sanatçı olduğunuzu bilmek fena sayılmaz değil mi?”, “İnşaat işlerinde çalışmaktan hoşlandınız mı?”, “Çok farklı bir branş değil mi?”, “Üçüncü bir albüm çıkarmayı hiç düşünmediniz mi?”

Bir Şarkının Peşinde

Sorularındaki bütün bu “değil mi?”ler Bendjelloul’un, Rodriguez’in yaşam biçimine ve uğraşlarına saygı göstermediği anlamına gelmiyor kuşkusuz. Daha çok onun şöhrete karşı kayıtsızlığını ve “sıradan” hayatından memnun oluşunu, hayret uyandıracak egzotik bir bilgelik haline çevirmeye yarıyorlar. Ama asıl rahatsız edici olan nokta, Bendjelloul’un biz izleyicilerin de Rodriguez’deki bu kararlılığı şaşkınlıkla karşılayacağından son derece emin olması ve üzerimizde bu dramatik etkiyi yaratmak için belgesel boyunca didinmesi.

Bu yaklaşımın en temel sonucu, Rodriguez’in seyirciyle arasındaki mesafeyi açmak oluyor. Küçük bir mahallede, inşaat işlerinde, sendikalarda bir ömür geçirmiş olup da başarı, şöhret, zenginlik olasılıklarını hiç umursamamak, halinden memnun olabilmek, giderek anlaşılmaz bir şeye dönüşüyor bizim için. Rodriguez’inki bizim ulaşamayacağımız, dolayısıyla örnek de alamayacağımız “inanılmaz” bir bilgelik. Bize en baştan, onu uzaktan hayretle dikizleyecek izleyici pozisyonu biçilmiş bu tiyatroda.

Rodriguez’in Kaya Genç’e, Melville’in Bartleby’sini hatırlatması boşuna değil.1 Bendjelloul, “her gününü, bir sonrakinde hayatta kalmak için çalışarak geçirmeye itiraz etmeyen”bu halinden memnun insana, Bartleby’nin kayıtsızlığına karşı duyduğumuz hayretle bakmamızı istiyor belli ki. Ama şu soruyu sormak lazım bu noktada: “Biz” niye en baştan, onun dünya görüşünden uzak, yükselme hırsına sahip olmamayı anlayamayan homojen bir seyirci güruhu olarak kabul ediliyoruz? Belgeselin bizim bakışımızı önceden biliyormuş gibi yapan ve bu üstten bakışı besleyen söylem ve estetiğinde sorunlu bir taraf yok mu? Belgeselin onu sıkıştırdığı pozisyonda Rodriguez’in Bartleby’yi değil de, Kafka’nın Açlık Cambazı’nı (Ein Hungerkünstler) hatırlattığını söyleyebiliriz. Günlerce aç kalabilmesine hayret eden, ona inanmayan, “illa biz görmezken ağzına iki lokma atıyordur” diye düşünen izleyicilere, bu işin o kadar da zor olmadığını, birkaç gün sonra alışıldığını anlatmak için yanıp tutuşur Açlık Cambazı. Bir Şarkının Peşinde de, Rodriguez’e ve onu izleyen bizlere, benzer pozisyonlar biçiyor. Rodriguez, bilgeliğiyle sergilenen bir hilkat garibesine dönüşürken, biz de ona şaşkınlıkla bakıyoruz.

Oysa film Rodriguez’in diğerkâmlığını bu kadar inanılmaz bir şeymiş gibi sunmasaydı, belki bize de öyle gelmeyecekti. Paylaşılabilir bir şey olabilecekti o zaman. Ve belki asıl Bendjelloul’un bu soruları sorabilmesine hayret edecektik: Rodriguez gibi bireysel sanatçı mitolojisi üretmekten kaçınan2 biri, Güney Afrika’daki albüm satışlarını öğrendiğinde niye bunun “hayatını tamamen değiştirecek” bir şey olduğunu düşünsün ki? Böyle bir bilgi karşısında aklına gelecek ilk şey bu olabilir mi? Örneğin, sorulsaydı Apartheid karşıtı harekete ilham vermiş olmanın nasıl bir duygu olduğu üzerine konuşabilirdi, başka söyleşilerde konuştuğu gibi.

“Hayata Dönüş” Operasyonu

Rodriguez’in 1967 yılında, –albümlerini yayınlayıp satmadan önce– kaydettiği ilk şarkı olan I’ll Slip Away’in nakaratı şöyle: “Belki sıvışıp giderim / Başarı sembolleriniz sizin olsun / Ben kendi mutluluğumu ararım.”3 Oyunu piyasanın kurallarıyla oynamaya pek hevesli olmadığı, her an sıvışabileceğini çok önceden sezdirmiş, belgeselde de vurgulandığı üzere. Ama Bir Şarkının Peşinde onun deyim yerindeyse düşünce kronolojisini pek önemsemeyerek, sanki her şey albümlerinin tutmaması “trajedisi”ne bağlıymış gibi bir intiba yaratmayı tercih ediyor.

Bendjelloul’un bu yaklaşımının Bir Şarkının Peşinde’yi, hayatı tek bir dönüm noktasından hareketle okuyan, zamandan mahrum bırakıp bir ‘öyle olsaydı böyle, böyle olsaydı öyle olacaktı’ tiyatrosuna çeviren günümüzün kurmaca yaşam öyküsü filmlerine (biopic) yaklaştırdığını söylemek mümkün. Bendjelloul anlatıyı, Rodriguez’in (yazının ilerleyen kısımlarında pek de öyle olmadığını açıklayacağımız) “makus kaderi” üzerine inşa ediyor, bireysel düzlemde tutuyor ve bunun uyandıracağı dramatik etkilerden medet umuyor. Bu uğurda, Rodriguez’in Güney Afrika’dan çok önce, Avustralya’da ünlendiğini, 70’lerin sonunda Sydney’de 15 bin kişiye konser verdiğini saklayacak kadar ileri gidiyor. Şarkılarıyla toplumsal hareketlere şevk vermiş bir müzisyenden bahsediyoruz ama Bendjelloul daha çok şunu düşünmemizi istiyor: Albümler tutsaydı ve o noktada hayatı tamamen değişseydi bu insan şu an nerede olurdu?

“Devam etseydi çok ünlü olurdu”lardan geçilmiyor filmde. Söz dönüp dolaşıp rock tarihinin bilumum “en”leri arasına girebilecek bir sanatçının görmezden gelinişine bağlanıyor. Prodüktörlerin “bir bakın şu şarkıya, bu nasıl tutmaz, aklım almıyor” türünden laflarına gereğinden çok fazla yer açılıyor. Rodriguez’in başarıya kavuşamamasının giderek daha da “inanılmaz” bir şey gibi görünmesi için her şey yapılıyor.

Yönetmen, Rodriguez’in müzik dünyasında hak ettiği yeri bulmayışına yönelik soruları yanıtsız bırakışını da, “bilge adam” kurgusuna hizmet edecek biçimde onun tevazuuna (yani kişisel özelliğine) yazmış. Rodriguez’in bütün bunlara karşı ilgisizliğinin, tevazuuyla, alçak gönüllükle değil de, işçi hareketinde aktif rol almış bir insanın tek ve özel değil, sokakla birlikte, bütünün parçası olarak anılma isteğiyle alakalı olabileceğini, ancak onun şarkı sözlerine kulak kabarttığımızda anlayabiliyoruz.

Bir Şarkının Peşinde düşük ya da büyük bütçeyle çekilmiş binlerce benzeri gibi, bir sanatçının eserlerine değer vermenin onu bütünden koparmaktan, ‘özel’leştirmekten geçtiğini zanneden, değer vermenin başka bir yolunu bilmeyen filmlerden. Bu filmi benzerlerinden ayıran tek şey de, hikâyesini anlattığı sanatçının dünya görüşünün, filmde kutsanan bireysel mitolojiye taban tabana zıt olması. Bu durumun Bir Şarkının Peşinde’ye, hesaplanmamış bir ironi kattığını söyleyebiliriz: Film ve Rodriguez sürekli ayrı tellerden çalıyorlar.

Kendisiyle sonradan yapılan söyleşilerde, müzikten uzak geçmiş yıllar için hayıflanıp hayıflanmadığı sorulduğunda Rodriguez “Ben kaybolmadım ki, nerede olduğumu, ne yaptığımı çok iyi biliyordum” diyecek ve gitar çalmaya, şarkı bestelemeye de devam ettiğini belirtecek. Çünkü Bendjelloul, Rodriguez’e biçtiği hayat kurgusuna zarar gelmesin diye bu gerçeği belgeselden olabildiğince uzak tutmuş: Sırf 90’larda tekrardan sahneye çıkmasını “doğal yaşam alanına dönüş” olarak lanse edebilmek uğruna, Rodriguez’in inşaat işçilerinin çalışma koşullarını iyileştirme yönünde faaliyetlerde bulunduğu yılları “müziksiz geçen kayıp zaman” ilan ediveriyor.4 Bütün bunlar, Bendjelloul’un sadece kayıtlara geçmiş, medyanın ilgisiyle, sanatsal otorite mercilerinin kabulüyle onanmış başarıyı başarıdan sayan bakışının emareleri. Kameraların objektifinin yakalamadığı, seyircisini bulmayan gayretleri, şarkıları, duyarlıkları, yetenekleri hiçe sayan ya da gözlerden ırak yaşanabilmelerini egzotik, gizemli bir bilgelik hali olarak dışlayan bir yaklaşım bu. Filmin hikâyeyi kurgulama biçimi de bu bakışını fazlasıyla ortaya koyuyor.

Başlangıçta halen yaşıyor olduğu seyirciden gizlenen Rodriguez, 60’ların Detroit’inin liman barlarının dumanı içinde sırra kadem basmış bir yeraltı efsanesi gibi çizilmiş. Sislerin içinde kaybolmuş esrarengiz bir siluet. Bu estetik gizemselleştirme, Rodriguez’in albümleri tutmayınca sahnede kendini yakarak intihar ettiğine dair söylentinin ideolojik kaynağını filmin de benimsediğine işaret. Bir şarkıcının, meta döngüsünün, üretim-tüketim çarkının, yani müzik piyasasının sınırlarının dışına çıkmasının “intihar” olarak günlük dilde karşılık bulmasını anlamak mümkün. Nihayetinde söylenceler kapitalist ekonomi terminolojisini yeniden üretir: Albümleri iş yapmıyorsa, ölmüştür, bitmiştir… Asıl yadırganacak olan, Rodriguez’e ithaf edilen böylesi bir filmin de birebir bu kapitalist terminolojiden hareketle kurgulanması. İntihar analojisini kurgu mantığına taşıyarak Rodriguez’in öldüğüne dair bir intiba uyandıran belgesel, onu ancak hikâyesinin ardındaki sis dağılmaya başladığında gün ışığına çıkarıyor.  Sahneden uzak, gözlerden ırak kalmasını, onun ölümünün metaforu olarak kullanıyor. 60’lar Detroit’inin duman altı barlarında başlayan, albümlerinin satmamasıyla kesintiye uğrayan ve yeniden sahneye (“doğal yaşam alanına”) kavuşmayla devam eden bir hayata dönüş masalı bu.

“Başarısızlığa” Kaza Süsü

Film, söz konusu hayata dönüş mitolojisini kurmak, parçalarını birbirine bağlamak uğruna, pek çok mevzuya yüzeysel açıklamalar getirmekten de çekinmiyor. Örneğin Meksikalı göçmen bir işçi ailenin çocuğu oluşu ve sahne isminin bunu yansıtışı, Rodriguez’in piyasada tutmayışının ardındaki sebep halkasının parçalarından biri olduğu su götürmez. Fakat belgeselin, bugünün değer yargılarıyla en kolay özdeşim kurulabilecek bu faktöre özellikle işaret ederken, etkisi çok daha geniş çaplı olan piyasa temelli faktörleri es geçmesi affedilecek şey değil.

Rodriguez’in albümlerini çıkardığı 70’ler, folk müziğin muhalif unsurlarının müzik endüstrisi tarafından ehlileştirilmeye başladığı yıllar. Scorsese’nin Bob Dylan belgeseli Eve Dönüş Yok’ta (No Direction Home, 2005) da aktarıldığı üzere, bu yıllarda piyasada tutunmayı başaranlar, müziklerini radikal unsurlardan ayıklayıp, piyasanın talep ettiği ‘pop müzik grubu’ kıvamında revize edenler oluyor. Yine aynı belgeselde Bobby Neuwirth’un sarf ettiği sözler, 60’lar ve 70’lerin ABD’sinde başarı kavramına yaklaşımın ne ölçüde değiştiğini ortaya koyuyor: “O günlerde (60’lar) sanatsal başarı dolar güdümlü değildi. İnsanlar söyleyecek bir şeye sahip olup olmamalarıyla değerlendiriliyorlardı. Örneğin ‘Ornette Coleman’ı izledin mi? Söyleyecek sözü var mıymış?’ diye sorarlardı. Bob Dylan için de, diğer herkes için de aynı şey geçerliydi.” Neuwirth’ün bahsettiği bu ‘herkes’in içinde kuşkusuz Sixto Rodriguez de var: “Söyleyecek sözü olduğu” için sokaklarda, barlarda, eylemlerde itibar görüyor ve diğer pek çok folk şarkıcısı gibi 70’lerin ticari rekabet dünyasında kayboluyor. Bir Şarkının Peşinde ise Rodriguez’in başarısızlığını ‘esrarengiz bir vaka’ya çevirmek için, onun hikâyesini, ticarileşen müzik dünyası içinde kendine yer bulamayan diğer folk müzisyenlerinden ayırıyor.Yoksul kesimlerin sesi olduğu söylenen, sokaktaki yaşamla bütünleşen, işçileri örgütleyen, hayatını hep dayanışma içinde sürdürmüş bir insana bu denli çok yalnızlık imgesi biçilmesinde büyük bir gariplik yok mu? Boş bir şehirde tek başına kalmış bir adamı resmeden animasyonlar, sisler içindeki siluetler ve en nihayetinde de Rodriguez’in mahallesinde tek başına yürüyüşünü aktaran kaydırma planları… Bu film, ‘çevre’ dediğimiz, ‘dünya’ dediğimiz şeyi müzik pazarından ibaret görüyor olabilir mi? Bu yüzden mi onu sürekli yalnızlık içinde gösteriyor?

Bir Şarkının Peşinde

Prodüktörlerinden Steve Rowland’ın ifade ettiği üzere belki “en hatırlanmaya değer” folk şarkıcısı da olabilir, ama bir gerçek var ki Rodriguez, piyasanın yuttuğu tek yetenek değildi. Rodriguez o gün olduğu gibi, bugün de bunun farkında ve koca belgeselde bir tek o, yani sanatçının kendisi, hikâyesinin yüceltilecek bir tarafı olmadığını, sessizliğiyle dile getiriyor.

Bütün bunlar hesaba katıldığında Bir Şarkının Peşinde’yi bir anti-başarı hikâyesi, müzik piyasasının görmezden geldiği bir değere itibarını iade ederek piyasaya karşı konumlanan bir film olarak görmek çok yanlış olur. Bu film daha çok tepetaklak edilmiş bir başarı hikâyesi. Aslında başarılı olmak için yaratılmış olan, alın yazısında ‘dünya çapında şöhret’ olan, para olan, ama hakkını bulamayarak sokağa düşmüş olan bir adamın mitolojisini yoktan var ediyor film. Yıllar sonra tekrardan yazılan, geç kalmış bir başarı hikâyesine çeviriyor Rodriguez’i. Yaşadığı, havasını soluduğu sokaklardan ‘dünya’ kabul ettiği piyasaya geri teslim ediyor onu. Nasıl, Amerikan rüyasını pusula edinen başarı hikâyeleri, her şeye, her türlü engele rağmen yükselen ve kendini kabul ettiren sıradan insanların hikâyesini anlatıyorsa, Bir Şarkının Peşinde de, bunun “her nasılsa” gerçekleşmediği bir durumu alıp aynı pusulaya devrediyor. Rodriguez, bu belgesel sayesinde “her şeye rağmen”, işçi sınıfının bağrından çıkarak birer birer basamakları tırmanıyor.5

Şarkı

Bir Şarkının Peşinde, kültür sanayisi karşısında bugün çokça hissettiğimiz borçlanma duygusuyla hesaplaşmaya çağırıyor bizi. Ama bu çağrı, film sayesinde değil, Rodriguez’in filmdeki duruşu ve müziği sayesinde işitilir oluyor. Bize bu olağanüstü insanı ve müziğini tanıttığı, bilinir kıldığı için kendimizi Bir Şarkının Peşinde’ye borçlu hissedebiliriz. Ama aslında tek borcumuz, hayatların ve şarkıların, sadece kameralar karşısında, büyük kitlelerin huzurunda değer kazanmadığını, kendi başına değerli sayılabileceği bilincini koruyabilmemiz için bize cesaret veren Rodriguez’e. Onu dünyaca ünlü kılan bu filme borçlu kalmak, dünyanın huzuruna çıkmasa da kendi çevresindeki hayatlara çok daha güçlü tesir eden gayretlere sırt çevirmekle bir çünkü. Bu film olmasaydı Rodriguez’i tanımazdık, diye düşünmekten önce, o olmasaydı bu film olmazdı, diye düşünmeli belki. Dostların yanı başında söylenen, listelere yansımayan, tarihe geçmeyen, duymadığımız şarkılara da değerlerini teslim etmek için. 


NOTLAR [1] Kaya Genç, “Başarmayanların Hikâyeleri”, Sabit Fikir 26 (2013): 25. [2] Rodriguez’in şarkıları, sanatsal hiyerarşi ve rekabeti canlı kılan benzersizlik, biriciklik, özgünlük gibi mitik kavramların altını oyan öğeler içeriyor. Örneğin şu dizeler Crucify Your Mind’dan: “Özel bir şeylere sahip olduğu iddia ediyorsun / Benzersiz dediğin bir şeylere (…) Ve bir şeyler vaat ettiğini varsayıyorsun / parlak ve taze sırlar / peki hiç düşündün mü ne kadarı taklit?” [3] Aynı dönemde yazdığı başka şarkılarda da benzer ifadeler bulmak mümkün, örneğin Rich Folks Hoax’un nakaratı: “Şu başarınız dediğiniz şeyden bahsetmeyin bana / Ya da mutluluğum için verdiğiniz reçetelerden / Yatakta, kafam dumanlıyken / Şu gerçekleşiyor olduğunu iddia ettiğiniz illüzyonlar yok mu / Onları hiçbir zaman hazmedemedim.” [4] Birlikte katıldıkları bir söyleşide, Rodriguez’in “ben kaybolmamıştım, ne yaptığımı, nerede olduğumu çok iyi biliyordum” demesi üzerine yönetmen sözü alıyor ve onun gitar çalmaya devam ettiğini bilmesine (üstelik belgeselde de söyleniyor bu!) karşın “30 yıl boyunca çalmadı” diyor, ardından da alenen Rodriguez adına konuşmaya başlayıp “Sırtında gitarını taşıyordun ama hiç çalmıyordun, sahneye çıktığındaysa doğal yaşam alanını yeniden bulmuş gibiydin” diyebiliyor. “Searching for Sugar Man’s Sixto Rodriguez – ‘I was never lost’,” The Guardian, 24 Temmuz 2012, erişim 21 Mayıs 2013, <goo.gl/naCSC>. [5] Bir söyleşide filmi “Tipik bir fakirlikten zenginliğe hikâyesi bu. Zenginlikten fakirliğe olmasından daha iyi tabii” şeklinde niteleyen Rodriguez’in bu sözlerinde bir tutam iğneleme olduğunu düşünmek mümkün.


Bir Şarkının Peşinde, 22 Şubat 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.