Dövüş Kulübü: Depresif Umut
Sistemin sponsorluğunda tüketim toplumunu topa tutan Dövüş Kulübü, temsil ettiği özgürleşme hayaliyle bir dönemin halet-i ruhiyesine damga vurmuş bir film.
Bu yazı, Altyazı’nın Aralık 2020 tarihli 202. sayısında yayımlanmıştır.
Üzerinde mutabık kalınabilir bir gerçeklik algısının iyiden iyiye buharlaştığı 21. yüzyıl başlamadan hemen önce çekilmiş bir ‘akıl yitimi’ filmi olarak, Dövüş Kulübü (Fight Club, 1999) tam bir zamanlama şaheseri: aklınızı kaçırmak için köprüden önceki son çıkış. O çıkışı çoktan geçtik, yolu dümdüz takip ettik ve şimdi buradayız; sistemin o çok şikayet ettiğimiz beyaz yakalı kölelikleri ve beraberindeki güvenceyi dahi vaat etmediği, bir yandan da ‘1984’ün buz gibi soluğunu iyice ensemizde hissettiğimiz bugünde. Muhtemelen ne kitabı yazan Chuck Palahniuk ne de filmini çeken David Fincher aksini tahmin etmişti zaten. Dövüş Kulübü, sistemin gidişatının durdurulabileceğine dair bir inançtan ziyade, buna dair arzunun anlatısıydı. Bu arzunun ‘sistemin sponsorluğu’nda çarpıcı biçimde dışavurulabildiği son klasiklerden biri olarak yazıldı sinema tarihine. David Fincher, o dönemde Kurtuluş Günü (Independence Day, 1996), Titanik (Titanic, 1997) gibi filmlerle gişenin tozunu attıran Fox gibi bir stüdyoyu (hem de Yaratık 3 (Alien³, 1992) deneyiminden sonra arası bir hayli kötüyken), tüketim toplumunu topa tutan bir projeye ikna edebilmişti.
Brian Raftery’nin ‘Best. Movie. Year. Ever.’ kitabının Dövüş Kulübü’nü anlattığı kısmına bakılırsa, Fincher stüdyoyu ikna etmek için şu tiradı atmıştı: “İki yolu var: Bu filmin 3 milyon dolarlık bir videoteyp versiyonunu yapıp kışkırtıcı küçük keskin çubuğunu birisinin gözüne sokabilirsin… Gerçek bir ‘isyana tahrik eylemi’ ise, filme onlarca milyon dolar yatırmak, içine film yıldızlarını koymak ve insanların gidip şizofrenik bir kaçığın tüketim kültürü karşıtı atıp tutmaları hakkında konuşmalarını sağlamak olurdu.”
Bir Özgürleşme Hayali
Böylesi bir “eylem”e onay veren ve hattâ finalde havaya uçuruluyormuş gibi görünen binalardan birinin 20th Century Fox binası olmasına da izin veren stüdyo şefi Bill Mechanic, ortaya çıkan eser için CEO’dan hakaret yiyecek ve bir sene içinde işten kovulacaktı. Pek çok eleştirmen tarafından sevilse de anaakım medyada verip veriştirilen film, gişede de fena batmıştı zaten. Hollywood’da bir yenilgi intibası bırakmıştı önce. Halbuki Fincher’ın yaktığı fitilin sonuna gelmesi hiç uzun sürmedi; Dövüş Kulübü aslında vizyondan kalktığı sırada bir kült filme dönüşmüştü bile. İnsanlar, hem de geniş kitleler, sahiden de uzun süre Jack/Tyler Durden “kaçığının” felsefesi hakkında konuştular. Tyler’ın geçen yıl izlediğimiz bir başka kaosçu kaçıktan, bir diğer ‘hayal kırıklığına uğramış beyaz erkek’ olan Joker’den en büyük farkı, silahını elde edemediği kadına, siyah komşularına, gariban sosyal görevliye veya şahıslara değil, doğrudan sisteme doğrultmuş olmasıydı. Dövüş Kulübü mensupları, Joker’in cinayetleriyle galeyana gelmiş holiganlardan farklı olarak, hedefe yönelik stratejik saldırılarda bulunuyordu. Joker’de (2019) radikal sağ ile belirsiz bir flört içinde, ‘ucube’, umutsuz ve endişe verici bir ihtimal olarak resmedilen isyan kavramı, Dövüş Kulübü’nde bir özgürleşme hayaline, ruhun bölünmüş parçalarını birbirine entegre etme umuduna, hattâ neredeyse nihilizmi romantizme çevirerek “el ele tutuşma”ya tekabül ediyordu. Başka bir deyişle, Joker gibi zırdeliliğe değil de, rasyonel aklı ‘tatile göndermek’ suretiyle bilakis delirmekten kurtulmaya.
Tüm bunlar dönemin ruhuyla yakından ilgiliydi elbette. Karşı kültürün yeraltından sızıntıları popüler kültürün mecralarına hâlâ zerk edebildiği, sarsıcı ve ilerici potansiyelini tam olarak yitirmediği, hattâ podyumdaki son görkemli geçişini gerçekleştirdiği dönemdi. Trainspotting’in (1996) efsaneleştiği ve Matrix’in en çok izlenen filmlerden biri olduğu; Björk kadar avangard bir müzisyenin, Nirvana kadar yüksek volümlü bir öfkenin vitrinde en öne geçebildiği; gençlerin (X Kuşağı’nın) anne-babalarıyla aralarında büyük bir kuşak çatışması hissettiği ve onlara benzemek istemediklerinden emin oldukları bir onyılın kapanışı… Fincher kitabı tam da böyle yorumladığını anlatıyor zaten, kendi kuşağının Aşk Mevsimi (The Graduate, 1967) olarak. “Bir hiciv yapıyorduk. Diyorduk ki, bu film binaları havaya uçurma konusunda, Aşk Mevsimi’nin, annenin arkadaşıyla yatmak konusunda olduğu kadar ciddi.”
Sistemin Karargâhına Bomba
Ciddi olan kısmı şuydu; daima iyi bir ‘popçu’ olan fakat popülizm batağına da asla saplanmayan Fincher filmin mizahi yaklaşımının ‘hiciv’ dolaylarında kalmasına özen göstermiş, tam bir ‘komedi’ye dönüşmesine izin vermemişti. Dönemin en gözde yıldızıyla ve dönemin gençliğinin ağzı açık bakakalacağı bir estetikle pop damarı çok iyi yakalamış ama sistemin karargâhının ortasındayken birkaç el bombası atmadan da çıkmamıştı. Fincher bunu nasıl yapmıştı? Filmi bire bir, her unsuruyla, metindeki ruh hâlinin kendisine dönüştürerek. En basitinden, veya en bariz örnek, Tyler Durden gibi ‘vizyon filmi’nin arasına bir porno karesi atarak ve bu tavrı mecazi anlamda da filme yedirerek. Müzik videosu yönetmeni olarak hâlihazırda defalarca sergilemiş olduğu güçlü çağrışımlar yaratma, seyirciyi bir âna dâhil etme becerisini kusursuz bir zanaatle kahramanının zihnine yönelterek.
Dövüş Kulübü’nün önemli bir izleği de, “kadınlar tarafından yetiştirilmiş” olmaktan şikayet eden, “savaşmamış etmemiş”, günün şartlarında ‘mitolojik kahraman’a tam nereden bağlanacağını bilemeyen bir güruhun var oluş krizi elbette. Filmin çekim aşamasına dair hikâyeleri okuyunca, Fincher dâhil (Helena Bonham Carter hariç!) ekipteki anahtar isimlerin hepsinin, nasıl da filmdeki karakterlerin öfkesiyle kolayca özdeşleşmiş olduklarını, prodüksiyonu nasıl da o ‘erkek dayanışması’ aşkıyla gerçekleştirdiklerini görebiliyorsunuz. Dövüş Kulübü, geç kapitalizmin büyük şehrinde ne kovboyculuk ne de ‘bir şeyin askeri’ rolünü ağız tadıyla oynayabilen erkekler için yaratılmış bir fantezi. Yine de ayağını bastığı karşı kültür zemini, belli gruplardan da çok bireyin var oluş kavgasına destek atan doğasıyla kapsayıcı ve yirmi küsur yıl içinde filmi klasikleştiren unsur da, o ‘depresif umut’ olmuş gibi görünüyor.
Dövüş Kulübü, 7 Mart 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.
Kültür-sanat gazeteciliğine 1999’da Radikal’de başladı. Sanat etkinlikleri düzenledi; radyo için müzik programı hazırlayıp sundu; kamera arkası belgeselleri ve kısa video’lar çekip kurguladı; sinemadan esinlenen iki sahne performansı yazıp yönetti. Haziran 2019 - Şubat 2022 tarihleri arasında Altyazı Sinema Dergisi'nde editörlük yaptı. SİYAD ve FIPRESCI üyesi.