Şu An Okunan
Gizem Aksu ile Hepimiz İçin 9/8’lik Bir Dövüş Üzerine Söyleşi: ‘Bir Araya Gelmek’

Gizem Aksu ile Hepimiz İçin 9/8’lik Bir Dövüş Üzerine Söyleşi: ‘Bir Araya Gelmek’

Yönetmenliğini dansçı ve koreograf Gizem Aksu’nun üstlendiği Hepimiz İçin 9/8’lik Bir Dövüş, 30 Temmuz’da MUBI Türkiye’de yayında. Aksu’yla filmin çok katmanlı ve bol referanslı dünyasını, dansla ilişkisini ve mücadeleyi konuştuk.

Söyleşi: Ekrem Buğra Büte

Dans alanındaki çalışmalarıyla tanıdığımız Gizem Aksu’nun imzasını taşıyan Hepimiz İçin 9/8’lik Bir Dövüş (2022), Nazizm döneminde yaşamış Sinti-Roman bir boksörün deneyimlerini dans aracılığıyla bugünle ve bugünün mücadele alanlarıyla bir araya getiriyor. Dans ederek boks yaptığı için ayrımcılığa uğrayan ve buna kendine has bir mücadele yöntemi üreterek karşı çıkan Johann ‘Rukeli’ Trollmann’ın hikâyesini kendi göç yolculuğuyla, Almanya’daki yeni yaşamıyla, Türkiye’deki Roman mahallelerinde yaşananlarla ve “adalet dövüşü”yle birlikte düşünüyor. Gizem Aksu’yla filminin çok katmanlı yapısını, farklı referans biçimlerini filmin anlam dünyasına katan yaklaşımını ve elbette dansı, dans etmeyi ve dans üretmeyi konuştuk.
Rukeli anısına üretilen anıt.

Filmin çıkış noktasından bahsederek başlayalım mı? Nasıl ortaya çıktı böyle bir film yapma fikri?

Rukeli’yle tanışmam, HELLERAU European Center for the Arts’ta 2020 Mart’ından itibaren yaptığım üç aylık sanatçı rezidansı sayesinde oldu. Tüm bedenlerin, Covid-19 sırasında etrafımdan çekildiği bu sırada, kurumun bahçesinde bulunan Johann ‘Rukeli’ Trollmann adına yapılmış boks ringi şeklindeki anıtı sık sık ziyaret etmeye başladım.

Rukeli, 1930’larda “dans ederek boks yaptığı için” ya da “Aryan tarzında” boks yapmadığı için ayrımcılığa uğruyor. 1933’te bu nedenle, şampiyonluk maçında kazanmasına rağmen şampiyonluk titri kendisinden alınıp bir maç yapması daha isteniyor. Kaybettirileceğini bildiği bu maça, uyması zorlanan Aryan stereotipini eleştirmek için yüzünü unla kaplayıp (ya da beyaz bir toz) saçlarını da sarıya açarak çıkıyor. Kendisine uygulanan tüm ayrımcılığın, eleştirilerin nedeni aslında Sinto-Roman olması.

Bir dansçı ve koreograf olarak, kendisinin sistem tarafından yaralanmasına ve ayrımcılığa uğramasına neden olan etnik kimliğini ve dans eden stilini onurlandırmak istedim. Kendi coğrafyamın Romanlarından öğrendiğim 9/8lik Roman dansına, Rukeli’nin dovüşünden ilhamla boks hareketleri ekleyip melez bir formda dans ritüelleri yapmaya başladım, bu ring ziyaretlerimde. Kendi kişisel arşivim için yaptığım bu ritüellerden, danslardan bazılarını kaydettik, Derin Cankaya’nın desteğiyle.

Dresden’deki rezidanstan sonra Berlin’e gelmem, göç sürecimin başlaması, Rukeli’nin ritüelleri sırasında attığım göbekleri bu sefer Berlin’e köklenmek için Berlin’de atmaya devam etmem ve Rukeli’nin Berlin’deki izlerini takip etmemle Rukeli’yle arkadaşlığım daha da derinleşti. Bokstan öğrendiğim gölge boksunu, göçmenliğin getirdiği korku, endişe ve belirsizlikle baş etmede hem fiziksel hem de spiritüel bir pratik olarak uygulamaya başladım.

Rukeli’yle kurduğum ruhani arkadaşlığın birinci yılından sonra Rukeli’yi kendi topraklarımda dansla ağırlama niyeti sonucunda belgesel nitelikli bir dans filmi yapma fikri süreçte ortaya çıktı. Filmin, İstanbul kısmı bir film prodüksiyonu olarak çalışıldı. Dresden ve Berlin kayıtları aslında kendi kişisel arşivim için kaydettiğim kayıtlardı.

Dansı kendi ifadesinde ve toplumsal ifade özgürlüğü mücadelesinde ön plana koyanı Banu Açıkdeniz, Sema Semih ve Gizem Nalbant’ı aradım. Rukeli’den, kendisinin Sinti-Roman olduğu için maruz kaldığı sistemik ayrımcılıktan, dans stili boksundan, son maçındaki direniş performansından bahsettim. Her biri inanılmaz etkilendi ve davetimle ilgilendi. Böylece Rukeli’nin 1930’lardaki dövüşü İstanbul’da 2020’lerde hepimizin adalet dövüşüne, dansına dönüştü. 

Sizi aynı zamanda dans alanındaki çalışmalarınızla da tanıyoruz. Zaten film de dansı bir anlatım metodu olarak kullanıyor. Dansı ve bedensel ifadeyi sinema düzleminde kullanmak nasıl bir deneyimdi sizin için? 

Katıldığım her festivalde, gösterimde yönetmen olarak tanıtılmaktan onur duymakla beraber bu filmi bir koreograf olarak çektiğimi sizinle de paylaşmak isterim. Dans, benim süper gücüm. 

Bedenin ifadesi, bedensel ilişkiler, bedenin anlam ve his ören, örgütleyen hareketi, bedensel bağlamlar ve karşılaşmalar sanatsal pratiğimin odak noktaları. Koreografiyi tarihsel, sosyal, politik ve fiziksel bedenlerde saklı olanları çıkarmaya ve okumaya dönük bir kazı ve yazı pratiği olarak algılıyorum. Bu noktada sinema, bana yepyeni koreografik olasılıklar ve sorular sundu. Beden gibi çok katmanlı yaşamsal bir alanı, his gibi bireysel bedenlerle toplumsal bedenler ve mekânlar arasında sirayet eden ilişkisellikleri nasıl çerçeveleyebilirim? Bedensel hareketin, anlam ve his ören yapısını kurgularken kullandığım yöntemleri filmi editlerken kullandım ve filmin editi şu âna kadar yaptığım en büyük koreografilerden biri oldu. Kurgu, altı ayımı aldı ama benim için feminist kuir bir bakış oluşturmaya dair, zaman ve mekân atlamalarının nasıl yeni dramaturjik hizalamalar getirebileceğine dair güzel bir öğrenme ve deneme alanı yarattı. Bunun haricinde sinemanın, danstan farklı bir kamusallaşma ve sosyalleşme bağlamı var. Son bir yıldır, film uçan bir süpürge gibi beni, bizi oradan oraya taşıyor. Belki başka türlü temas kuramayacağım insanlarla temas kurduruyor. Seyircilerle her buluştuğumda bedenin ve dansın belirlediğimiz çerçevelerden, karelerden taşabilme gücüne şükran doluyorum. Sinemanın o kareden taşmak için, bir kare kurdurma ve kurgulatma kuralını çok sevdim.

Rukeli’nin filmdeki konumunu da sormak isterim. Rukeli anıtsal bir yere koyuluyor sanki filmde ve bugüne, bugünün farklı mücadele alanlarına dair bir zemin olarak kullanılıyor. Neden işlevsel Rukeli’nin hikâyesi?

Dans, bedenleri disipline etmek, yargılamak ve yaralamak için kullanılabilir. Dans, bedenleri özgürleştirmek, bir araya getirmek için de kullanılabilir. Dansın bu sosyo-politik ve kültürel değerini ve etkisini unutmamamız gerekiyor. Rukeli’ye uygulanan baskı, ayrımcı etno-kültürel politikalarla ayrımcı beden politikalarını kesen bir yerde duruyor. Bu politikaların üst söylemine dans, yukarıda bahsettiğim şekilde bir yargılama için oturtuluyor. Rukeli bu kesişimselliğe son maçına çıkarken benim pasifist bir direniş performansı dediğim (saçını sarıya açıp yüzünü unla kaplaması) şekilde bedeniyle cevap vermesi çok önemli bir tarihsel ve politik duruş. 

Bunun haricinde, kendisini anmak için yapılan kamusal eserler (Bewegung Nurr’un eğik zeminli boks ringi şeklindeki anıtı ve Gunter Demnig’in tökezleme taşı) kamusal alanda bizlere neyin nasıl hatırlatılıp unutturulmaya çalışıldığına dair, hafıza mekânları ve hatırlama pratiklerinde bedensel olasılıklara dair bir düşünme alanı yaratıyor.

Filmin çok parçalı yapısı farklı zaman ve mekânlar arasında bağlantılar kurulmasına imkân tanıyor. Dans da bu bağlantıların köprüsü gibi. Rukeli’nin Nazizm deneyimiyle bugünün Sulukule ve Fikirtepe deneyimlerini ortaklaştırabilen şey nedir sizce? Ya da Roman havasıyla pride ruhunu…

Yukarıda bahsettiğim Bewegung Nurr’un eğik zeminli boks ringi şeklindeki anıtı, içine girdiğinizde, bedeni dengesiz ve tekinsiz hissettirecek şekilde tasarlanmış. Rukeli’ye uygulanan sistemik adaletsizliği ziyaretçilerin bedenleriyle hissetmeleri için… Anıta girdiğimde maruz kaldığım bu bedensel dengesizliğin bana anımsattığı birkaç nokta olmuştu, filmde sanatsal ve mekânsal olarak bu noktaları tutmak istedim: Roman danslarının 9/8lik senkoplu yapısının bir ayağı havada tutan eğimli bedenselliği; Sulukule, Fikirtepe, Kuştepe, Feriköy gibi mahallerde uygulanan kentsel soylulaştırma projeleri sonucunda aynı sokağın bir kaldırımında uzanan yüksek rezidanslarla diğer kaldırımda bulunan gecekondu ve barakalar arasındaki sınıfsal uçurum/dengesizlik.

Rukeli’nin 1930’ların Nazizminde Sinto-Roman olmasından dolayı maruz kaldığı yerinden edilme ve aşağılanma politikalarıyla kendi coğrafyamda yaşayan Romanların maruz kaldığı kentsel soylulaştırma politikaları ve derin yoksulluk çıkmazının arasında sistemsel bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Rukeli’ye dönük uygulanan ayrımcı bedensel politikalar ve kendisinin bunlara verdiği politik cevabın Türkiye’deki kadınların ve kuirlerin maruz kaldığı ayrımcı bedensel politikalar ve verdikleri cevapla benzediğini düşüyorum. Bu kesişimsellik, bizi buluşturan, bizi ortaklaştıran. 

Bizi bedenlerimizden, dolayısıyla içinde yaşadığımız öz kaynaktan ve en özgün ifade alanından koparmaya, çıkarmaya çalışan güç odaklarına karşı verdiğimiz mücadelede boksa da dansa da slogana da gullüme de yasa da yer var. 

Dansın bu kadar merkezî konuma sahip olduğu bir filmde sinema diline nasıl taşınacağı da önemli bir soru olsa gerek. Dansı izlerken kameranın bazen sabit kaldığını, bazen de koreografinin parçası gibi oyuna katıldığını izliyoruz. Bu dengeden ve genel olarak dans sahnelerinden bahsedelim mi biraz? 

Bu yaratım, en başından bir film prodüksiyonu olarak tasarlanmadığı için, kararlaştırılmış bir seçimler silsilesinden bahsedemeyeceğim. Anda gerçekleşen, benim aktivist ve sanatsal geçmişimde biriktirdiklerimden beslenen seçimlerden bahsedebilirim. Mesela, Roman mahallelerindeki çekimleri bir happening gibi tasarladım. Mahallelere gidip dans etmeye başlayıp orada oluşan karşılaşmaların bize izin verdiği ölçüde Rukeli’yi tanıtmayı düşündüm. ilk önce dansla kendimizi tanıtmak, mahalleliyle tanışmak ve sonra hikâyenin tarihi ve politik kısmına değinmek… Kamera da bir dansçı gibi aramızda etrafımızda olup anlık karşılaşmaları kaydedecekti. Sulukule, Romanların Avrupa’daki ikinci yerleşim yeri, dolayısıyla Sinto-Roman tarihselliğinde arkaik bir yere sahip. Bu tarihselliğin büyüklüğünü verebilmek için surdaki sahneleri uzaktan ve sabit çektik. Berlin’deki donmuş gölde dans ettiğim sahneyi çekerken göç deneyiminde hissettiklerim belirleyici oldu: O kocaman beyazlıkta ve soğuklukta oturmuş yalnız bir beden. Dresden’deki ringde Rukeli’yle dövüşürken/dans ederkenki anları boksun ve dansın getirdiği yakınlıktan kaynaklı yakın plan olarak çekilmesini istedim. 

Hem sahneye hem de mekâna özel işler üreten bir koreografım. Filmin dans sahnelerinde bu iki eğilimi de kullandım. Grup koreografisini, kendi sahneleme pratiklerimden beslenerek yaparken sokakta, gölde geçen solo materyalleri kişiye özel, onun bedensel ifade olanaklarını o mekânla ilişkili olarak düşünerek çalıştım. Kamera kullanımındaki gibi, dansta da farklı yönelimleri, yaratmak istediğim his ve anlam örgüsüne göre özgürce bir araya getirdim.

Elbette müzik de çok önemli bir katman. Filmde müziğin nasıl konumlandığından bahsetmek ister misiniz? 

Rukeli’nin anıtında gerçekleştirdiğim dans ritüellerinde Kardeş Türküler’in ‘Şukar Şukar’ parçasını kullanmaya ilk günden başlamıştım. Dansa, Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okurken Folklor Kulübü’nde başladım. Kardeş Türküler projesinden bir dolu müzisyen de Folklor Kulübü mezunu. Halk müziğine çoğulcu bir perspektifle; saha çalışmaları, derleme çalışmaları gibi etnografik bir yaklaşımla yaklaşmalarını çok takdir ediyorum. Kişisel olarak, bu parçayı çok severim. Bunun yanı sıra anlaşılmasını beklemediğim, ama bu parçaya karar vermemde etkili olan bir nedense Şukar’ın Romanların dili olan Romancadan kuirlerin dili olan lubuncaya geçmiş olmasıydı. Lubunyaların Romanlarla birlikte yaşadığı Tarlabaşı gibi mahalleler sayesinde daha da yeşeren, yerelleşen lubuncaya da 9/8’lik bir göz kırpmak istedim.

Filmin orjinal müziklerini ise benim için bir müzik dehası olan Emre Malikler yaptı. Emre uzun yıllardır sahne eserlerime, enstalasyonlarıma ses ve müzik üretiyor. Yarattığım hareketlerin his atmosferini çok iyi okuyor, harika katkılarda bulunuyor. Filmin farklı bedenselliklerini, benzer his atmosferlerinde buluşturan müzikler yaptı. Kendisinin dans eserlerim için ürettiği parçalarından oluşacak Ceremonies of Connection isminde bir albüm çıkaracağız. birkaç haftaya dans için, dansçılar için üretilmiş bu parçaların herkesi harekete geçirmesi niyetiyle. Film müziklerinin de olacağı bu albüme çok yakında Spotify’dan ulaşabilirsiniz.

İstanbul’daki mahalle çekimleri nerelerde yapıldı? Bu çekimleri bu mahallelerde yapmak nasıl bir deneyimdi? Muhitin tepkisi nasıl oldu? Bir sahnede dansçıların bir evin balkonundakilerle karşılıklı oynadıklarını da görüyoruz, başka bir yerdeyse kameraya tehditkâr bakarak geçen biri var mesela.

Rukeli’yi Romanlarla tanıştırmak için toplu dans sahnelerini Sulukule ve Fikirtepe’de çektik. Sema Semih’in çekimlerini kentsel soylulaştırılma politikaları sonucu hem Romanların hem lubunyaların yerinden edildiği kuir hafızanın çok önemli mekânlarından olan Tarlabaşı’nda çektik. Gizem Nalbant’ın sahnelerini Karaköy’de çektik. Roman mahallelerinin denizden uzak, ‘İstanbul’un isini, pisini, selini’ çekecek şekilde konumlandırılmasına inat denize yakın, deniz manzaralı olarak çekmek istedim. Taksim’de yaptığımız 8 Mart yürüyüşlerinden her zaman yükselerek çıktım. Kitlesel birlikteliğimizin, coşkumuzun aşkın bir tarafı vardı. Bu içsel yükselmeye referansla Banu Açıkdeniz’in sahnesini İstiklal Caddesi’nde bir terasta çektik.

Hayatımdaki en güzel dans günlerinden birini Fikirtepe’de yaşadım. Mahallelinin tepkisi çok sıcak ve merak doluydu. Tanıdık Roman dansı adımlarına, jestlerine ve müziğine eklemlenmiş boks yumrukları dikkatlerini çekti. Dansı izlemeye geldiler, alkışladılar, filme koyduğumuz gibi kalkıp dans etmeye başladım. Cansel’in balkondan kalkıp dansa katılmasından sonra, uzunca bir sohbet gerçekleştirdik. Rukeli’nin hikâyesini, kendi hikâyemi, bizim hikâyemizi paylaştım. Yaşadığımız ayrımcılıklara dair, sıkıntılarımıza dair uzunca bir sohbet ettik. Mahalleden ayrılmaya yakın bir baktık bir teyze Rukeli’nin posterini, Rukeli’nin yüzünü okşuyor. Seni çok üzmüşler, kıyamam sana, diyor. Çocuklar bizi izleye izleye birkaç adımı kapıp bize eşlik etmeye başladılar. Yüzümüzde kullandığımız materyallerle onları da süsledik, birlikte dans ettik. Onlar bize Tiktok’ta yaptıkları dansları gösterdi; biz onlara kendi dansımızı. Etik nedenlerden dolayı bir dolu güzel ânı filme koymasam da kendi hafızamda unutamayacağım anlar, danslar paylaştık. 

Gizem Aksu, Rukeli anıtının önünde, 9/8’lik dövüş pozisyonunda. (Fotoğraf: Derin Cankaya)

Filmin çok katmanlı yapısında dansçıların kişisel varoluşları ve deneyimleri de önemli bir yere sahip. Her biri de kendi deneyimlerinden bahsediyor ve filmin anlatı dünyasını genişletiyorlar. Bu isimler nasıl dâhil oldu projeye? 

Rukeli gibi kimliğinden dolayı bedeni üzerinden yargılanan, yaralanan, bedel ödeyen ancak yine Rukeli gibi hareketi/dansı kendini şifalandırmak, ifade etmek ve toplumsal bir aradalığı beslemek için kullanan Sema Semih, Banu Açıkdeniz ve Gizem Nalbant ilk aklıma gelen isimlerdi. Sağ olsunlar, hemen kabul ettiler. Banu, Folklor Kulübü’nde dansa başladığımızda ilk dans eğitmenlerimizdendi. Feminist harekette yıllarca birlikte çalıştık. Feminist sorularla dans araştıran ve üreten bir sanatçı, yıllar sonra film dolayısıyla birbirimizi tekrar bulduk. Sema Semih, dansa birlikte başladığım, Boğaziçi’nde birlikte okuduğum, yıllarca LGBTİQ+ hareketinde birlikte mücadele ettiğim yakın dostum, film sayesinde tekrar dansta buluştuk. Gizem Nalbant’ı Sulukule mahallesinde yeşeren sokak dansı ve rap ortamı bağlamında duymuştum, kendisine instagram’dan yazdım. Zoom yaptık. Rukeli’nin hikâyesinden, Rukeli’yle kurduğum ruhani arkadaşlıktan çok etkilendi. Koşulsuz şartsız yer almak istedi. İstanbul’da çekimlerden önce çok güzel bir hafta geçirdik, bol bol dans edip sohbet ettik. Kendi kişisel yolculuğum, Rukeli’yle arkadaşlığım onların varlığıyla kolektif, çok katmanlı, birçok insana değebilecek bir anlatıya dönüştü. Kendilerine tekrardan çok teşekkür etmek isterim.

Hem Rukeli’ye saygı ve selamla hem de adalet mücadelesine el veren bir çağrıyla uğurlanıyoruz filmden. “Adalet dövüşü” ifadesi kullanılıyor, filmin adını bir adım daha açan bir hamleyle. Bu filmin mücadele düşüncesiyle bağlarını sormak isterim. 

Mücadele benim için, sanırım kazanım odaklı değil dönüşüm odaklı bir şey. Türkiye eğitim sisteminin beyazlığından tam tedrisat geçmiş umut vaat eden bir ‘beyin’den bir ‘beden’e dönüşmem (feminist ve kuir politikalar sayesinde) ve bedenimden yeni bir beden doğurmam (halk dansları ve çağdaş dans eğitimimle) dansla oldu. Kendi özgün ifademi bulabilmek için epey mücadele verdim. Çok dönüştüm. Bu dönüşümde, bir dolu kazanım bir dolu kayıp gerçekleşti. Benimle kalan, hiçbir teoriyle açıklanamayacak dayanışma ve duyumsama pratikleri, ilham veren ilişkisellikler ve bir aradalıklar oldu. 

Bence film de böyle bir mücadele temennisi veriyor. Bugün birimizin, yarın berimizin mücadelesi daha aciliyet ve yakıcılık kazanacak. Birbirimize, herkesin kendi olduğu hâliyle, ihtiyacımız var. Banu, Gizem, Sema, ben ve Rukeli’nin bir aradalığı, dansı ve dövüşü bunun bir denemesi. Kazanımların bir araya gelerek, birlikte dönüşerek mümkün olabileceğine inanıyorum.


Hepimiz İçin 9/8’lik Bir Dövüş, 30 Temmuz’da MUBI Türkiye’de yayında.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.