Oscar’a Doğru: En İyi Uluslararası Film – II
93. Akademi Ödülleri’nde finalistlerin 9 Şubat’ta, nihai adayların ise 15 Mart’ta belli olacağı Uluslararası Film kategorisini inceleyen yazı dizimiz, Avrupa ülkelerinin aday adaylarıyla devam ediyor. Ali Ercivan, Oscar’ın gizli favorisinin Doğu Avrupa’dan olduğunu düşünüyor.
Avrupa
Fransa, İspanya veya İtalya gibi kıtanın batısını temsil eden ülkelerin, bu ödülün tarihindeki başarıları yadsınamaz. Her sene başvurularına özellikle dikkat edilir çünkü Akademi üyelerinin muhakkak izleyecekleri ve önemseyecekleri filmler oldukları bilinir. Fakat Batı Avrupa kadar, Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkeleri, ayrıca son yıllarda 10 finalist arasında belirgin varlık gösteren Orta ve Doğu Avrupa sinemasına da dikkat etmek gerekiyor. Doğu Avrupa sinemasını kollayan yürütücü komite miydi, yoksa ana kurul mu o coğrafyanın öykülerine melyediyordu, bu yıl test edebileceğiz.
Balkanları da dahil ederek, Doğu Avrupa sinemasının bu sene çok iddialı yapımlarla geldiğini vurgulamak lazım. Hatta Oscar’ın gizli favorisinin bu bölgede olduğunu düşünüyorum.
Quo Vadis, Aida? (Bosna Hersek)
Bu çok uluslu ortak yapım, Venedik Film Festivali’nden ödülsüz döndü ve şu ana dek Kuzey Amerika haklarını satın alan bir dağıtımcı çıkmadı. Ancak her seyirci kesimini yakalayacak çarpıcı sineması ve sarsıcı gerçek öyküsüyle Akademi’nin aradığı güçlü ve önemli filmin ta kendisi! TRT’nin desteğiyle ortakları arasında Türkiye’nin de yer aldığı yapımın şu günlerde bir dağıtımcı da bulacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Zaten bir film yeterince güçlüyse ön eleme ve adaylık süreçlerini dağıtımcı desteği olmadan da aşabildiğini geçmişten biliyoruz. Srebrenitsa Katliamı sırasında, görevli olduğu BM Barış Gücü üssünde ailesini korumaya çalışan çevirmen bir kadının hikâyesini anlatan film, geçmişte Amelie’ye karşı Oscar zaferi ilan eden diğer Bosna yapımı Tarafsız Bölge’yi (No Man’s Land) akla getiriyor. Yani eski Akademi’nin kodlarına da çok uygun.
Colectiv / Collective (Romanya)
Bu yüzyılda bir Romanya sineması gerçeğinden söz edebiliriz ama bu güçlü ülke sineması hâlâ tek bir Oscar adaylığı elde edebilmiş değil. Bu seneki temsilcileri ise daha ilk dakikalarından itibaren allak bullak edici arşiv görüntüleriyle seyirciyi yakalayan ve hem insan draması hem siyasi yozlaşma öyküsü olarak mühim bir belgesel. Sağlık sistemine bakışıyla pandemi dönemine, siyaset portresiyle Amerika’nın mevcut yozlaşma gündemine denk düşen, dolayısıyla Romanya’nın şansını nihayet döndürecek yapım gibi duruyor. Tıpkı geçen sene Makedonya adına adaylık kazanan Bal Ülkesi (Honeyland) gibi aynı anda Belgesel ve Uluslararası Film kategorilerine girmesi kuvvetle muhtemel. Fakat Bal Ülkesi gibi filmleri hep yürütücü komitenin kurtardığına inanılır. Yeni düzende belgesel sinemaya hâlâ yer olacak mı, merak konusu. O eşiği geçecek bir dökümanter yapım varsa o da budur.
Sniegu juz nigdy nie bedzie / Never Gonna Snow Again (Polonya)
Yukardaki iki film gibi açılışını Venedik’te yaptı. Yönetmen Malgorzata Szumowska’nın ismiyle dikkat çeken ama anlatısı oldukça kapalı bir iş. Küçükken Çernobil’de radyasyona maruz kaldığı için iyileştirici güçleri olan bir adam üstünden hem günümüz Polonya toplumuna bakıyor hem de bir nevi modern zaman peygamberi yaratıyor. Başroldeki Alec Utgoff, Netflix yapımı Stranger Things dizisinin üçüncü sezonundaki rolü sayesinde iyi tanınıyor. Kampanya da buradan yürüyecektir. Ama karşımızdaki şık yapım, bir yandan da bayağı soğuk ve seyirci dostu olmaktan uzak.
Atlantis (Ukrayna)
Görsel dünyası yaratıcı ve özenli, bu yüzden yürütme komitesinin kurtarıp finalistler arasına eklediği son üç filmden biri olabilirdi. Ancak yeni düzenle şansını bütünüyle yitirdi diyebiliriz.
Şarlatan / Charlatan (Çekya)
Akademi’nin sevdiği bir yönetmen olan Agnieszka Holland’ın imzasını taşıyor. Filmin birden fazla odağı var, bu sıkıntılı ama ilginç ana karakteri ve vurucu finaliyle akılda kalan bir iş. Ancak klasik sinemayı seviyorlar derken, demode bir sinemaya da artık yüz vermediklerini hatırlamak gerek. Şarlatan’ın zayıf yanı bu olabilir. Holland’a duyulan saygıyla bir teraziye koyunca hangisinin ağır geleceğini kestirmek zor.
Dorogie tovarishchi / Dear Comrades! (Rusya)
Avrasya başlığından Rusya’yı da burada ele alırsak, karşımızda Venedik’ten özel ödüllü, usta işi bir film var. Andrey Konchalovskiy de Hollywood’da çalışmış, iyi bilinen bir sinemacı. Önceki filmlerinden Paradise da finalistler arasına kalmıştı. 1962 yılında bir işçi isyanının Rus ordusu tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasını, bir kadın bürokratın o esnada ailesine ulaşma çabası üzerinden anlatıyor. Sinema dili ne kadar farklı olsa da kadın kahramanı, onun gözünden hikâyesini anlatışı, yani filmin yapısı ve tansiyonu açısından Quo Vadis, Aida?’yı bir parça hatırlattığı söylenebilir. İkisine birden yer olur mu, göreceğiz…
Bunların dışında, Macaristan adına Preparations to Be Together for an Unknown Period of Time, Yunanistan adına Apples, Slovenya adına Stories from the Chestnut Woods adını anmaya değer ama son kural değişikliğiyle şanslarını büyük ölçüde yitirmiş filmler. Ama mesela Kosova’nın aday adayı Yabancı (Exil) için bir umut ışığı belirmiş olabilir.
Avrupa’nın biraz merkezine doğru geldiğimizde, Uluslararası Film kategorisinin gediklilerinden Almanya’ya rastlıyoruz. Bu yıl ellerinde zaten en fazla bir iki yüksek profilli seçenek varken, onlar da Venedik kartını tercih edip 93 film arasında eleştirel anlamda en zayıf pozisyonda gözüken filmlerden birini, And Tomorrow the Entire World’ü seçtiler. Enteresandır ki Batı Avrupa faslına, bu kez onları es geçerek başlıyoruz.
Druk / Another Round (Danimarka)
Uzaktan bakanların gözünde kategorinin favorisi. Thomas Vinterberg daha önce Oscar yarışında yer aldı, hem de yine Mads Mikkelsen’in oynadığı bir filmle. Mikkelsen’in adı olası bazı oyunculuk ödülleri için de geçiyor. Senenin en popüler ‘İngilizce olmayan’ filmi bu herhalde. Aslında normal şartlarda Akademi’nin yüz vermeyeceği kadar hafif bulabilirdik. Ancak Another Round tam bir seyirci filmi. Hele finali sayesinde… Ayrıca Cannes’ın açıklanmış programından bu yarışa girebilecek tek yapım gibi. Ve savaşlardan, salgınlardan, soykırımlardan ya da siyasetçilerden bahsetmiyor olması, insana dair meselesinin eften püften olduğu anlamına gelmez. Bu ödül sezonunda adı çokça geçecek, belki Altın Küre veya BAFTA’yı da kucaklayacaktır. Ama öngörüm, Oscar için yine de bir adım geride kalacağı.
La trinchera infinita / The Endless Trench (İspanya)
Franco rejiminin eline düşmemek için ömrünü deliklerde, mahzenlerde saklanarak geçiren bir adamın on yıllara yayılan öyküsü, aslında son derece eski moda bir film. Fakat basit ama sağlam kurulmuş bir fikir, iyi oyunculuk, teknik beceri falan derken basbayağı eli yüzü düzgün bir ana akım örneği var karşımızda. Netflix tarafından dağıtılması da avantajı. Kural değişikliğinden en büyük fayda sağlayacaklardan…
Håp / Hope (Norveç)
Yönetmenin kendi deneyimlerinden yola çıkarak sinemalaştırdığı Hope, kansere yakalanan bir kadının umut arayışını ve ailesiyle ilişkilerini anlatan, tam bir Kuzey Avrupa filmi. Bir an bile gösterişe tenezzül etmeyen, tertemiz bir senaryo ve üst düzey oyunculuklarla pırıl pırıl bir iş. Ama benzer şeyleri söylediğim İspanya temsilcisine karşı dezavantajı şu: Bir kadın hakkında. Elbette bu kategorinin tarihinde istisnaları var ama Akademi üyelerinin bir karakter yolculuğu izliyorlarsa, bir erkeğin öyküsüne bir kadınınkinden çok daha fazla adaylık ve ödül dağıtmaya meyilli oldukları sır değil. Bir de tabii Hope’un ‘yeni’ bir hikâye anlattığı söylenemez. Bu yüzden 10 finalist arasına girmek için işi zordu. 15 daha kolay belki…
Deux / Two of Us (Fransa)
Fransa’nın Oscar tercihi sahiden şaşırtıcı oldu. Thierry Fremaux’nun Fransız seçici kurulunda etkin pozisyonu ve genelde Cannes çıkışlı projeleri öne çıkardığı bilinir. Bu yıl o profile uyan, Maiwenn’in DNA filmiydi. Seçilmemesine şaşırdık, Maiwenn’in Polanski savunup Adèle Haenel yeren yorumlarının yol açtığı tartışma etkili oldu herhalde dedik. Fakat sonra film seyirciyle buluştu, yerden yere vuruldu ve durum netleşti. Önceki sene Toronto’da açılmış olan Deux ise içlerinden biri demans olan yaşlı bir lezbiyen çifti anlatıyor. Dokunaklı bir film. Barbara Sukowa, Amerika’da iyi tanınan, mühim bir oyuncu. Fakat filmdeki yersiz korku unsurları ve demansın doğasına dair kafa karıştırıcı bazı adımlar, damakta çok da leziz bir tat bırakmıyor açıkçası.
İtalya da bu sene bir belgeselle yarışta. Daha önce Fuocoammare’yi de Oscar’a göndermişlerdi, dolayısıyla aynı yönetmenden Notturno’yu seçmeleri şaşırtıcı değil. Ancak bu yarışa iki belgesel artık fazla muhtemelen. Buna karşılık, Hollanda temsilcisi Buladó’yu sürpriz ihtimaline karşı cepte tutalım derim. Portekiz’in yedekten tercihi Vitalina Varela ise kural değişikliğinin en net kurbanı herhalde. Birçok Akademi üyesinin, hele sinema salonunda değil evlerinde, tahammül edip bitirebileceği bir film değil ne yazık ki… Bu arada Slovakya tam bir klasik 2. Dünya Savaşı Oscar formülü filmi olan The Auschwitz Report’u seçmişti. Bu yazı geçen hafta yazılsa, “Benzerlerinden bin tanesi daha önce aday gösterilmiş veya ödül almış bu tür işlerin hâlâ bir şansı olması gerçekten şapkadan tavşan çıkarmalarına bağlı” diyebilirdik. Ama artık “Son 15 hayırlı olsun!” diyoruz.
1976 İstanbul doğumlu. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Yüksek Lisans Programı’nda eğitimini tamamladı. 2004'ten bu yana sinema yazarlığı yapmaktadır.