Şu An Okunan
Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok: Savaşa Yeniden Bakmak

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok: Savaşa Yeniden Bakmak

All Quiet on the Western Front, Batı Cephesinde Bir Şey Yok

Erich Maria Remarque’ın klasik romanı ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un yeni sinema uyarlaması birçok açıdan önceki uyarlamalardan ayrılıyor. Edward Berger imzalı film romanın özündeki savaş karşıtlığını teknik imkânlarla ortaya çıkarmaya çalışırken Birinci Dünya Savaşı’nda yaşananları bir sebep-sonuç ilişkisine de oturtmaya gayret ediyor.

Ve izleyebilseydiniz debelenen beyaz gözlerini yüzünde,

Sarkmış suratını, sanki bıkmış bir şeytan günahlardan;

Duyabilseydiniz, her sarsılışında, oluk oluk gelen kanı

Köpükle tahrip edilmiş ciğerlerinden,

Kanser gibi müstehcen, gevişi kadar acı

Masum dillerdeki hakir, dermansız yaraların,

Dostum, bunca keyifle söyleyemezdiniz,

Umutsuz bir zafere heves eden çocuklara

O eski yalanı: “Tatlı ve Şereflidir Ölmek Vatan İçin.”

Wilfred Owen*

Harp dediğin, halk şenliklerine benzemeli bir nevi. Boğa güreşlerindeki gibi çalgılı, biletli olmalı. İki memleketin bakanları, generalleri banyo donlarıyla, ellerinde sopalar, sahaya çıkıp birbirlerine saldırmalılar. Sağ kalan hangi memlekettense, o millet galip sayılmalı. Bu, hem daha basit, hem de daha iyi. Burada onların yerine biz dövüşüyoruz.

Er Albert Kropp*

Birinci Dünya Savaşı anlatılarını, ikincisinden ayıran şeylerin başında bir “kötü” kahramanın olmaması geliyor. İkinci Dünya Savaşı’nın Nazileri, Hitler’i, Mussolini’si var. Katledilen milyonlarca Yahudi, kurtarılması gereken bir dünya var. Her şey çok net, siyah ve beyazın savaşı. Birincisi öyle değil, 17 milyon ölüye, dağılan onlarca ülkeye ve İkinci Dünya Savaşı’nda Holokost için Nazilere ilham veren “tanıdık” politikalara rağmen, daha gri. Kötülüğü bünyesinde toplayan Nazizm tarzı ideolojilerin ve Hitler gibi “karakterlerin” yokluğu, tüm suçu taraflar yerine savaşın kendisine yüklemeyi mümkün kılıyor. Bu sayede Birinci Dünya Savaşı, savaşın anlamsızlığını, yitirilen hayatları, kaybolan gençliği anmak için edebiyata/sinemaya bir “tarafsız bölge” sunabiliyor. Bu tarafsız bölgede duran, dünya savaşlarının ilkiyle özdeşleşmiş ve yakın dönemde hayat öyküleri veya eserleri sinemaya aktarılan bazı yazarlar, şairler var. Kutsama’da (Benediction, 2022) yaşamını izlediğimiz şair Siegfried Sassoon, yine Kutsama’da Sassoon ile yollarının nasıl kesiştiğine tanık olduğumuz Wilfred Owen ve sinemanın en sevdiği savaş karşıtı romanlardan ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un yazarı Erich Maria Remarque bunların başında geliyor. Listeyi sinemayla yolu kesişmemiş Alan Seeger ve Wilfrid Wilson Gibson gibi şairlerle genişletebiliriz ama sonuç değişmiyor, Birinci Dünya Savaşı’nın edebi mirası epik değil, lirik. Bu miras, sinemaya da mümkün mertebe, benzer şekilde taşındı. Avustralya’dan Çanakkale’ye ne için sürüklendiğini bilmeyen gençleri anlatan Peter Weir’ın Gelibolu’su (Gallipoli, 1981) veya savaşı bir kenara bırakarak kendi aralarında Noel ateşkesi uygulayan askerleri anlatan Ateşkes (Joyeux Noël, 2005), o mirasın kusursuz birer örneği. ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un sinemanın farklı dönemlerinde hayat bulan uyarlamaları da aynı mirasın önemli bir parçası olagelmiştir. 1929’daki ilk uyarlama savaşın vahşetini ve anlamsızlığını enfes şekilde betimleyen, kural koyucu bir eserdir. Sinema tarihi boyunca birçok savaş filmi ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un izinden gitmiştir, buna 1979 yılındaki kitabın ikinci uyarlaması da dahil. 2022 yılında Netflix’te izlediğimiz, Oscar adaylıklarıyla ön plana çıkan üçüncü ve şimdilik son uyarlamaysa hem ilk iki uyarlamadan hem de diğer Birinci Dünya Savaşı anlatılarından farklı bir yöne gidiyor; daha doğrusu, aynı yöne, farklı bir yoldan ve araçla gidiyor. 

Lirizmi Kırmak

‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un ilk uyarlaması, siperde düşmanı gözleyen Paul Bäumer’in, dikkatini çeken bir kelebeğe ulaşmaya çalışırken vurulmasıyla bitiyor. İkinci uyarlama da benzer bir şekilde, Paul Bäumer’in siperin arkasında duran ağaca konmuş bir serçeyi, elindeki kâğıt parçasına çizerken vurulup düşmesiyle sonlanıyor. Bir kelebek, bir serçe. Birinci Dünya Savaşı’nın lirikliğine, savaşın anlamsızlığına dair birer gösterge, özgürlük sembolü. Bunlar, edebiyatın sinemaya ödünç verdiği semboller değil. Filme adını bahşeden cümlenin de yer aldığı final bölümünde bir serçe veya kelebek yok. Bu semboller bizim Birinci Dünya Savaşı’na bakışımızın yansımalarından ibaret. Kitapta onun yerine, sınıfından geride kalan Paul Bäumer’in, söylentileri siperlere kadar yayılmış mütarekeyi beklerken vurulup düşmesi ve yüzünde kaderinden memnun bir ifadeyle ölüm uykusuna yatması var. 2022 yapımı yeni filmin yaptığı ilk iş, Birinci Dünya Savaşı anlatılarındaki alışılageldik lirizmi kırmak. Savaşın anlamsızlığını bir serçeyle veya kelebekle göstermek yerine son sayfalara geri dönüyor ve meseleyi mütareke üzerinden ele alıyor. 

All Quiet on the Western Front, Batı Cephesinde Bir Şey Yok

“Herkesin ağzında barış, mütareke sözü. Herkes bekliyor. Yeni bir hayal kırıklığı mahvedecek hepsini; ümitler o kadar kuvvetli, dinamitlenmedikçe söküp atmak imkânsız. Barış olmazsa, ihtilal hazır… Mütareke yakındır, şimdi buna ben de inanıyorum. Mütareke olunca evlerimize gideceğiz.” Paul Bäumer’in son sayfalardaki bu sözleri, yeni uyarlamanın ana dinamiklerinden biri. Filmin tamamına yayılan, kitapta veya önceki filmlerde yer almamış, yeni uyarlamayı en üstün olduğu sahadan, tüm sertliğiyle gösterdiği cepheden uzaklaşmaya iten bir mütareke sürecine şahit oluyoruz. Neden ateşkese odaklanılmış sorusuna verilebilecek birçok yanıt var. Bunların başındaysa, bu Alman klasiğinin, ilk defa Almanlar tarafından, Almanca olarak sinemaya taşınması geliyor. Çünkü Almanya için Birinci Dünya Savaşı, tekil bir olgudan ziyade bir başlangıç, tarihlerinin en büyük hezimetini ve utancını getiren savaşın sebebi. Almanya’daki birinin dünya savaşlarının ilkine baktığında ikincisine giden yolu görmesinden daha doğal bir şey yok. Hollywood yapımı ilk film ve Amerikan/İngiliz televizyonları için çekilen ikinci film Birinci Dünya Savaşı’nı kendi içinde başlayıp sonlanan bir savaş olarak ele alırken, savaş üçüncü filmde müzakere süreciyle bir bağlama, sebep-sonuç ilişkisi içerisine oturtuluyor. Parçalar hâlinde gördüğümüz müzakerelerde Fransa tarafının hiçbir pazarlığa yanaşmayan ve Almanya’ya yaşam hakkı tanımayan tavrı da aynı zincirin bir parçası. 

All Quiet on the Western Front, Batı Cephesinde Bir Şey Yok

Yeni uyarlama için İkinci Dünya Savaşı’na giden yolun bu süreçle başladığı ve tüm dünyaya bu gerçeği gösterme arzusu filmin arkasındaki motivasyonlardan biri. Bu motivasyon da iki aşamalı bir yapıya sahip: İlk aşamada iki savaş arasındaki organik bağı teşhir etme arzusu yer alırken, ikinci aşamada suçu, savaşın kendisi kadar “vahşi kadrolara” yükleme gayesi ön plana çıkıyor. Kitapta/önceki uyarlamalarda Paul Bäumer, kayda değer hiçbir gelişmenin gözlenmediği sıradan bir günde ölürken, yeni versiyonda, kimsenin dört yıl boyunca birkaç yüz metrelik ilerleme dahi kaydedemediği Batı Cephesi’nde, ilan edilen ateşkesin başlamasına dakikalar kala gözü dönmüş bir komutanın son bir karşı saldırı emri, Bäumer’in sonunu getiriyor. Bu emri veren ve Bäumer’le beraber yüzlerce genci ölüme gönderen komutanı, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman yöneticilerin ve askerî kadroların yerine koymak pek yanlış olmayacaktır. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’a (Im Westen nichts Neues, 2022) uzaktan bakınca, yönetmen Edward Berger’in henüz Hitler’in iktidara dahi gelmediği bir dönemde yazılan bu klasiği günümüzde yeniden yorumlamasını “vatanseverlik” olarak adlandırmak pekâlâ mümkün çünkü filmin yapmaya çalıştığı şey, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananların sorumluluğunu halkın üzerinden almak ve acımasız müzakere dayatan düşmanlar ile kendi askerini kurşuna dizecek kadar insanlıktan çıkan komuta kademelerine yüklemek. Lakin Berger’i bir Alman klasiğini deforme etmek veya “dışarıya oynamak” ile itham eden Almanya menşeli olumsuz eleştiriler gösteriyor ki Netflix çağında ister Martin McDonagh olun ister Edward Berger, vatanseverlik cezasız kalmıyor. 

Tekniğin Olanakları

Sinemada köklü bir anlatı değişimi yaşanıyor. Artık “tekniğin olanaklarıyla cephenin yeniden üretilebildiği çağda savaş filmi” tarzı başlıklara ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Cephenin önü, arkası, sağı solu, gidenler, gidemeyenler, gidip de dönemeyenler, gidenlerin ardında kalanlar gibi her türlü temayı gördük ama sinemanın teknik olanakları, izleyiciye cephe “deneyimi” yaşatmayı yeni yeni mümkün kılıyor. Er Ryan’ı Kurtarmak’ın (Saving Private Ryan, 1998) açılış sekansıyla başlayan yolculuk, 1917 (2019) gibi baştan sona tek plan gibi görünen eserlere kadar evrildi. Cepheyi yeniden yaratabilme ve dijital platformlar aracılığıyla ânında tüm dünyaya ulaştırma imkânı, artık ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ gibi klasikleri dahi yeniden yorumlamayı mümkün kılıyor. Müzakerelerle hikâyeyi daha karmaşık bir hâle getirmek kadar cepheyi görsel ve işitsel olarak betimlemek, Remarque’a, Sassoon’a veya Gibson’a o satırları, dizeleri yazdıran dehşetengiz atmosferi üretmek de yeniden yorumlamanın ana parçası. Burada, önceki uyarlamalarda ve muadil eserlerde rastlamadığımız bir teknik yetkinlik ve cepheyi her ânıyla gösterme arzusu var. Kitapta hayal gücümüze bırakılan dehşet anları, kusursuzca gözler önüne seriliyor. Kurşun yağmuru altında titremenin, bir düşmanın kan kusarak ölmesine şahit olmanın, çamur deryasında boğulmanın ne anlama geldiğini izleyiciye kaçış alanı bırakmadan uzun uzun gösteriyor. Savaşın dehşeti karşısında kafamızı çevirmemize imkân tanımıyor, yakamızdan tuttuğu gibi cepheye atıyor ve savaşın neden kötü olduğunu gözlerimizle görmemizi istiyor. Nasıl ki sinema ölmüyor, sadece şekil değiştiriyorsa, savaş filmleri de aynı süreçten geçiyor. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok bu değişimin en yeni örneklerinden ve elde ettiği eleştirel başarı, ardından gelenleri bu yoldan gitmek için cesaretlendireceğe benziyor. Yeterli bütçeye, kendi bildiğiniz yolda gidecek cesarete ve ülkenize ihanet edecek kadar vatan sevgisine sahipseniz, Edward Berger gibi bir başarıya erişme imkânınız mümkün.


NOTLAR

(*) Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, çev. Behçet Necatigil, Varlık Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 1971.


Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Netflix Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.