Şu An Okunan
Trần Anh Hùng ile Şeflerin Aşkı Üzerine Söyleşi: ‘İfadenin Peşinde’

Trần Anh Hùng ile Şeflerin Aşkı Üzerine Söyleşi: ‘İfadenin Peşinde’

Trần Anh Hùng imzalı Şeflerin Aşkı, ünlü bir şef ve onun sadık aşçısı arasındaki emeğe, hazza ve sevgiye dayalı ilişkiyi merkezine alıyor. Yönetmenle sinemaya yaklaşımını ve sanatsal ifade arayışını konuştuk.

Söyleşi: Öykü Sofuoğlu


Advertisement

Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Trần Anh Hùng‘a En İyi Yönetmen ödülünü kazandıran Şeflerin Aşkı (La Passion de Dodin Bouffant, 2023) MUBI Türkiye kütüphanesine eklendi. Trần’ın yedi yıl aradan sonra çektiği ilk film olan Şeflerin Aşkı, ilk bakışta tarihsel ve romantik bir drama gibi görünse de Vietnam asıllı Fransız yönetmenin biçimsel ve estetik kaygılarını yansıtan formalist bir yaklaşıma sahip. Ünlü Fransız şef Dodin ve onun sadık aşçısı Eugenie arasındaki emeğe, hazza ve sevgiye dayalı ilişkiyi merkezine alan film, ayrıca seyircisini dört duvarla sınırlanmış bir mutfak içinde duyusal bir yolculuğa çıkarıyor. Trần Anh Hùng’la filmini, sinemaya ve sanat üretmeye dair yaklaşımlarını, ifade biçimlerini ve elbette mutfağı, yemekleri konuştuk.

Filminizi izlerken, sizin bir sanatçı olarak, yemekleri beyazperdeye aktarırken en az onları pişiren karakterler kadar zevk aldığınızı hissedebiliyoruz. Sanki tüm görüntüler bu sanata olan hayranlığınız ve sevginizle dolup taşıyor. Son derece soyut bir şeyden bahsediyorum belki ama kendi tutkunuzu filminize aktarmayı nasıl başardınız?

Bu şekilde ifade ettiğiniz için teşekkür ederim, çünkü benim için gerçekten önemli bir unsur. Günümüzde yalnızca bir hikâyeye veya bir temaya odaklanan çok sayıda film var. Bugün dolaşımda olan filmlerin yüzde doksanı sinema açısından son derece zayıf. Hikâyede bir çocuk ölüyor ve bir insan olarak buna üzülüyoruz. Ancak burada sinemaya dair hiçbir şey yok. Bense seyirciye sinemaya dair bir his, bir itki sunmak istiyorum. İnsanların duyguları kelimelerle dile getirmesine gerek kalmayan, o duyguları yaratabilen bir sanat sinema. Sinema ifadeyle ilgilidir, deneyimle değil. Sinema, filmde ölen bir çocuğun sizi ağlatması değildir. Başka bir şeydir. Sinemanın diliyle, ifade biçimiyle alakalıdır. Ben de seyircime bunu sunmaya çalışıyorum. Aslında bu tüm yönetmenlerin üzerine düşünmesi gereken bir şey. Ancak şimdilerde böyle bir durum söz konusu değil. Bugünlerde bir hikâye sahneleniyor, sonrasında kameraya çekiliyor ve onu daha eğlenceli hâle getirmek adına kurgulanıyor. Benim için sinema böyle bir şey değil. Bir ürün bu ve ne yazık birçok film artık bu şekilde yapılıyor.

Peki sinemaya özgü bu ifade biçimini nasıl yakalıyorsunuz?

Sinemayı sevdiğim ve büyük filmler izlediğim için, o filmlerde neyin iyi, neyin kötü olduğunu biliyorum. Dolayısıyla sıra film çekmeye geldiğinde, bir kareden diğerine yalnızca anlatıyı daha anlaşılır kılmak için geçiliyorsa eğer, bunun yeterli olmadığını çok iyi biliyorum. Hikâyenin kendisinde değil, sinemanın içinden gelen bir duygu, bir ifade biçimi yaratabilmeli yönetmen. Ama bu son derece zor bir şey. Vietnam’da on yıldır bir film festivalinde yönetmenler için atölyeler düzenliyorum. Asya’daki çeşitli ülkelerden yaklaşık 20 yönetmen bir araya geliyor ve uzak bir yerde beraber altı gün geçiriyoruz. Sabah kalkıp gece yatana kadar sinema konuşuyoruz. Günlerimizi sinema dilinin neyin özel kıldığını, yönetmen olarak nelere odaklanmamız gerektiğini tartışarak geçiriyoruz. Çünkü duygu ve anlam yaratmak için yalnızca sinemaya özgü bir yol bulmamız gerek.

Aslında Şeflerin Aşkı’nın Marcel Rouff’un romanından uyarlanması ilginç bir detay. Zira büyük ölçüde tasvire dayanan bu kitabın üslubuna sadık kalmanızın bekleneceği klasik uyarlama sürecinin tam aksine siz sinemaya özgü jestler, bakışlar ve az önce belirttiğiniz gibi ifade biçimlerine odaklanıyorsunuz. Oyuncular özelinde bu ifade biçimlerini nasıl geliştirdiniz?

Örneğin filmde rol alan bu oyuncu çifti ele alırsak eğer, onlar bana kendi hakikatlerini aktarmak isteyeceklerdir. Ama ben onların hakikatleriyle ilgilenmiyorum. Eğer bunu aktarmayı başarıyorlar ve bu da benim aradığım şeye uyuyorsa ne âlâ. Ben asıl onların ifade etme biçimleriyle ilgileniyorum. Eğer bir oyuncu ‘mış gibi’ yapıyorsa ama ifade yönü güçlüyse, benim için yeterlidir bu. Onun samimi veya dürüst olmasına gerek yok. Geçenlerde Instagram’da Dustin Hoffman’ın kısa bir videosuna denk geldim. Oyunculuktan bahsederken, “Eğer birine bağırmanız gerekiyorsa, bağırın sadece” diyordu. Duygusal olarak o sahnenin içinde olmanıza gerek yok yani. Söyledikleri bana John Huston’ı ve Uygunsuzlar (The Misfists, 1961) filmini hatırlattı. Uygunsuzlar çekilirken Marilyn Monroe’nun bir sahnede karşıdan karşıya geçmesi gerekir ve Huston’a belki de bu sırada babasını düşünmesinin iyi olacağını çünkü ondan nefret ettiğini söyler. John Huston’sa ona, “Lütfen, sadece karşıdan karşıya geç” diye cevap verir. Gördüğünüz gibi sanat, sinema, ifade biçimiyle ilgilidir, deneyimle değil.

Bu noktada, Juliette Binoche ve Benoît Magimel’in geçmişte bir çift olmasının yukarıda bahsettiğiniz yaklaşım üzerinde bir etkisi oldu mu?

Başlarda anlaşamayacakları konusunda oldukça endişeliydim ancak çekimler başladıktan iki üç gün sonra ne kadar harika bir iş çıkardıklarına şahit oldum. Sonuçta oldukça profesyoneller ve ilişkileri yüzünden beni zor durumda bırakacak insanlar değiller. İkisi beraber çalışmayalı yirmi yıl olmuştu, o dönemde birbirlerinden haz etmeseler bile üzerinden epey zaman geçmiş; dolayısıyla bu filmle yepyeni bir şey ortaya çıkarmayı başardılar. Ayrıca bir kızları da var. Çekimler sırasında 22-23 yaşlarındaydı. Filmde biraz bu yüzden de yer aldıklarını hissettim çünkü bu onun anne ve babasını Eugenie ve Dodin arasındaki beraberlik gibi bir ilişkide görebileceği tek fırsattı.

Neredeyse Bressoncu diyebileceğimiz bu yaklaşımda yiyecekleri nereye konumlandırıyorsunuz? Sonuçta kendi eylemlilikleri olmadığı için bu unsurlar tamamen sizin kontrolünüz dâhilinde.

Evet çok haklısınız. Daha en başta bir karar verdim ve yiyeceklerin, beauty shot dediğimiz yakın planlarını kullanmamayı tercih ettim. Çünkü bu tarz çekimleri, televizyonda ve başka filmlerde o kadar çok gördük ki. Ben bundan hoşlanmıyorum ve filmimde de göremezsiniz. Benim için her şey hareket hâlinde olmalı. Çünkü ben bu sanatı göstermek istiyorum. Ve bu sanat maddelerin dönüşümüne dayanıyor. Elimizde et var, sebzeler var, ateş var. Biz onların dönüşümünü izliyoruz. Ben bunları hareket hareket hâlinde göstermek zorundayım. Durup “İşte bu çok güzel” demiyoruz. Hareket hâlinde olduğu için göze güzel gözüküyor. Ayrıca yemek sahneleriyle ilgili şöyle bir fikir daha vardı: Eugenie ve Dodin, yirmi yıldır bu işi beraber yapıyor. Dolayısıyla seyircinin onlar çalışırken hareketlerinde bir tür uyum olduğunu hissetmesi gerekiyordu. Mutfak içinde aynı anda, oradan oraya hareket ettikleri son derece karmaşık sahneler vardı. Bu sahnelerde karmaşık hareketleri kullanmamız gerekti. Karakterin yüzünü, vücudunu, ellerini, tencerenin içindekini, kısacası her şeyi göstermeliydik. Tüm bunların sonucunda ortaya bir tür uyum çıkmalıydı çünkü bu işlerinin doğasında var.

Fransız gastronomisine odaklanmanızda bu uyum arayışı ne ölçüde rol oynadı? Bu kültürde başka ilginizi çeken neler vardı?

Brillat-Savarin’ın kaleme aldığı bir kitap var. Onun döneminde gastronomi henüz pek gelişmiş değildi ama yemek insanlar için yine de bir zevk kaynağıydı. İnsanlar onun kitabıyla beraber yemek üzerine düşünmeye ve yemekten bahsetmek için doğru kelimeleri aramaya başladı. Kelimelerse gitgide daha sofistike ve zengin bir boyut kazandı. Fransızlar her şeyi tanımına göre uygulamayı çok seviyor. Örneğin menüler hep belli bir sıraya göre yazılır. Yemek pişirirken tarifte yazılan adımlar takip edilmelidir. Bugün tüm dünya bu kurallara uyuyor. Sofra nasıl olmalı, bardaklar arasında kaç santimetre boşluk bulunmalı… Bunların hepsinin belli bir tanımı var. Filmde Dodin’ın bir repliği var. Antonin Carême ölümü ve Auguste Escoffier’nin doğumu arasında 13 yıl olduğunu söylüyor. Carême, Fransız mutfağının atası kabul edilirken Escoffier modern gastronominin babası olarak nitelendiriliyor. Bu iki isim arasında 13 yıl olması inanılmaz bir şey. Escoffier’nin yazdığı kitap bugün tüm dünyada şefler için bir İncil gibi neredeyse. Bir şeyi özledikleri ya da canları sıkkın olduğunda bile bu kitaba bakıyorlar.

Hazır Escoffier’den bahsetmişken, Frederick Wiseman’ın son filmi Menus-Plaisirs – Les Troisgros’da (2023) Escoffier’nin kitabının yer aldığı buna benzer bir sahne var. Hem Wiseman hem de siz, geleneksel ve ulusal değerlerine bağlı bir kültürü keşfe çıkan filmlere imza attınız. Bu keşfi dışardan, bir yabancı olarak yaparken zorlandınız mı?

Yönetmen olarak seyirci için yeni ve ilginç bir film sunmak zorlayıcı olsa da, bu Fransız mutfağı hakkında bir film yapmanın zor olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü bir yabancı olarak, daha fazla şey gözlemleyebiliyorsunuz. Fransızlar için normal ve doğal görünen şeyleri örneğin. Belki artık bunları fark edemiyorlar ama benim açımdan her şey yepyeni. Benim için bir tavuk pişirmek için iki tavuğa ihtiyaç duyulması, çünkü tavuğun yine tavuk suyunda pişirilmesi gerektiği inanılmaz bir şey.

Söyleşimizi bitirirken bu örneğinizin üstüne bir yorumda bulunmadan geçemeyeceğim. Bir vegan olarak filminizi izlerken çok karmaşık duygular hissettim. Sizin aldığınız zevk ve biz seyirciyle paylaştığınız güzellikler kadar yoğun bir şiddete de şahit oluyoruz filmde. Sizce sanatın hem şiddet hem de zevk duygusunu bir arada barındırması mümkün mü?

Ben sanatın şiddet içerdiğini düşünüyorum. Çünkü sanat doğaya aykırıdır. Aksi hâlde doğa sanat olurdu. Doğanın da bir güzelliği var. Ama sanatçı çiçeği koparıp, vazoya koyup ona şekil verendir. Çiçeği öldürmüştür yani. Bunu yaptığınızda şiddet kaçınılmazdır. Bana göre apaçık bir gerçek bu. Sizce de öyle değil mi? Bir şeyleri kırmak, eğip bükmek, motifleri değiştirmek gerekir. Çünkü doğanın güzelliği kendi başına yeterli değildir; sanatın var olmasının sebebi de budur.


Şeflerin Aşkı, 8 Haziran’dan itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

Şeflerin Aşkı’nın 9 Haziran’da Beyoğlu Sineması’nda gerçekleşecek özel gösterimiyle ilgili detaylara ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.