Şu An Okunan
Yine Yalnız Ama Güzel İnsanlar

Yine Yalnız Ama Güzel İnsanlar

Sinema bu; hepimiz aynı ekrana bakar, çoğumuz farklı şeyler görürüz. Tıpkı 19. yüzyıl Fransız empresyonistlerinin aynı manzaraya aynı gün ışığında bakıp farklı tablolar resmetmeleri gibi…

Aslı Sarp İşman

“Herkese açık bu köşe” dediler. Çiğdem Mater’le birlikte güzel filmler hayal edebilmek için. Hayal etmenin ön koşulu olur mu, olmaz. Ben de Kuru Otlar Üstüne’nin (2023) finalini ifade özgürlüğünün ve hayal gücünün bana verdiği yetkiye dayanarak değiştirdim.

“Güneşli bir sabahta, yeni demlenmiş tavşankanı çay eşliğinde, bir Anadolu kahvehanesinde Rodin’i, Melih Âşık’ı, Thomas Vinterberg’i, Müjde Ar’ı, Nuri Bilge Ceylan’ı ve hattâ en sürprizlisi de Pieter Brueghel’i referans gösteren bir ‘muhabbet’ hayal ettim. Film gibi güzel bir kare oldu. İçim ısındı.”

Al işte, yine oldu. Yazı kendiliğinden vücut bulacak az sonra. Yazarken hep olur bana. Bu giriş paragrafı da öyle oldu. Yeri burası değildi, o ayrı. Klavyenin başına geçmiş, sonunu değiştirmek istediğim bir film ekseninde bir yazı yazacaktım. Çiğdem’in temsil ettiği hayal gücü için. İyi bir sinemacı nerede olursa olsun ışık saçmaya devam ediyor işte. Altyazı’nın başlattığı bu yazı dizisi bunun en güzel örneği.

Önüme bir Kuru Otlar Üstüne eleştirisi düştü. Düşmedi aslında, ben izini sürüyordum bir süredir. Benim gibi final sahnesini filmin içinden çekip almak isteyenler, onunla bağ kuramayanlar, hattâ komik bulanlar var mı diye. Pek tabii ki Mehmet Açar başta olmak üzere sevdiğim, tanıdığım tüm eleştirmenlerin filmle ilgili yazılarını hatmetmiştim çoktan. Parşömen’de Mehmet Aslan imzalı ‘Kuru Otlar Vesilesi ile Nuri Bilge Ceylan Üstüne’ başlıklı eleştiriyi de zevkle okudum. Her şey bir anda oldu. “Kahve muhabbeti gibi eleştiri” olmuş diyordu bir okuyucu yorumlarda Aslan’ın eleştirisi için. Bu kadar. Sosyal medya böyle bir ortam. Bazen derin, çoğu zaman sığ. Herkes birbirine eşit mesafede. Ben de yorum bölümüne naçizane yukarıdaki yorumu bırakıverdim. Kahve muhabbeti eleştirisini yazarın kendisi her ne kadar “herkese hitap eden, kolay okunur” olarak nezaketle üstüne alsa da yazarın emeğine ve bilgisine olan saygımdan, ben kabullenemedim. Söyleyeceğini lafı dolandırmadan söyleyenleri severim. İyi gazetecilerin mahareti de budur kanımca. Bekir Coşkun’un tüm zamanların en çok okunan köşe yazarlarından biri olmasının hikmeti de bundadır. Dokuz köyden kovulmayı göze alır, Onuncu Köy’de Coşkun. Mehmet Aslan da profesyonel bir film eleştirmeni olmamasının kendisine tanıdığı alanı sonuna kadar kullanmış yazısında. Oturaklı referanslar kullanarak, göndermeler yaparak bir sinemasever olarak özgürce bir Nuri Bilge Ceylan okuması yapmış. O da Mehmet Açar gibi Kuru Otlar Üstüne’nin finalini sevmiyor. Gerçeklikten kopunca seyirciyi etkilemek zor oluyor demek ki. Nedense bizi kendimizle baş başa bırakmıyor Ceylan. Filme başka anlamlar yüklememizi istemiyor sanki. Film bencil, yaşadığı yerle hiçbir aidiyet duygusu kuramayan ana karakter Samet’in yapmacık monoloğuyla sonlanıyor. Daha da kötüsü var; kuru otların üstüne basa basa ilerliyor Samet. Oysa Ahlat Ağacı’nda (2018) mutluluğun resmini çizdiğini düşünmüştüm Ceylan’ın. Buna izin vermişti Ceylan, duygularımızla baş başa kalmıştık film bittiğinde.

Ama sinema bu; hepimiz aynı ekrana bakar, çoğumuz farklı şeyler görürüz. Tıpkı 19. yüzyıl Fransız empresyonistlerinin aynı manzaraya aynı gün ışığında bakıp farklı tablolar resmetmeleri gibi… Samet konuşmak yerine susmayı seçseydi, istediğimiz sonu yazardık o zaman Nuri Bilge’nin son filmine.

Bu finali ben yazsaydım… Bir kere kesinlikle küçük kız Sevim’e mektubunu geri verirdim. Egosantrik bir anti-kahramandan iyi niyet tohumları yeşertirdim umutla. Seyirciye tutunacak bir bahar dalı uzatırdım. Ya da filmin dramatik yapısındaki ikinci, daha sahici ilerleyen hikâyeye odaklanırdım. Samet’e, Nuray’a ve Kenan’a… “Yalnız” bireylerin umutsuzluk perdesini aralardım. Nasıl yapardım bunu, bilmiyorum. Belki de Nuray’ın iki erkek karakterle cesurca yüzleştiği sahneyi gölgede bırakacak bir sahne çekerdim finalde. Bir izleyici olarak benim için duygular ve filmle kurduğum ilişkidir esas olan. Hikâye örgüsü, karakterler, politik ve tarihsel arka plan, sadece o âna hizmet eden yardımcı oyunculardır gözümde. Salondan çıktığımız o âna. Filmin bende bıraktığı duygudur benimle kalan ve hep kalacak olan. Wong Kar Wai’nin Aşk Zamanı’nda (Fa yeung nin wah, 2000) bir altmetin arasam ne olur? Onun yerine büyülenmişçesine filmin şiirselliğine kaptırırım kendimi. Hüzün, yalnızlık ve şiddetli bir arzunun çığlığa dönüştüğü bir müzik eşliğinde, zamandan bağımsız, kapı aralıklarından bakarım kırmızı odalara, eski aynalarda görürüm kendimi, saçak altlarında beklerim yağmurda, uçuşan tüller arasında zihnimde ‘yavaş çekim’ akar gider zaman. Geriye aşk kalır. Keşke Ceylan’ın filminde de geriye yine yalnız ve ama güzel insanlar kalsaydı.


Sinemacı dostumuz Çiğdem Mater, diğer Gezi Davası tutsakları Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’la birlikte 25 Nisan 2022 tarihinden beri hapiste. Osman Kavala ise kendine yöneltilen suçlardan defalarca beraat etmesine rağmen 1 Kasım 2017’den beri tutuklu. Hayal Havuzu’nu bu karanlık günlerde Çiğdem’e ve tüm Gezi tutsaklarına hayallerimizle yoldaşlık etmek için açtık.

Diğer Hayal Havuzu yazılarına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.