Şu An Okunan
Alejandro G. Iñárritu ile Bardo Üzerine Söyleşi: ‘Kendine Gülerek İyileşmek’

Alejandro G. Iñárritu ile Bardo Üzerine Söyleşi: ‘Kendine Gülerek İyileşmek’

Alejandro G. Iñárritu’nun yeni filmi Bardo, Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi Netflix Türkiye’de yayında. Yönetmen “farklı bilinç akışlarının karışımı” olarak tanımladığı filmin Meksika’ya dair söylediklerini anlatıyor.

Söyleşi: Eren Odabaşı

Alejandro G. Iñárritu, yeni filmi Bardo, Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi (Bardo, Falsa Crónica de Unas Cuantas Verdades) boyunca belli belirsiz anımsanan hatıralar ve insanın duygu dünyasına rasyonel anlatılardan çok daha yakın duran rüyalar arasında bir gezintiye çıkarıyor izleyiciyi. İlk gösteriminin ardından eleştirmenleri ikiye bölen bu baş döndürücü yolculuk, bence yılın en yaratıcı ve etkileyici filmlerinden biri. Uzun bir aradan sonra Meksika’ya dönen Iñárritu, bir nevi alter-egosu sayılabilecek gazeteci Silverio’nun aile ilişkilerine, mesleki ve kişisel endişelerine, Amerika’daki göçmenlik deneyimlerine, Meksika tarihine ve bu tarihin yazılışına dair epik bir kara komediye imza atıyor.

Muazzam bir teknik ustalıkla çekilmiş ve neredeyse her sahnesi iddialı plan sekanslarla kurulmuş bu sinemasal labirent; hem kibirli hem dürüst, hem trajik hem esprili, hem boğucu ölçüde soyut hem de hiçbir Iñárritu filminin olmadığı kadar net ve açık sözlü bir deneme olarak tanımlanabilir. Ingmar Bergman’ın Yaban Çilekleri (Smultronstället, 1957) ve Federico Fellini’nin 8 1/2 (1963) filmlerine sayısız referans içeren Bardo; bir yandan Silverio’nun çocukları ve ebeveynleriyle hesaplaştığı sahneler aracılığıyla kuşaklar arası bir aile portresi sunuyor, diğer yandan güncel medya endüstrisi ya da göçmen kimliğinin bir parçası olan kültür karmaşası ve arada kalmışlık hissi hakkında politik tespitlerde bulunuyor. Iñárritu ile filmin dünya prömiyerini kutladığı ve Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali sırasında görüştük.1

Bardo’nun alt başlığı filmi bir günce olarak tanımlıyor, ama yalan yanlış bir günce. Filme kendi yaşamınızdan ve deneyimlerinizden eklediğiniz şeyler var mı?

Bardo bir otobiyografiden daha fazlası, otobiyografik bir film bence çok sıkıcı olurdu. Film anılar, anekdotlar, deneyimler, düşünceler, rüyalar, korkular gibi pek çok şey üstüne kurulu. Meksika pozolesi2 gibi, farklı bilinç akışlarının karışımı da diyebiliriz. Mutlak doğrular ya da gerçekler inşa etmekle ilgilenmedim, daha çok bir duygu koleksiyonu kurmak ilgimi çekiyordu. Bu yüzden günce kısmını filmin ismine ekledim. Kesin ya da doğru olmak gibi bir taahhüdü yok filmin, ama dürüst ve gerçeğe bağlı. Sinema bir yalan, izlediklerimizin bir yalan olduğunu biliyoruz ve hayatlarımız da böyle, hiçbir zaman hiçbir şeyden tam olarak emin değiliz. Deneyimlediğimiz olaylar zihnimizin, inançlarımızın süzgecinden geçiyor.

Filmde Silverio’nun ebeveynleriyle buluşması ve yaşlanma süreci önemli yer tutuyor. Farklı kuşaklar bir araya geliyor.

Hayatta bir nokta var, belki 60 yaşına yaklaştığınız zaman. O noktada biraz daha cesur olabiliyorsunuz, bazı şeyleri paylaşmaktan artık çekinmiyorsunuz, korkmuyorsunuz. Bazı konulardan tepki göstermeksizin söz edebiliyorsunuz. Bu insanı özgürleştiren bir şey ama aynı zamanda savunmasız hissettiren bir yönü de var. Sonuçta bu film benim kalbim, bu filmi yalnızca zihnimle yapmadım. İnsan neredeyse 60 yaşına gelince kendi iç dünyasına yönelmek istiyor, çünkü o dünya 20 yaşındaki halinden daha zengin artık. Ama bu filmi yapmak belli bir noktada alınmış bir karar değildi. Filmi yazarken, çekerken ve kurgularken önceden planlamadığımız, adım adım keşfettiğimiz pek çok şey vardı. Bardo’nun yapım süreci hayal gücüm ve bazı olaylar ya da olgular arasında bir yolculuk yapmak gibiydi.

Bir sahnede “utanç verici bir yenilgiyi zafere ancak Meksikalılar çevirebilir” deniyor. Bununla ne kastettiğinizi açıklayabilir misiniz?

Meksika’da aslında bir bakıma utanç verici olan pek çok kutlamamız var, en küçük şeyleri bile kutluyoruz. Bir günlüğüne kazandığımız, ertesi gün kaybettiğimiz savaşlar var, biz o bir günü her yıl büyük bir zafer olarak kutluyoruz. Tarihimizde zavallı okul çocuklarının Amerikalılar tarafından katledildiği olaylar var. Amerikalılar ülkeyi işgal ettiklerinde elde kalan son kalede 13-14 yaşında çocuklar vardı ve katledildiler, ama biz bu olaylardan kaleyi teslim etmeyi ya da kendileri teslim olmayı reddeden gençler hakkında kahramanca bir öykü inşa ettik. Hatta efsaneye göre çocukların kuleye çıkıp bayrak düşman eline geçmeden önce kendilerini öldüreceklerini haykırdıkları söyleniyor. Bence bu absürt, intihar etmenin neresi kahramanca olabilir? Bu bir yalan ve yalan olduğunu bütün tarihçiler biliyor. Ama bugün hala başkan ve diğer herkes bu yalanı büyük bir olaya çevirmeye devam ediyor. Bütün ülkeler böyledir, her ülke bir öyküler silsilesinden ibarettir, bir anlatıdır ve insanlar bu anlatıdan bir anlam çıkarmaya uğraşır. Bütün ülkelerde bu tarz mit haline gelmiş gülünç şeyler vardır ve bu ülkenin duygusal birliği, ortak gücü için önemlidir.

Filmde güncel Meksika-Amerika ilişkilerine dair öyküler ve tespitler de var.
Şimdi insanların Amerika-Meksika sınırını geçtiği söyleniyor. Amerikalılar bizi mağlup etti ve ülkemizin yarısı için birkaç milyon peso ödedi. Sınır değişti ve ülkenin yarısı birkaç milyon pesoya Amerika Birleşik Devletleri oldu. Ama hiç kimse, hiçbir Amerikalı bu hikâyeyi bilmiyor. Bu 175 sene önce oldu ve yaşananlar bir savaş değil işgaldi. Ama şimdi biz Meksikalılar bundan gurur duyuyoruz! Bu bir yalan, çünkü biz aslında kaybettik. Bu durumu gülünç buluyorum. Ama acı biçimde değil, sadece saçma.

Filmdeki televizyon programı sahnesinde Silverio için söylenenler daha önce siz ve filmleriniz hakkında defalarca yapılan eleştirileri andırıyor.
Eleştiriler beni incitmiyor, incinmiş olsam bu filmi yapmazdım. Aslında o sahneye belli bir mesafeden bakıyorum ve o sahneden keyif alıyorum. Çünkü durumun absürtlüğünü görebiliyorum. Belki artık daha sağlamım ve bu duruma gülebiliyorum. İnsan belki bir zamanlar kendisini üzen şeylerden sonra çok şey öğrenebilir. Gelişebilir, tepki gösterme tuzağına yeniden düşmez, ayakları daha sağlam yere basar. Bu sahneyi yazarken gülüyordum aslında, çünkü insanın kendisine gülmesinin iyileştirici bir yanı vardır.

Silverio doğumdan saatler sonra oğlu Matteo’yu kaybediyor. Filmde bunun gibi trajik olaylar var ama siz bunları da mizahi bir şekilde ele alıyorsunuz.
Kişisel konulardan, insana acı veren şeylerden bahsetmenin tek sağlıklı yolu bu bence, metaforlara baş vurmak. Sanki zihninizin bir köşesinde duran şeyler sizi ziyarete geliyormuş gibi. Drama ya da melodrama yer yok.

Silverio 8 1/2’taki Guido gibi bir kurmaca film yönetmeni değil de belgesel filmler çeken bir gazeteci. Karakterin mesleği filme ne gibi bir boyut ekliyor, neden böyle bir tercih yaptınız?
Gazeteciler daima mutlak bir doğrunun peşinde koşar. Bir gazeteci olarak Silverio kronolojik bir akış kurmak, gerçekleri bulmak, bir yargıya ya da sonuca ulaşmak istiyor. Ama bence Silverio’nun yaşadığı kriz, “doğrunun” her zaman yalnızca inşa edilmiş bir gerçeklikten ibaret olduğunu, edindiğimiz bilgileri nasıl filtrelediğimize bağlı olarak değiştiğini fark etmesi. Bu yüzden artık gerçek onun ilgilendiği bir şey değil. Kendi “kurmaca gerçekliğini” kazıyarak daha doğru bir şeyleri anlayabileceğini hissediyor. Sanki gazeteciliği ters yüz ediyor ve diyor ki “gerçeği asla bulamayacaksın çünkü gerçek yoktur, ne zaman birileri gerçekten bahsetse ancak çok bireysel bir gerçekten söz ediyordur.”
Bence bu hislerin düşüncelerden daha önemli olması ile de ilgili. Bana kalırsa günümüzün en büyük ızdıraplarından biri hepimizin “gerçeğe sahip olmak” istemesi, gerçeğin karşılıksız bir imgeden, dumandan ibaret olduğunu bilmemize rağmen. Herkes yargıların, kesin hükümlerin peşinde. Twitter örneğin, bir tımarhane! Ama Silverio bunun farkına varıyor ve “bu delilik, ben hislerin daha önemli olduğu başka bir düzenle ilgileniyorum” diyor.

Filmdeki rüya sahnelerinde ölüme dair pek çok imge var. Yaban Çilekleri’nin rüya sahnelerini hatırlatan boş sokaklar, cenaze törenleri, gömülme hissini çağrıştıran elementler…
Silverio’nun babası “hayat anlamı olmayan bir olaylar dizisidir” diyor ki bu kesinlikle doğru. Venedik’e her gelişimde şehre bakıyorum ve yalnızca bir rüyada olduğumuzu düşünüyorum. Bu şehir insana hayatın yalnızca bir rüya olduğunu hatırlatıyor. Burada yaşamış bütün insanlar, burada bulunmuş bütün toplumlar, sanatçılar, hepsi gitmiş, yok olmuş. İnsan sanki bir hiçmiş gibi hissediyor. Bu şehir zamanı adeta bir aynaya çevirip insana faklı bir bakış açısı veriyor.
Film de böyle. Hayatta belli olaylar var ama onlara tutunmaya çalışırsanız eliniz boş kalıyor, hayat elden kaçan bir şey. Filmdeki bazı elementlerle oynama şeklim bununla ilgili. Kumla dolan bir oda ya da tren vagonundaki su havuzu gibi. Bu elementler hayatın kimi zaman biçim değiştirdiğini, insanı dönüştürdüğünü ifade ediyor. Belki bu Budist bir düşünme şekli sayılabilir. Silverio’nun babasıyla olan rüyasındaki davet de bunun hakkında; babası onu kendisini bağlayan şeylerden kurtulup özgürleşmeye çağırıyor. Değişmeye ve her şeyi anlamaya çalışmaktan vazgeçmeye. Bilinçaltı Silverio’ya “bırak gitsin, yalnızca hisset ve açık ol” diyor.

NOTLAR
1 Venedik’te Bardo’nun üç saatlik ilk versiyonu gösterilmişti, daha sonra yönetmen filmi biraz daha kısaltmayı tercih etti. Dolayısıyla söyleşide bahsettiğimiz bazı bölümler filmin 16 Aralık’ta Netflix’e gelecek 159 dakikalık versiyonunda yer almıyor olabilir.

2 Pozole çok malzemeli, türlüye ya da çorbaya benzeyen bir Meksika yemeği.


Bardo, Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi Netflix Türkiye’de gösterimde.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.