Tatlı Hayat ve Sekiz Buçuk: Maestro’dan İki Başyapıt
Federico Fellini’nin üç yıl arayla çektiği iki başyapıtı Tatlı Hayat ve Sekiz Buçuk, yarattıkları etkiyle yönetmenin adını sinema tarihi içerisinde kavramsallaştırır âdeta. Hayal gücünü, sembolleri, düşleri çağrıştıran “Felliniesk” ifadesinin yerleşmesinde ise İtalyan besteci Nino Rota’nın müziğinin payı büyüktür.
Tatlı Hayat ve Sekiz Buçuk, Kundura Sinema ve Kundura Sahne’nin ortaklığında düzenlenen Bir Yaz Gecesi Festivali‘nin Nino Rota’ya odaklanan ‘Restore Klasikler’ seçkisi içerisinde Beykoz Kundura’da gösteriliyor. 4-20 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen festivalle ilgili detaylı bilgi almak için tıklayın.
“Maestro” lakaplı usta yönetmen Federico Fellini, adının yaratıcılıkla ve hayal gücüyle eş anlamlı hâle gelmesini 1960’ların başında peş peşe çektiği iki başyapıtı Tatlı Hayat (La Dolce Vita, 1960) ile Sekiz Buçuk’a (Otto e Mezzo, 1963) borçludur. Fellini’nin bu filmlerde ortaya koyduğu nevi şahsına münhasır üslubu öylesine benzersiz ve yaratıcıydı ki sinemasını tanımlamak için yeni bir kelimenin icat edilmesi gerekti. Dünya çapında büyük sansasyon yaratan Tatlı Hayat’la birlikte dolaşıma giren “Felliniesk” kelimesi, o gün bugündür hayal gücünden beslenen, sembollerle bezeli, düşsel, gerçeküstü bir atmosferi tarif etmek için kullanılagelir. Fellini’nin ihtişamlı görsel estetiğiyle gem vurulmamış hayal gücünü birleştiren unutulmaz klasikleri Tatlı Hayat’la Sekiz Buçuk’un Felliniesk atmosferinde, usta yönetmenin neredeyse tüm filmlerinde imzası bulunan İtalyan besteci Nino Rota’nın müziğinin de payı büyüktür.
Sosyeteden İnsan Manzaraları
Fellini’nin Altın Palmiye ödüllü filmi Tatlı Hayat, Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı magazin gazetecisi Marcello’nun bakış açısından geç 1950’ler Roma’sının sosyete hayatının bir panoramasını sunar. Sinemaskop formatında çekilen, görkemli, epik boyuttaki bu unutulmaz klasik, Roma’nın meşhur Via Veneto Caddesi’ndeki barları mesken tutan yüksek sosyete mensuplarının ışıltılı mı ışıltılı ama bir o kadar da çorak dünyasını ve aralarındaki kısır ilişkileri gözler önüne serer. Neden-sonuç zincirine dayalı bir olay örgüsü yerine mozaiği andıran parçalı, epizodik bir anlatı yapısı vardır filmin. Lügatımıza “paparazzi” kelimesini kazandıran magazin fotoğrafçısı Paparazzo ile birlikte gece gündüz sosyetik simaların, sinema yıldızlarının, aristokrasi mensuplarının peşinde dolaşarak sansasyonel haberler kovalayan Marcello’nun yolu film boyunca birçok karakterle kesişir. Bu karakterlerin en çok hatırda kalanları arasında haz peşinde koşan, tatminsiz, Karun kadar zengin olmasına rağmen can sıkıntısından kurtulamayan Maddalena’yı; ideal bir aile hayatına sahip örnek bir entelektüel gibi gözüktüğü hâlde anlam verilemez bir şekilde iki çocuğunu öldürüp intihar eden Steiner’ı ve cazibesiyle Marcello’nun aklını başından alan Hollywood yıldızı Sylvia’yı sayabiliriz. Bu filmdeki rolüyle bir anda üne kavuşan Anita Ekberg’in canlandırdığı Sylvia’nın Trevi Çeşmesi’nin havuzuna girdiği sahne, sinema tarihinin gelmiş geçmiş en ikonik sahnelerinden biridir kuşkusuz.
Duygusal açıdan çorak, tam manasıyla çöküş içinde bir toplum portresi çizen Tatlı Hayat’ta Marcello, bir yandan çılgın gece eğlencelerine, sefahat alemlerine dalarken bir yandan da daha entelektüel, daha anlamlı bir hayatın özlemini duyar. Ne var ki ciddi bir yazar olma hayalini bir kenara bırakarak rayından çıkmış haz dünyasının bir parçası hâline gelmeyi seçen Marcello için ufukta kurtuluş olmadığını gösteren bir finalle noktalanır film. Tatlı Hayat’ın sembolik anlamlarla yüklü finalinde filmde resmedilen dekadan hayata tezat oluşturan, saflığın ve masumiyetin simgesi meleksi genç kadının sesi kumsalın öte tarafındaki Marcello’ya erişmez. Şatafatlı gece kulüplerinde, deniz kıyısındaki lüks villalarda sefahat süren zevk düşkünü yüksek sosyete mensuplarının hayatlarına hâkim olan yabancılaşmayı ve sığlığı gözler önüne seren Tatlı Hayat, beyazperdede görüp görülebilecek en yetkin toplumsal eleştirilerden biri olarak kabul edilir. İnce ince hesaplanmış, karmaşık kamera hareketlerinden tutun da göz alıcı kostüm tasarımına varıncaya dek her yönüyle ihtişamlı bir görselliğe sahip bu Fellini klasiği, büyüsünü biraz da Nino Rota’nın müziğine borçludur. Filmde çeşitli varyasyonlarıyla arka zeminde Marcello’nun serüvenlerine eşlik eden Rota imzalı tema müziğini açılış jeneriği akarken duyarız ilkin. Film boyunca kâh neşeli bir tona bürünen kâh yavaşlayıp dokunaklı bir tını kazanan bu müzik, bazen bir duygunun altını çizmeye bazen de filme tempo kazandırmaya yarar. Kaotik bir enerjiyle yüklü filme hâkim olan görsel zenginlik, Rota’nın caz tınılarına sahip polifonik müziğinde işitsel karşılığını bulur âdeta.
Rota ile Fellini
Kariyeri boyunca yüz elliden fazla filmin müziğine imza atan Oscar ve Grammy ödüllü Nino Rota ile Fellini arasındaki sanatsal işbirliği, Fellini’nin tek başına yönettiği ilk filmi Beyaz Şeyh’e (Lo Sceicco Bianco, 1952) dayanır. 1950’lerin başından Rota’nın 1979’daki ölümüne kadar yaklaşık otuz yıllık zaman zarfında Fellini’nin çektiği bütün filmlerde Rota’nın imzası bulunur. Profesyonel bir yönetmen-besteci ilişkisini aşan yakın bir dostluk vardır ikili arasında. Her ikisinin de sanatını besleyen, birbirlerine ilham veren bir dostluktur bu. Fellini’yle Rota arasındaki sinema tarihinde eşine ender rastlanacak verimli işbirliğinin sırrı aralarındaki mükemmel uyumda yatar. Fellini’nin hiç tereddüt etmeksizin birlikte çalıştığı en değerli iş arkadaşı olarak andığı Rota’yla arasında öylesine mükemmel bir uyum vardır ki Fellini ancak Rota’nın film için bestelediği müziği dinlediğinde çektiği filmin anlamını tam manasıyla kavrayabildiğini söyler.[1] Hatta filmlerinin gizli ruhunu yansıtmaktaki bu olağanüstü kabiliyeti dolayısıyla Rota’ya “sihirli dost” lakabını takmıştır Fellini.[2] İşin ilginç tarafı Rota’nın bestelerini Fellini’nin filmlerinden tek bir kare dahi görmeksizin, herhangi bir görsel ipucuna ihtiyaç duymaksızın yapmasıdır. Öyle ki Fellini’nin dediğine göre âdeta semavi alemlere layık bir müzik anlayışına sahiptir Rota; ilhamını görsel imgelerden değil bütünüyle iç dünyasından, dış gerçekliğin nüfuz edemediği deruni bir boyuttan almaktadır sanki.[3] Nitekim Sonsuz Sokaklar’dan (La Strada, 1954) Amarcord’a (1973), Ruhların Jülyeti’nden (Giulietta Degli Spiriti, 1965) Orkestra Provası’na (Prova d’orchestra, 1978) kadar Fellini’nin filmlerinin yarattığı duygusal etkide Rota’nın hafızalardan kolay kolay silinmeyen, içe işleyici ezgilerinin büyük payı olduğu su götürmez. Fellini’nin sanat sinemasının kurallarını yeni baştan yazan, hem biçim hem de içerik açısından çığır açıcı klasiği Sekiz Buçuk’taysa gevşek bir şekilde örülmüş epizotları birbirine bağlayan harç işlevi görür Rota’nın müziği. Rota’nın kâh neşeli kâh hüzünlü besteleri, farklı gerçeklik ve zaman düzlemleri arasında gezinip duran filmi duygusal açıdan zenginleştiren en önemli unsurlardan biridir aynı zamanda. Sekiz Buçuk’un âdeta bir sirk gösterisine yakışacak şen şakrak, zengin bir müzikal dokuya sahip tema müziğininse Rota’nın yaptığı en “Felliniesk” beste olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.
Fellini’nin “Sekiz Buçuk”uncu Filmi [4]
Çekmeye giriştiği filmle ilgili tüm özgüvenini ve ilhamını yitiren yönetmen Guido’yu merkezine oturtan özdüşünümsel bir film olan Sekiz Buçuk, baştan sona ana karakterin iç dünyasına odaklanır. Hayalle gerçek, geçmişle şimdi arasında mekik dokur film. Martin Scorsese’den David Lynch’e birçok yönetmene ilham kaynağı olan Sekiz Buçuk’un tüm zamanların en iyi filmleri listelerinde hep üst sıralarda yer almasında içeriği kadar ustalıkla kotarılmış kaydırmalı çekimlerin ve karmaşık koreografiler gerektiren kamera hareketlerinin de payı büyüktür kuşkusuz. Hem özel hayatında hem de meslek yaşamında çıkmaza saplanmış, ilham perisini yitirmiş, kafası karışık yönetmen Guido rolünde yine Marcello Mastroianni’yi görürüz. Nitekim Mastroianni, Fellini’nin “alter-egosu” unvanını esasen bu filme borçludur. Zira Sekiz Buçuk’un çıkış noktası, Tatlı Hayat’la yakaladığı başarının ardından yaratıcılık krizi çeken Fellini’nin kendi açmazlarıdır aslında. Öyle ki tüm filmlerinde kendi hayatından, kendi düşlerinden ve takıntılarından yola çıkan Fellini’nin en otobiyografik filmi sayılır Sekiz Buçuk.
Guido, dinlenmeye çekildiği kaplıcalarda bile ensesinde boza pişiren yapımcısıyla sürekli ondan taleplerde bulunan film ekibinin baskısından kurtulamaz. Üstüne üstlük hem metresini hem de karısını aynı anda kaplıcalara davet ederek durumu daha da içinden çıkılmaz hâle getirir. Tüm bu curcunanın ortasında Guido için kurtuluşu temsil eden figürse Claudia Cardinale’nin hayat verdiği, Guido’nun gözünde ideal kadını simgeleyen Claudia karakteridir. İlkin Guido’nun zihninde canlandırdığı hayalî bir ilham perisi olduğunu düşündüğümüz Claudia’nın, Guido’nun filminde oynatmayı tasarladığı gerçek bir aktris olduğunu sonradan anlarız. Film boyunca Guido’nun fantezileri, hayalleri, düşleri ve çocukluk anıları arasındaki yumuşak geçişler edebiyattaki bilinç akışı tekniğini andıran bir yöntemle, yani çağrışımlar aracılığıyla sağlanır. Örneğin bir sahnede Guido’nun aklından geçirdiği anlamsız, gizemli kelimeler (“asa nisi masa”) bir çiftlik evinde geçen mutlu çocukluk günlerinden kalma anılara açılan bir kapı işlevi görür. Guido’nun trafikte sıkışıp kalmış bir otomobilin içinde nefessizlikten boğulma tehlikesi geçirdiği bir kâbus sekansıyla açılan film, fantastik bir gündüz düşüyle sona erer. Filmin tam manasıyla karnaval havasının estiği finalinde Guido’nun çocukluğundan beri hayatında iz bırakmış insanların hepsi birdenbire sökün ederek sirk sahnesini andıran bir çemberde yan yana dizilir. Herkes el ele tutuşarak çemberin üzerinde dönerken ellerinde çalgılarla tek sıra hâlinde yürüyen bir grup palyaço da filmin tema müziğini –Rota’nın bu en Felliniesk bestesini– icra etmektedir. Fellini’nin sirklere ve palyaçolara duyduğu takıntılı ilgiyi yansıtan bu meşhur final sekansı, Fellini’nin sinemasıyla Rota’nın müziğinin nasıl birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturduğuna mükemmel bir örnek teşkil eder.
NOTLAR [1] Gianfranco Angelucci, “Felliniesque: A Glimpse Behind the Curtain”, Frank Burke, Marguerite Waller ve Marite Gubareva (Ed.), A Companion to Federico Fellini, (Wiley Blackwell, 2020), xxxii. [2] Federico Pacchioni, “Fellini and Esotericism”, A Companion to Federico Fellini, 96. [3] Alexandre Tylsky, “Rota + Fellini”, Film Score. [4] Sekiz buçuk, Fellini’nin o güne dek çektiği filmlerin sayısıdır. Fellini ortak yönetmenlik yaptığı Varyete Işıkları (Luci del Varieta, 1950) ile iki ayrı antoloji filme yaptığı katkıyı yarımşar film sayarak bu sayıya ulaşır.
Tatlı Hayat ve Sekiz Buçuk, Kundura Sinema ve Kundura Sahne’nin ortaklığında düzenlenen Bir Yaz Gecesi Festivali‘nin Nino Rota’ya odaklanan ‘Restore Klasikler’ seçkisi içerisinde Beykoz Kundura’da gösteriliyor. 4-20 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen festivalle ilgili detaylı bilgi almak için tıklayın.
İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatında yüksek lisans, Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Medya Araştırmalarında doktora yaptı. Bir süre öğretim üyesi olarak çalıştı. Sinema, edebiyat, eleştiri ve kültür kuramları üzerine düşünüyor ve yazıyor.