Şu An Okunan
Priscilla: Bir Rüyadan Uyanmak

Priscilla: Bir Rüyadan Uyanmak

Sofia Coppola, yeni filmi Priscilla‘da Priscilla Presley’nin Elvis’le olan uzun süreli ilişkisini ve evliliğini ele alıyor. Günümüzün gösterişli biyografi filmlerinden farklı bir yol izleyen yönetmen, bu masalsı hikâyeyi buğulu bir rehavete bulayarak, hatta yer yer huzursuz edici hâle getirerek perdeye taşıyor. 

Sofia Coppola’nın Venedik Film Festivali’nde Cailee Spaeny’ye En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandıran yeni filmi Priscilla (2023), 1985 tarihli ‘Elvis and Me‘ (Elvis ve Ben) isimli otobiyografik kitabın oldukça serbest bir uyarlaması. Priscilla Presley’nin Elvis’le olan uzun süreli ilişkisini ve evliliğini ele aldığı kitap, Elvis’in çalkantılı yaşamı ve kariyeri hakkında pek çok detay içeriyor. Hatta bir bakıma kitaptaki Priscilla, ancak Elvis’in hayatında bir rol üstlendiği sürece var olabiliyor neredeyse. Fakat Coppola, bu hikâyeyi filmleştirirken Priscilla’yı sadece Elvis ile olan bağı üzerinden tanımlamayı reddediyor. Genç kadının Elvis’in yokluğunda yaşadıklarına, hissettiklerine geniş yer ayırıyor. Mesela Priscilla’nın liseden mezun olabilmek için geçmesi gereken sınavda neler yaptığı, Elvis’in herhangi bir konserinden, albümünden, skandalından çok daha önemli Coppola için. Priscilla ile henüz on dört yaşındayken, asker olan babasının atandığı Almanya’daki bir askerî üste sıkıntıyla zaman öldürdüğü sırada tanışıyoruz. Elvis ortaya çıktıktan sonra bile ikonik bir rock yıldızı yerine bu sıradan genç kızı takip ediyoruz ve bütün hikâyeyi onun perspektifinden görüyoruz. Sırf bu kadarı dahi gösterişli müzisyen biyografilerinin yoğun ilgi gördüğü günümüzde Priscilla’ya belli bir özgünlük kazandırmak, filmi tanıdık şan şöhret öykülerinden ayrıştırmak için yeterli. Ama daha da dikkat çekici olan nokta, Coppola’nın Priscilla’yı betimlerken öykü akışındaki gelişmelerden ya da diyaloglardan ziyade zamanın ve mekânın dokusuna, tasarıma, kostümlere ve eşyalara odaklanması. Priscilla’nın saç modeli, elbisesinin rengi veya odasındaki duvar kâğıdının deseni; karakterin iç dünyası hakkında bütün ayrılık ve kavuşma sahnelerinden ya da uzun tiratlardan, sohbetlerden daha çok şey söylüyor. 

Priscilla

Filmin ilk sahnesinde, Priscilla’nın kim olduğuna ya da onun hakkında neler öğrendiğimize kafa yormak yerine yerdeki halının yumuşacık dokusuna, parmaklara özenle tek tek sürülen parlak ojeye ve gül pembesinden şarap rengine kaç farklı pembe tonu gördüğümüze dikkat etmemizi istiyor Coppola. Oldukça riskli bir yaklaşım bu; bir yandan filmin fazlasıyla şık ama yüzeysel bir biyografi sunmaktan öteye gidemediğini düşünmek olası. Ama diğer yandan Coppola’nın genellikle yalnızca birer aksesuar olarak görülen objeler vasıtasıyla Priscilla’nın toyluğunu, heyecanını, aşkını, yalnızlığını, yorgunluğu perdeye taşıyabilmesi takdire şayan. Elbiseler, makyaj malzemeleri, saç modelleri; çoğu zaman “moda” deyip geçtiğimiz yapay yüzeyin parçaları olmaktan çıkıp çevresindeki herkes tarafından kontrol altında tutulmaya ve susturulmaya çalışılan ana karaktere dolaylı bir ses kazandırıyor Priscilla boyunca.

Coppola, Priscilla’nın yıllar içinde Elvis’ten hoşlanan bir genç kızdan boğucu evliliğinde hapsolup kalmış bir kadına dönüşümünü, belki de her şeyden çok karakterin değişen saç modelleri vasıtasıyla anlatıyor. İkinci yarıda Priscilla’nın âdeta kendisine birkaç boy büyük gelen, sanki başka bir kafaya aitmiş gibi görünen, giderek daha abartılı bir hâl alan saçları; yalnızca dönemin modasına uygun görsel bir detay değil, karakterin yaşadığı psikolojik değişimin kilit bir göstergesi. Priscilla ve Elvis arasındaki en çarpıcı konuşma da yeni kıyafetler almak için gittikleri bir butikte vuku buluyor. Priscilla’nın tercihlerini ve zevkini hiçe sayan Elvis, genç kadının beğendiği elbiseye bakıp o modelin kendisine hiç uymadığını söylüyor ve Priscilla’yı başka bir renk seçmeye, saçını kendisinin talep ettiği gibi değiştirmeye ikna ediyor. Film boyunca Elvis’in Priscilla’nın kıyafetleri ve figürü ile alakalı olumsuz yorumlar yaptığı, ona farklı stiller denemesini önerdiği başka sahneler de var.

Tehlikeli Bir Nezaket

Bu noktada Elvis’in Priscilla’yı istemediği şeylere zorlayan despot bir adam olarak gösterilmediğini, iki karakter arasındaki ilişkinin manipülasyon ve ikna arasında gidip gelen yanıltıcı bir yumuşaklık üzerinden çizildiğini vurgulamak gerek. Coppola; Elvis’i zalim, Priscilla’yı kurban olarak konumlandıran basit bir hikâye anlatmak niyetinde değil. Bunun yerine ikili arasında çok daha incelikli ve sofistike bir güç dengesi kuruluyor; Priscilla âdeta farkına varmadan, daha doğrusu kendisinin bile tam olarak anlayamadığı bir gönüllülükle Elvis’in etkisi altına giriyor. Sanki bir rüyadaymış ve neler yaşadığını, ne kararlar aldığını kendisi kontrol edemiyormuş gibi. Zaten başka bir açıdan bakınca Priscilla’nın yaşadıkları tam bir rüya olarak da algılanabilir; milyonların hayranlık beslediği bir süperstar birdenbire karşınıza çıkıp size âşık olduğunu söylüyor ve sizi monoton yaşamınızdan uzaklara götürüp kendi ışıltılı dünyasının prensesi yapmak istiyor! Aslında ilk bakışta her genç kızın “rüyalarını süsleyen” masalsı bir durum bu. Fakat Coppola, bu rüyayı romantik ve heyecan verici bir macera olarak sunmak yerine, buğulu bir rehavete bulayarak, hatta yer yer huzursuz edici hâle getirerek perdeye taşıyor. 

Elvis, Priscilla’yı baştan çıkarmıyor ya da şöhreti ve zenginliği ile onun gözünü boyamıyor. Bunların yerine en kırılgan yönlerini Priscilla ile paylaşıyor, yakın zamanda ölen annesini ne kadar çok özlediğinden ve bir türlü yakasını bırakmayan derin yalnızlık hissinden söz ediyor örneğin. Vasat müzikaller yerine daha anlamlı filmlerde oynamak istediğini söylüyor, kariyeri ve artistik hedefleri hakkındaki düşüncelerini Priscilla ile paylaşıyor. Ama böylesine nazik, hatta dokunaklı bir şekilde başlayan bu ilişki, neredeyse Priscilla farkına varmadan kısıtlayıcı hâle geliyor. Zira Elvis, genç kızın kendi hayatına dilediği gibi yön vermesini engelliyor. Priscilla, Graceland’e taşındıktan sonra vaktinin çoğunu malikânenin boğucu ölçüde muntazam salonunda geçiriyor, evden dışarı çıkması bile giderek zor hâle geliyor. Elvis’in davranışlarındaki tutarsızlıklar, ilaç bağımlılığı ve öfke patlamaları da Priscilla’nın kapana kısılmışlık hissini perçinliyor. Fakat tüm bunlara rağmen Elvis bir yandan da şefkatli ve karizmatik olmayı, nezaketi ve sevgi dolu tavrıyla Priscilla’yı âdeta paralize etmeyi sürdürüyor.

Coppola ilk bakışta sorunlu görünebilecek olayları, hikâyenin başka bir versiyonunda kolaylıkla skandala evrilebilecek gelişmeleri, görüntü çalışmasında da karşılığını bulan sakin ve yumuşak bir üslupla ele alıyor. Yönetmenin daha önce The Beguiled (2017) ve On the Rocks (2020) filmlerinde de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Philippe Le Sourd, Priscilla’nın her karesini belli belirsiz bir sise buluyor ve ışığın mekânlara âdeta çekinerek sızdığı, renklerin birbiri içinde eridiği bir görsel doku kuruyor. Parlak ışıklara, keskin geçişlere, doygunluğu ile göze batan canlı renklere yer yok filmin dünyasında. Belki kimi noktalarda bu stilize ama son derece telaşsız ve mesafeli yaklaşımın film için bir zaafa dönüştüğünü düşünmek mümkün. Bazı izleyiciler için Priscilla çıkış noktasının vadettiği ölçüde güçlü veya etkileyici olmayan, karakterlerin karanlık yönlerini göz ardı etmeyi ve suya sabuna pek dokunmamayı seçen bir film olarak kalabilir. Başka bir deyişle Coppola’nın şaşaalı ve dramatik bölümleri öykü akışının dışında bırakması, bir tür monotonluk ya da sıradanlık hissine yol açabilir. Fakat bu noktada, Elvis Presley gibi popüler kültür efsanesi hâline gelmiş bir figürü yan karaktere çevirmenin, genç bir kızın “monoton ve sıradan” deneyimlerine öncelik tanımanın aslında ne kadar cesur bir tercih olduğunu hatırlamak gerekiyor. Priscilla’yı çarpıcı, hatta radikal bir film yapan en temel unsur; bugüne kadar hep yüksek perdeden, gösterişli ve iddialı filmlerde ele alınmış bir öyküyü tam da sözünü ettiğim sakinlik ve yumuşaklık eşliğinde anlatması.

Ayrılık Zamanı

Ne yazık ki Coppola’nın ilk yarıda özenle ve sabırla kurduğu bu dünya, filmin aceleye gelmiş son çeyreğinde bir nebze etkisini yitiriyor. Priscilla’nın anne olduğu, basında Elvis ve dönemin ünlü yıldızlarından Ann-Margret hakkında çıkan dedikoduları uzaktan okuduğu, en önemlisi Elvis’ten ayrılma kararını aldığı bölümler kısa sürede, büyük zaman atlamaları vasıtasıyla perdeye taşınıyor. Sanki Coppola başlangıçta Priscilla ve Elvis arasındaki ilişkinin kısa ve spesifik bir dönemini incelemek üzere yola çıkmış, fakat sonra filmin son bölümüne on beş yıla yayılan hikâyenin tamamını sığdırmaya çalışmış gibi. Film Priscilla’nın Elvis’i ve Graceland’i geride bırakma kararını aldığı, bir bakıma yıllar süren bu karmaşık rüyadan uyandığı noktayı bir katarsis olarak kullanıyor ama karakterin o noktaya nasıl bir psikolojik süreç sonucunda ulaştığını yeterince detaylandırmıyor. Priscilla’nın Elvis’ten ayrıldıktan sonra ne yapmak istediğini hiç bilmediğimiz, kendi hayatını özgürce yaşamaya başladığında o yaşamın neye benzeyeceğini kestiremediğimiz için bu ayrılık kararını bir tür milat ya da yeni bir başlangıç olarak görmemiz oldukça zor. Filmin son bölümü Priscilla’nın kendi hayatında büyük bir kırılma noktası saydığı olaylara odaklansa da izleyicinin bu finalde aynı ölçüde derin ya da çarpıcı bir dönüşüm görmesi pek mümkün değil. 

Sofia Coppola güncel Amerikan sinemasında sık rastlanmayan bir olgunluk ve sabırla popüler kültür tarihinin en masalsı ve sıradışı aşk hikâyelerinden birini anlatıyor Priscilla’da. Ama beklenmedik şekilde bu öyküyü “sıradan” bir genç kızın perspektifinden perdeye taşımayı ve onun dünyasında önemli yer tutan objelere, aksesuarlara, stillere vurgu yapmayı seçiyor. Bu nedenle yönetmenin daha önceki filmlerinde geliştirdiği incelikli üsluptan izler taşıyan ve görsel açıdan hem dönemi hem de karakterin iç dünyasını eksiksizce betimleyen bir anti-biyografi var karşımızda. Senaryodaki bazı pürüzler özellikle temponun fazlasıyla yükseldiği son bölümlerin etkisini azaltsa da, Priscilla son derece karmaşık duyguları ipeksi bir dokunuşla ele alan zarif bir film.


Priscilla, MUBI Türkiye’de gösterimde.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.