Şu An Okunan
Kara Kafa: ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’

Kara Kafa: ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’

Korhan Yurtsever’in 1979 yılında çektiği ve tamamlanışının ardından sansür sebebiyle kayıplara karışan filmi Kara Kafa, yıllar sonra seyircisiyle buluştu. Film, bir yandan gurbetçiliğe ve işçi örgütlenmesine dair politik sözünü doğrudan söylerken diğer yandan biçimsel yapısıyla sıradışı bir örnek olarak sinema tarihinde beliriyor.

Müge Turan

Kara Kafa, 1961 yılında Almanya ve Türkiye arasında imzalanan İşgücü Anlaşması ile başlayan, emek gücü olarak tanımlanmış insanların hükümet tarafından araçsallaştırıldığı ve hâlen yazılmaya devam eden milyonlarca göç hikâyesinden birini anlatıyor. İşçi sıfatıyla gidip insan kalmaya uğraşan, misafir diye gittikleri yere yerleşmeye çalışan insanların zorlu, acılı dönüşüm hikâyeleri. Fakat Kara Kafa (1979) bildiğiniz “Almancı” filmlerinden değil. En azından öyle başlasa da bir süre sonra ajit-prop tarzında kadın hareketinden işçi mücadelesine, kılcal damarlarına kadar politik, kendinden başka hiçbir filme benzemeyen, duygusu da sözü kadar büyük bir filme evriliyor.

Kara Kafa, sabahın kör saatlerinde fabrikanın uyandırma sireniyle açılır. Tüten bacaları, alevleri, envai çeşit makineleri, her ânı tehlikeyle dolu, ağır sanayinin ağır şartlarında ter döken işçileriyle hayatın kalbi gibidir bu fabrika. Beş yıldır bu fabrikada çalışan Cafer (Savaş Yurttaş) evini, parasını denkleştirmiş, karısı Hacer (Betül Aşçıoğlu) ve iki çocuğunu köyden alıp Almanya’ya yerleşmeye hazırdır. Bu girişten sonra film Berlin gibi modern bir kentten birden Ürgüp’e, Kapadokya’nın mağaralarına geçiş yapar. Cafer ailesiyle refah içinde yaşamanın hayalini burada kuramayacağından emindir. Ne de olsa Türkiye’nin toprağından beklenen bereket bir türlü fışkırmaz. Ne yağ vardır ne tuz, ne elektrik vardır, ne de Cafer’in yeni aldığı otomobiline benzin. Alamanya sınırsız olanaklar ülkesidir ve kendi gibi “çarıklılar”, yani tüm misafir işçiler şikâyet etmeden çalışmalıdır ki marklar cebe insin. Ama işler Cafer’in istediği gibi gitmez: Hacer eskiden ev kadınıyken terzi olarak çalışmak zorunda kalır. Çocuklar ise ön okul sistemine uyum sağlamakta zorlanır. Cafer toplantı ve sendikalardan hoşlanmazken Hacer kadın hareketine katılır. Kısa zamanda hem kılık kıyafetini hem de kafayı değiştirir. Bu da evdeki geleneksel ataerkil dengeyi bozar. Beklenenin aksine kadın politik bir uyanış yaşayıp Marksist feminist bir gruba katılırken, Cafer daha sağcı bir duruşla etliye sütlüye karışmadan emeğinin sömürülmesini, ikinci sınıf vatandaş olmayı kabullenmiştir. Ta ki işsiz kalana dek. Hacer “elinin hamuruyla”, “faşizme geçit yok” pankartlarıyla yürüyüşlere katılır. Tabii bu sırada ikisi de çocuklarını ihmal eder. Almanya’daki okula devam zorunluluğu yüzünden çocukları memlekete gönderdikleri yalanını uydurup onları eve hapsederler. Zeynep evde yeni doğan kardeşine bakmakla görevlendirilir, bir tür 40m2 Almanya’daki (1986) Turna gibi sonunda cinnet geçirir. Evin en büyük oğlu Kerem ise yalnızlıktan şehrin sokaklarında amaçsızca dolaşmaya, hırsızlık yapmaya, sigara içmeye başlar. 

Eklektik Bir Sinema Paketi

Buraya kadar Kara Kafa’nın yine aynı yıl çekilmiş Almanya Acı Vatan’dan (1979) pek farkı yok: Bir işçi ailesinin bugün bize çok tanıdık gelen dramı. Fakat Yurtsever’in filmi marjinal bir yerden yaklaşıyor gurbetlik durumuna. Hem 1979 yılındaki Almanya’yı gerçekten dışarıdan bir gözle, okulundan fabrikasına, sokaklarından insanına etnografik bir belgesel gibi inceleyerek kaydediyor hem de çılgın zoomları, bazen aşırıya kaçan oyunculukları, arada arşiv fotoğrafları gibi kullanılan durağan kareleri ve Yeşilçam’ın jokeri hâline gelmiş taciz sahneleriyle eklektik bir sinema paketi sunuyor. Üstelik hiç çekinmeden propagandasını da yapıyor. Bunu o kadar teorik ve katır kutur yapıyor ki önce bu sol slogancılığını gerçek dışı bir unsur olarak dinliyoruz. Sonrasında ise “eti senin, kemiği bizim diyerek para babalarına peşkeş çeken hükümetlere” karşı karakterlerin ağızlarına monte edilmiş gibi duran bu dil zamanla sizi de içine alıyor. Fakat bugün arkaik gelen bu dilin sesli çekildiği gerçeği de var. O günkü Yeşilçam dublajının aksine sesli çekildiği için oyuncular çok zorlanmış. Hatta filmin çekildiği kamera da henüz Türkiye’ye gelmemiş bir cihaz olduğu için Alman bir kameraman ile çalışılmış. 

Çocukların oyun oynadığı sahneler de Kara Kafa’yı özgün kılan kısımlar arasında. Özellikle filmin özeti gibi bir sahne var: Kerem tahtadan yaptığı arabasıyla bir arkadaşıyla oynarken yanlarına bir Alman çocuk geliyor. Kerem kendi sırasını ona veriyor ve hatta sonra birlikte arabaya biniyorlar. Birkaç gün sonra Kerem aynı çocukla tekrar oynamak istediğinde çocuk Kerem’e onunla oynamak için zamanı olmadığını söyleyerek eline birkaç bozuk para sıkıştırıyor. Başka bir yerde de Türk ve Alman çocuklar rolleri değiştirerek oyun oynuyorlar: Alman çocuklar Türk işçi oluyor, Türk çocuklar da Alman polisi. Sonunda da Alman çocuğu dövüyorlar.

Filmin ideolojik yükünü ise köylü karakter olarak pek inandırıcı gelmese de Hacer taşıyor. Türkiye sinemasında kadınlara, ulus-devletin oluşturulmasında oldum olası önemli bir görev verilir. Kadınlar ya toplumsal geri kalmışlığın kurbanlarıdır ya modernliğin ikonları, hiç olmadı Türk kültüründeki özgünlüğün taşıyıcıları. Kaç köylü kadın üç günlük hızlı kurstan sonra modern şehirli kadına dönüşmüştür Yeşilçam’ın dünyasında. Kadınlar bu bağlamda anten gibi devletin temsil ihtiyacına göre hareket eder. Kara Kafa da Yeşilçam’ın aynı dönemde yeşeren kadın hareketine ayna tutarak ulusal düzeydeki güç eşitsizliğine dayanan ev sahibi – göçmen ilişkisini Hacer’in kurtarmasını istiyor. Ve Hacer bunu kendi evindeki ataerkil mücadeleyi kazanarak yapıyor. Toplumun kurtuluşunun ancak kadınların kurtuluşuyla mümkün olduğunu söylüyor film. 

Filmin son montaj sekansı ise aslında iki farklı toplumu, kültürü sınıf meselesinde bir araya getirir. Ruhi Su’nun Bertolt Brecht’in sözleri üzerine bestelediği ‘Boşa Didinmek Fayda Vermez’ şarkısı eşliğindeki işçi mücadelesine dair kolaj bir klip gibi işler. Farklı etnik kökenli çocukların çimlerde top oynadıkları sahneler, kepçelerin binaları yıktığı sahnelerle paralel kurgulanmıştır. “Böyle gelmiş böyle gitmez” derken şarkı, filmin başında gördüğümüz metal arabaları ezip parçalayan sistemin insanı ezmesine izin vermeyeceğine inanır gibidir.

32 Yıl Sonra

Aslında Korhan Yurtsever hem teknik üstünlüğü hem de sansürden muaf propagandasıyla Türkiye’de o zamanlar kimsenin çekemediği filmi çekmiş. Ama işte sinemacının hayatı sinemaya dâhil. Cafer gibi Korhan’ın da bir “Almancı” hikâyesi var Kara Kafa yüzünden. Yönetmene Berlinale’de gösterimini yaptığı Fırat’ın Cinleri’nin (1977) ardından Berlin’in o dönemki belediye başkanı Almanya’daki Türkiyeli işçiler üzerine bir film çekmesini teklif eder. Yurtsever bu teklifi kabul eder ve sansüre takılmaz düşüncesiyle senaryoyu Türkiye’deki kurula sunmadan filmini çeker. Fakat Türkiye’deki sansürün kolu kendi topraklarıyla sınırlı değildir. Ne zamanki gösterim için onay alamadığı filmi kapalı bir izleyiciye göstermek ister, kıyamet o zaman kopar. Alman yetkililerin övüp onayladığı film Türkiye’de “dost bir ülkeyi kötü gösterme” gerekçesiyle ânında sansürlenir. Üstelik bu özel gösterimde yönetmen kurşunlanır ve filmin tek kopyası ortadan kaybolur. Böylece Yurtsever, film çekmek için geldiği Almanya’da sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır, yıllarca ülkesine dönemez. 

Kara Kafa’nın dünya prömiyeri yapımından ancak 32 yıl sonra 2011’de, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleşti. Bu yıl ise bi’bak/Sinema Transtopia işbirliğiyle Arsenal (Film ve Video Sanatı Enstitüsü) tarafından restore edilen bu yeni dijital kopya ilk kez uluslararası izleyiciyle buluştu.


Kara Kafa, MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.