Şu An Okunan
Vox Lux: Aşırılıklar Gösterisi

Vox Lux: Aşırılıklar Gösterisi

Vox Lux bir lisede yaşanan katliamdan sağ kurtulup kazandığı ünle pop yıldızına dönüşen Celeste’in öyküsünü anlatırken 21. yüzyılın ruhunu yakalamaya çalışan bir film. Brady Corbet bu ikinci uzun metrajında tuhaf, şaşırtıcı, tanımlaması güç bir sinema üslubu kurmayı başarıyor.

Altyazı’nın 191. sayısında yayımlanmıştır.
Yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.

Asıl olarak oyunculuğuyla tanınan Brady Corbet, ilk filmini 2014’te yönetmişti. Bir diktatörün çocukluk yıllarını anlatan Bir Liderin Çocukluğu (The Childhood of a Leader, 2014) 20. yüzyılın ruhuna dair hayatî bir şeyleri yakalamaya çalışıyordu; ikinci filmi Vox Lux (2018) da aynı büyük çabayla milenyum çağına odaklanıyor. Bu anlamda Corbet’in yönetmenliği için o çok yıpranmış ‘iddialı’ kelimesini gönül rahatlığıyla kullanabiliriz. Zamanın ruhunu yakalamaya çalışan hikâyeler anlatmaya kalkıştığı için de değil sadece. Bu hikâyelerin nasıl anlatılacağı konusunda da gayet iddialı denemeler yapmaktan çekinmeyen, başka bir sinema ihtimali üzerine kafa yoran ve kendine özgü bir üslup tutturmayı şimdiden başarmış bir yeni yönetmen Corbet.

21. yüzyılın portresini çizmek için Corbet, on üç yaşındayken okulunda gerçekleşen bir katliamdan hafif yaralı olarak kurtulan ve ‘bu sayede’ küçük yaşta bir pop yıldızına dönüşen Celeste’in hikâyesini anlatıyor. Katliamın ardından kilisede düzenlenen anma töreninde ablası Ellie’yle birlikte sahneye çıkıp söylediği şarkıyla tüm Amerika’da ünlenmesiyle birlikte başlıyor Celeste’in kariyeri. Böyle bir karakter hayal etmek, onun üzerinden ABD’nin büyük toplumsal travma konularından biri ile popüler kültürü bir araya getirmek neden? Filmin bu ikisi arasında doğrudan bir bağlantı kurup kurmadığı, ya da bu bağlantıyla ne demek istediği izleyicilerin kafasını kurcalarken Corbet, gayet basit bir şekilde açıklıyor Celeste gibi bir karakterin nereden aklına geldiğini. Her gün cep telefonlarımıza düşen, alt alta gördüğümüz haberlerin yarattığı etkiden bahsediyor. Savaşların, ölümlerin haberleriyle paparazzi haberlerini alt alta, topluca görüşümüzün, bir parmak hareketiyle birinden diğerine geçişimizin bu döneme dair çok şey söylediğini düşünüyor. Yıllar sonra bu yıllara dönüp bakıldığında, mesela 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısıyla Britney Spears’in iç içe hatırlanacağını söylüyor.

Vox Lux, çağımızın oldukça sarkastik bir portresi. Son derece büyük meselelere dair büyük sözleri olan bir film bir yandan, o anlamda “dalgasını geçmek” değil belli ki amacı. Ama hem filmin hikâyesini sunan anlatıcı sesin hem ana karakterin, monolog hâlinde, daldan dala atlaya atlaya, soluksuz konuşup koca koca laflar ettiği bu filmin dev gevezelik balonunun içinden hangi sözleri cımbızlayıp da ciddiye alabileceğinize, almanız gerektiğine karar vermek güç. Brady Corbet de bunun kolay olmasını istemiyor zaten galiba.

CELESTE’İN İKİ YÜZÜ
Vox Lux, izleyicinin oryantasyonunu bozan, baştan sona ‘tuhaf’ bir deneyim vaat eden bir film. Bu hedeflenmiş tuhaflığın başarısının bir boyutu, filmin alışılmadık yapıdaki senaryosu. Aralarda beliren yazılarla bölümlere ayrılmış olan film, bir anlatıcı sesin Celeste’i tanıtmasıyla başlıyor. Bu öyküyü büyük tarihsel bağlamın içine yerleştiren ve açılıştan itibaren filmin sarkastik üslubunu kuran da, Willem Dafoe’nun seslendirdiği bu anlatıcının sözleri oluyor. Karakterimizi tanıtırken, onun Reagan döneminde dünyaya geldiğinin ve ailesinin Reagan’ın ekonomi politikalarından olumsuz etkilenen kesimden olduğunun altını çiziyor. Celeste’in öyle yetenekli ya da özel bir çocuk olmadığını anlatıyor. Bu esnada home video estetiğinde çekilmiş bir dizi görüntü hızla gelip geçiyor, Celeste’in sıradan hayatının ilk on üç yılı kısacık bir süreye sığıveriyor. Bu kısa tanıtımın ardından gelen ‘Giriş’ bölümü, 1999 yılında gerçekleşen katliamı gösteriyor sadece. Sonra, ‘Birinci Perde: Yaratılış’ bölümü, 2000-2001 döneminde Celeste’in bir pop yıldızına dönüşme sürecini anlatıyor. ‘İkinci Perde: Yeniden Doğum’ ise, Celeste’in hayatında uzun yılları atlayarak 2017 yılına taşıyor bizi. Bu bölümün tamamı, yıllarını bir pop yıldızı olarak geçirmiş, bu süreçte çokça yıpranmış Celeste’in uzun zaman sonra memleketi Staten Island’da büyük bir konser vereceği günde geçiyor. Son olarak, ‘Final’ bölümündeyse Celeste’i bir pop yıldızı olarak ilk kez sahnede görüyoruz; on beş dakikalık kesintisiz konser performansıyla sona eriyor film.

Filmin bütünündeki bu alışılmadık yapının dışında Corbet, tek tek sahneleri tasarlarken de farklı formüller arıyor. Çünkü pek çok filmin hikâyesinin nereye doğru evrileceğini daha baştan tahmin etmenin kolay olduğunu, hattâ izleyicilerin her bir sahnenin işlevini hızlıca çözebildiğini, o sahnenin hangi noktada sona ereceğini aşağı yukarı sezebildiğini düşünüyor. Geleneksel sinemanın bu öngörülebilirliğini kırmak, izleyicinin oryantasyonunu bozmak istediğini, bunun için mesela, sahnelerin uzunluklarını ‘beklenenden’ kısa ya da uzun tuttuğunu anlatıyor.

Brady Corbet’in izleyiciye oynadığı oyunlardan biri de oyuncu seçimleri. On üç-on dört yaşındaki Celeste’i Raffey Cassidy canlandırıyor. 2017 yılına geçtiğimizde yetişkin Celeste’i Natalie Portman canlandırırken Raffey Cassidy bu kez Celeste’in kızı Albertine olarak çıkıyor karşımıza. Ayrıca, Celeste’in küçüklüğünde kardeşi Ellie’yi oynayan Stacy Martin, 2017’deki bölümde aynı rolde kalmaya devam ediyor. Celeste hem görsel olarak hem kişilik olarak bambaşka birine dönüşmüşken, o hiç yaşlanmamış, en ufak bir değişim geçirmemiş hâlde karşımızda duruyor.

Raffey Cassidy’nin hayat verdiği genç Celeste zayıf mı zayıf, ergen kırılganlığı her hâlinden sezilen, buğulu ve fısıltılı bir sesle konuşan, katliam ânı dahil hiçbir anda sesinde de beden hareketlerinde de asla aşırıya kaçmayan silik bir Celeste. Natalie Portman’ın yetişkin Celeste performansıysa komedinin sınırlarında gezecek kadar aşırılıklarla dolu. Geçirdiği sinir krizlerinden siyasete dair ettiği büyük laflara, yanındakilere kadrajda yer bırakmayan dev topuzuna kadar her şeyiyle o kadar abartılı ki, onun tam tersine son derece silik ve sessiz olan kızının ve kız kardeşinin yanındayken, onlardan bir şeyleri yiyerek semirdiğini hissettiriyor. Onun ‘büyümesi’, hayatındaki kadınların küçülüp ezilip silinmesiyle olmuş gibi. Biraz öyle de zaten. Ama saçı, makyajı, aksanı, yürüyüşü, her şeyi Celeste’i açıkça komik bir karaktere dönüştürse de, filmin Celeste’i bir ‘şaka’dan ibaret gördüğünü, yaşadığı acıları ve kişiliğini tümüyle ti’ye aldığını söylemek de zor.

Filmin final bölümündeki uzun sahne performansının bıraktığı his de çok tuhaf. Pop müziğin yakın dönemdeki en tanıdık isimlerinden Sia’nın bu film için yaptığı şarkıları seslendiren Celeste’in bir pop yıldızı oluşu bir yandan çok ikna edici, bir yandan hiç değil. Bir yandan gayet ‘olmuş’ bir hâli var ama hemen sonra makyajından kostümüne, dansına kadar her şey çok sakil görünüveriyor insanın gözüne. Corbet, konseri böyle çelişkili hislerle seyrettirmek için iki farklı kamera kullanıyor. Futbol maçı, konser gibi büyük etkinliklerde kullanılan türden televizyon kameralarıyla alınmış planlarda Celeste tam bir pop yıldızına dönüşüyor. Ama filmin geri kalanı gibi 35mm kamerayla çekilmiş planlar, konserin ve Celeste’in ‘hakikatini’ açığa çıkarıveriyor. İki kameranın yarattığı görüntülerin dokusundaki farkın dışında seçilen kamera pozisyonları da, ikonlaştırılmış Celeste ile tüm hikâyesini bildiğimiz sıradan bir insan olarak Celeste arasında gidip gelmemizi sağlıyor. Celeste’in hikâyesini on beş dakikalık bu garip deneyimle bitirmek, böyle bir film için nefis bir sonsöz.

“Vox Lux, izleyicinin oryantasyonunu bozan, baştan sona ‘tuhaf’ bir deneyim vaat eden bir film.”

DÖNEMİN MONOLOĞU
Celeste’in okul arkadaşı Cullen’ın sınıfa dalıp öğretmenini ve sınıftaki öğrencileri topluca öldürdüğü yıl 1999; Columbine Lisesi’nde yaşanan korkunç katliamın yılı. Vox Lux, içinde yaşadığımız dönemin gerçek olaylarını hatırlatmaya buradan başlıyor. Bu ‘Giriş’i takip eden ‘Birinci Perde’nin başlarında Celeste ile Ellie prodüktörleriyle birlikte New York’a gittiklerinde, şehrin gökdelenlerini alt açıdan sıkışık kadrajlarla gösteren bir dizi plan, dışavurumcu bir New York mizanseni kurmanın ötesinde, çağın Amerika’sının portresine de bir ek yapıyor. Bu bölümün ilerleyen bir noktasında 11 Eylül saldırısının haberi geldiğinde, portrenin bu bölümü tamamlanmış oluyor.

Bu türden doğrudan tarihsel referanslar bir yana, Vox Lux milenyum çağını temsil etmek için bu döneme dair bir dolu öğeyi Celeste karakterinin içine doluşturuyor. Çağa damgasını vuran travmaları da popüler kültürü de içeriden yaşadığı, dönemin sahnesinde büyüdüğü için pek çok şeyi görebilen, okuyabilen bir karakter bir yandan. Kızıyla yemeğe çıktığı sahnedeki uzun mu uzun monoloğunda kendi popülerliğine dair şunu söylüyor mesela: “Herkes geçmişle bağını büsbütün koparmak için bir anlaşma yaptı. Geçmişin tüm geleneklerinin çirkin olduğuna topluca kanaat getirdiler. Geçmiş yaşlılarla ve çok fazla ölüyle dolu çirkin bir yer çünkü. O yüzden annen yeniliğini ve tazeliğini korumak zorunda.” Ya da silahlı saldırganlar hakkında konuşurken, “Bunlara ilgi göstermeyi kesersek yok olurlar.” dedikten sonra eklemeden edemiyor: “Yani, bu benim gibiler için de geçerli.” Sonra yine bir an durup, “Benimle onlar arasındaki tek bağlantı bu.” diye devam ediyor. Fakat Celeste’in herhangi bir sözünü haklı bulup da filmin ‘ne demek istediğini’ keşfettiğiniz hissiyle rahatlamanız mümkün değil. Çünkü siz bir cümlesinin haklılığı üzerine kafa yorarken o çoktan yeni cümlesine geçmiş, onun adına utançtan kızaracağınız türden yeni bir büyük laf etmeye başlamış olacak. Gazeteciler tarafından sıkıştırıldığında gerilince “Bir AK-47 silahından daha fazla number one hit’im var!” diyecek mesela. Willem Dafoe’nun anlatıcı sesi, Celeste’in dönemin politikacılarının desteksiz atıp tutan demeçler verme modasına uyum sağladığını söyleyecek.

Sonuçta, karakterini de kendisini de fazla ciddiye alamayan, hiçbir duyguya, düşünceye, deneyime fazla prim veremeyen bir film Vox Lux. Filmin biraz edebî, çokça teatral, sıklıkla komik, fazlasıyla sarkastik olma ihtiyacı duyması anlaşılır bir şey. Yoksa büyük meseleler üzerine büyük sözler söylemeye soyunuşunun Celeste’inkinden ne farkı kalırdı?

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.