Şu An Okunan
Kâbus Sokağı: Trajik ve Psişik

Kâbus Sokağı: Trajik ve Psişik

Kâbus Sokağı, Nightmare Alley

Fantastik filmleriyle nam salan Guillermo del Toro yeni filminde görkemli bir oyuncu kadrosu eşliğinde bu sefer bizi “daha gerçekçi” sulara götürüyor. William Lindsay Gresham’ın romanından uyarlanan Kâbus Sokağı, gezici bir kumpanyada zihin okuma seansları yapan bir adamın yükseliş ve düşüş öyküsünü anlatıyor.

Guillermo del Toro’nun babası 1998’de Meksika’da haydutlarca kaçırılmıştı. Hollywood’a kapağı atmış genç bir yönetmen olan oğlundan yüklü bir fidye istiyorlardı. Sonrasını del Toro’nun daha yeni verdiği bir söyleşiden alıntılayalım: “Rehine arabulucusu bizi hemen medyumlara karşı uyarmıştı. İşin hemen başında zuhur ediyorlardı. Telefonu kapattıktan sonra çok zaman geçmemişti ki, annemi ziyarete gittim. Oturma odasında iki medyum oturmuş, babamın nerede olduğunu hissettiklerini, bizi ona götürebileceklerini söylüyorlardı. Bu bende kalıcı bir etki bıraktı. İlk elden deneyimlediğim o zalimlik aynı zamanda bu filmin de parçası oldu.” Usta yönetmen o gün medyumları hemen evden kovmuş ama tıpkı Kâbus Sokağı’nın ana kahramanı Stan’in “kurbanlarına” yaptığı gibi, o medyumlar kısa bir süreliğine de olsa annesinin kanına girmeyi başarmışlar.

Kabus Sokağı’nın (Nightmare Alley, 2021) uyarlandığı romanın yazarı William Lindsay Gresham, gezici karnavallara ve spiritüalizme meraklı bir adamdı. 1946’da yayımlanan bu romanı ertesi yıl Tyrone Power’ın başrolünde olduğu hayli kasvetli bir kara film örneği olarak Hollywood tarafından sinemaya aktarıldı. 

Guillermo del Toro romandan 1992’de haberdar oldu. Kitabı ona veren ise o yıllarda yeni tanıştığı genç bir aktör, Ron Perlman’dan başkası değildi. Romanın yayımlanmasından yetmiş beş, Guillermo del Toro’nun kitapla tanışmasından ise otuz yıl sonra Gresham’ın eseri bu sefer usta yönetmenin penceresinden sinema perdesine yansıyor.

Fantastik Gösterinin Arkasında Yatanlar

Film bizi ABD’nin genel olarak yoksullukla mücadele ettiği 1930’ların sonlarına, 40’ların başlarına götürüyor. Genç bir adam olan Stan’le (Bradley Cooper) tanışıyoruz. Taşradaki ahşap bir evi yakarak, bir nevi geçmişiyle arasındaki tüm gemileri yakarak yollara düştüğüne tanık oluyoruz genç adamın. Yolu bir gezici karnavala düşüyor. Her türlü “fantastik” gösterinin sergilendiği bu karnaval, genç adamın tam anlamıyla gözünün açılmasına neden oluyor. Her “fantastik” gösterinin arkasında yatan hilelerle birlikte o performans sanatçısının çektiği acılar da Stan’in aklına kazınıyor. Genç adam kısa sürede bu “şov dünyasının” mantığını iyiden iyiye kavrıyor ve bir zihin okuma oyunuyla o da bu şovun parçası olabileceğini görüyor.

Kâbus Sokağı, Nightmare Alley

Kumpanyaya katıldığı günden itibaren Stan önce tarot okuyucusu Zeena’yla (Toni Collette), sonra da elektrik yüklü gösterisiyle ziyaretçileri şoke eden Molly’yle (Rooney Mara) aşk yaşıyor. İyice piştikten sonra da Molly’yi koluna takıp kumpanyadan ayrılıyor ve ikili Chicago’da gösterişli gece kulüplerinde zihin okuma seansları yaptıkları görkemli bir kariyere yelken açıyor. Gelgelelim, Stan bununla da yetinmiyor ve zihin okuma işini bir adım ileri götürmeye kalkıyor.

Guillermo del Toro bugüne dek çektiği filmlerle, hayranlarını doğaüstü olaylara şerbetli hâle getirmişti, ta ki bu filme kadar. Açıkçası, bunca sene bize bilimle çelişecek onca fantastik hikâye anlattıktan sonra sanki nedamet getirircesine Kabus Sokağı’ndaki gibi bir öyküyle bu sefer tam tersi istikamette şeyler söyleyen bir filme imza atması şaşırtıcı. Sinemanın da bir nevi madrabazların sanatı olduğunu iddia edersek, usta yönetmen bu kez sanki çuvaldızı kendisine batırıyor.

Bastırılmış Olanın Açığa Çıkması

Bu, büyük ölçüde insan psikolojisi üzerine bir film. Psikanalizle de epeyce içli dışlı. Yönetmenin yıllar önce babasının kaçırılmasıyla tanık olduklarını da düşününce, “öte taraf”tan haber almak isteyen herkesin aslında çaresizlikten bu tuzağa düştüğünü, inanmak istediklerine inandıklarını görüyoruz. Geçmişten gelen yaraların derinliği filmdeki herkesin bugünkü hayatını sürdürmelerini zorlaştırıyor. Finalde Stan’in de böyle bir yarasının olduğunu görmek izleyiciyi de şaşırtmıyor haliyle.

Baba figürlerinin gölgesinde kalan ve bunu genelde bastırmış karakterler Guillermo del Toro sinemasının ayırt edici özelliklerinden. Burada da filmin kilit karakterlerinin psikolojik temelleri baba figürleri üzerine kurulu. Babasının ona ne yaşattığını göremiyoruz ama Stan’in sürekli ahlaki olarak tartışmalı eylemlere girişen, hırslı, açgözlü ve başarı geldikçe iyiden iyiye gözü doymaz hâle gelen bir adama dönüşmesinde babasının izleri olduğunu, kendisinin bunu gömebildiği kadar derine gömmek için çabaladığını görmek zor değil. Ne var ki, önceki Guillermo del Toro filmlerinde olduğu gibi, burada da bastırılmış olan önünde sonunda açığa çıkıyor.

Kâbus Sokağı, Nightmare Alley

İçinden her türlü canavar geçse de, Guillermo del Toro sinemasının esas kötüleri insanlardır. Canavarlar hep onların kurbanıdır. Kâbus Sokağı’nda karnavalda sergilenen geek’leri de bu filmin canavarları olarak kabul edersek, onların nasıl adım adım zaaflarına yenik düştüklerinin, açgözlü insanlar tarafından nasıl ketenpereye getirilip vahşi birer canlıya dönüştürüldüklerinin ayrıntılarını veriyor yönetmen. 

Guillermo del Toro’nun onca fantastik hikâyeyle bizi büyüledikten, onca hayalete, onca canavara, onca ecinniye bizi inandıracak bir filmografi inşa ettikten sonra bu sefer bunların yalan olduğuna, bunların arka planında çok başka “numaralar” yattığına dair gözümüzü açacağı bir film çekeceği pek akla gelmezdi doğrusu. 


Kâbus Sokağı, 4 Şubat’tan itibaren sinemalarda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.