Maddenin Hâlleri: Sıradan Belirsizliklerin İzinde
Deniz Tortum’un dünya prömiyerini Rotterdam’da yaptıktan sonra Antalya ve İstanbul gibi festivallerden ödülle dönen belgeseli Maddenin Hâlleri, gözünü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin günlük yaşamına dikiyor. Tortum’un kamerasının konusuna bakışında sıradan belirsizliklerden özgün ifade alanları devşiren, güçlü bir gözlemci üslup saklı.
Deniz Tortum farklı alanlardaki üretimleriyle tanıdığımız bir yönetmen. Lise yıllarından itibaren deneysel kurmaca alanında başlayan üretimi ve 2012 tarihli orta metrajı Zayiat’ın ardından belgesele yönelen Tortum, If Only There Were Peace (2017) adlı kısa belgeseli ve Can Eskinazi’yle birlikte Anadolu Turnesi (2017) adlı uzun metrajı yönetti. Son olarak Emre Yeksan’ın Yuva (2018) filminin evrenini genişleten VR (sanal gerçeklik) projesi Selyatağı’yla (2018) seyirci karşısına çıkan Tortum’un sanatsal dünyası, VR başta olmak üzere çeşitli formlar ve üretim biçimlerindeki özgün sinemasal ifade alanlarını araştıran, bu ifade alanlarının film üretimi ve malzemesi üzerindeki etkilerini inceleyen deneysel bir bağlama sahip. Diğer yandan Tortum, belgesellerinde günlük hayatın olağan akışı ve küçük anlardaki değer üzerine yoğunlaşıyor. Yönetmenin pek çok festivalden ödülle dönen son filmi Maddenin Hâlleri (2020) de Tortum’un bu çokdisiplinli ve sıradana odaklanan üretim biçimini kendine has bir sinemasal ifade alanıyla buluşturan özgün bir gözlemci belgesel.
Görünenin Ötesi
Maddenin Hâlleri, 2015’te hakkında çıkan yıkım kararının ardından kamuoyunu epey meşgul eden Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin günlük yaşamına gözünü dikiyor. Tortum’un kamerası filmin başındaki epigrafla açık ettiği üzere babasının uzun süre görev yaptığı, kendisinin de doğduğu ve hayatında önemli bir yere sahip olan hastanenin koridorlarında, ameliyathanelerinde, doktor ve hasta odalarında, morgunda isimsiz bir gözlemci gibi dolanıyor. Odalar, insanlar ve yaşananlar arasında herhangi bir kurgusal/dramatik bağlantı aramaksızın kamera aracılığıyla bir mekânın duyusal ve fiziksel krokisini çıkarıyor. Öte yandan Tortum’un filmini bundan çok daha fazlası yapan şey de bu mekâna yönelen bakışın kendisinden doğurduğu, algılamaya, anlamaya, alan açmaya ve tüm bunlar üzerine düşünmeye meyilli belirsizlik alanlarında saklı.
Deniz Tortum, Bir + Bir’den Ayşegül Oğuz’la yaptığı söyleşide tıbbın belirsizlikleri kabul etmekle ilgili bir meslek olması üzerinden belgeselin de benzer bir alan sunup sunmadığı hakkındaki soruya şu yanıtı veriyor: “Bu film de belirsizlik içinde bir yer bulma çabası. Yani cevabı bulduktan sonra yapılmış bir film değil. Hastaneyi anlamaya çalışırken ve orada olanlara hayretle bakarken ortaya çıkan bir şey.” Bir belgeselcinin gözüne ve pozisyonuna dair bir çerçeve de sunan bu temel ifadeler Tortum’un sinemasal ifade arayışı açısından önemli bir yere oturuyor. Zira hem Anadolu Turnesi hem Zayiat hem de bir ölçüde Selyatağı bazı belirsizlik alanlarına hatırı sayılır önem atfeden, kimi zaman anlam dünyasını bu belirsizliklerden süzen işler. Maddenin Hâlleri de Anadolu Turnesi de sinemacının bir sonuç ya da nihai anlam beklentisi olmaksızın, kendini gidişatı belirsiz bir gerçekliğin karşısına koyup onu anlamaya, açmaya çalışma çabasıyla ilgilendiği belgeseller. Anadolu Turnesi’nde turnesi takip edilen müzik grubu üyelerinin hissiyatına ortak olarak yolculuğun bilinmezliği üzerinden şekillenen anlatı, Maddenin Hâlleri’nde de hastane gibi gizemli ve “steril” bir ortama ilk bakışta dâhil olmanın, oradaki mesaiyi anlamanın zorluğundan güç alıyor. Zira ısrarla o anda kalmaya inat ediyor yönetmen. Bir ameliyata, tıbbi atıkların dışarıya çıkarılmasına veya röntgen çekimine tanıklık eden kamera, o olayın etrafını bilgilerle sarıp bir anlam ve hikâye kurgusu oluşturmak yerine o an gözleyebildiklerine odaklanıp belirsizlikleri, anlamsızlıkları kabul ediyor. Neden-sonuç ilişkisini önemsemiyor. Belki de bu yüzden iki filmin de taşıdığı döngüsellik ve oyunbazlık seyirciyi görünenin ötesindekini açığa çıkartmaya, ölüm, yaşam ve varoluş hakkında düşündürmeye cüret edebiliyor.
Maddenin Hâlleri, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne bir yaşam alanı, bir habitat, bir ekosistem olarak yaklaşıyor. Karmaşık bir organizmayı bir çırpıda lineer bir anlatıyla, dramatik bir kurguyla anlamaya çalışmanın nafileliğini vurgular biçimde kamerayı bu organizmaya duyarlı, edilgen, geçirgen, anlamaya odaklı bir pozisyonda kullanıyor. Kameranın devam etmekte olan bir ameliyatın etrafında döndüğünü, gözünün sigara içen bir hasta yakınına takıldığını, viziteye çıkan bir doktoru izlediğini, yemek molasında hastalar hakkında konuşan doktorların muhabbetine kulak kabarttığını peş peşe deneyimliyoruz. Sahneler arasında kurulabilecek dramatik bağlarla ilgilenmiyor, onları müstakilleştiriyor Deniz Tortum. Bu yöntemiyle Türkiye sinemasında örneklerini görmeye pek de alışkın olmadığımız, gözlemci belgesel geleneğini hatırlatan bir dünya kurduğunu söylemek mümkün.
Öte yandan Deniz Tortum’un bir ortamı anlama gayreti etrafında kurduğu filmi, konu edindiği hastaneyi, ele aldığı “madde”yi farklı yönleriyle incelerken bakışı farklı uzamlarda pek çok varoluşsal, soyut ve ikircikli konuyu somut gerçekliklerin yanına koyuyor. Bir kadavra sahnesiyle açılan, bir eğitim ve araştırma hastanesinde son derece pratik işlevler taşıyan ilkyardım mankenlerine ya da eğitim amaçlı kullanılan bir insan uzvuna uzun uzun bakakalan kameranın görüntü üzerinde kat ettiği somut zaman, yaşam ile ölümü birbirine eşleyen (ya da onları ayıran) zaman olgusunu kolaylıkla çağırıyor seyircinin zihnine. Aynı şekilde camın arkasından ağrılar içinde röntgenini çektirmeye çalışan bir hastayı izlerken günlük sohbetine devam eden çalışanların konuşmasına kulak kabartarak sıradanla hayati olana aynı anda bakan kamera bunu bir kontrasttan ziyade olağan bir durum olarak resmettikçe, bu mekânın ruhuna ve sağlık çalışanı olmanın özüne dair, ifadesi zor bir sürü soruyu ortaya koymuş oluyor. Bu, filmin özünde bulunan yok olacak, yıkılacak bir dünyaya yıkılmadan tanıklık etme arzusuyla da birleşince maddenin her türlü hâline duyarlı, meraklı, tek bir anlam ve ifadeyle yetinmeyecek kadar olgun ve gerçekçi bir perspektif sunuyor izleyiciye.
Farklı Formların İfadeleri
Filmin görüntüyle, film malzemesinin teknolojik ve yöntemsel formlarıyla girdiği ilişkide de aslında bu alımlama çabasını çeşitlendiren ve boyutlandıran bir taraf var. Filmin muhtemelen hafızalarda en çok yer edecek uzun ameliyat sahnesi planındaki neredeyse şairane denebilecek estetikte de, farklı şekillerde kullanılan röntgen ve ameliyat kamerası görüntülerinde de aynı merakın izleri var. Bu anlamıyla kameranın baktığı, izlediği mekânla ilişkisi üzerine ve farklı formların açtığı sinemasal ifade alanları üzerine düşünen bir tarafı da var Maddenin Hâlleri’nin. Tortum’un bilhassa VR işlerinde gördüğümüz, çeşitli teknolojik formların film malzemesine sunduklarını didikleyen bu tavır, burada da mekânın ruhuna uygun şekilde kendisini gösteriyor. Kameranın varlığı, geçirgenliği, ontolojisi ve alımlama ehliyeti üzerine düşünen film, objektiflik kaygısını da ikincilleştirerek şahsi, varoluşsal bir düzlemin zeminini kuruyor.
Başladığı gibi belirsizliklerle ve sıradanlığa karşı merakla ilerleyen Maddenin Hâlleri, finaliyle de bakışını çeşitlendirerek sona eriyor. Film boyunca koridorlarında gezerek, odalarına girip çıkarak, konuşmaları dinleyerek mekânın ruhunu emmeye çalışan kamera, filmin sonunda debisini kaybedip yavaşlıyor ve bir anlamda zamansızlaşıyor, hafifliyor. Görüntülerin önce siyah-beyaza, pelikül çağrışımına, filmin en pür ve ilkel hâline, sonra da –film, yaşam ve varoluş üzerine ironik bağlantılar kurarcasına– eşyanın moleküllerine dönüşmesini izliyoruz. Mekânın hissiyatını, onun üstünde yaşayanların dünyasını, binayı, çevresini ve dokusunu arşınlayan film, hem doymak bilmez bir iştah hem de nafile bir anlam arayışıyla maddenin en derinine inmek istiyor sanki. Ve seyirciyi orada uğurluyor. Yok olup gitmekle yüz yüze gelmiş bir mekânı her hücresine kadar tanıma, açığa çıkartma ve ona tanıklık etme arzusuyla çerçevelediği dünyasını bir yanıyla metafizik dahi denilebilecek bir bilimsel tünelden geçirerek zamana armağan ediyor. Özellikle böyle bir salgın döneminde izlemesi oldukça zor olan bu hastane filminden düşünsel, yaşamsal bir tatminle ayrılabilmemizin özünde de anlam arayışını bir tür nafilelikle eşleyen, eşyanın tabiatına duyarlı o bakış var muhtemelen.
Maddenin Hâlleri, 19 Haziran 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.
1988'de İstanbul'da doğdu. İstanbul ve Mimar Sinan üniversitelerinde sosyoloji eğitimi aldı. Çeşitli yayınevlerinde editörlük yaptı, sinema ve edebiyat üzerine yazılar yazdı. 2017 yılında yazmaya başladığı Altyazı’da editör ve yazı işleri müdürü olarak görev alıyor. SİYAD ve FIPRESCI üyesi.