Şu An Okunan
Krallık: Coşkuyla Gerilmek

Krallık: Coşkuyla Gerilmek

Lars von Trier’in Krallık‘ı hiç şüphesiz televizyon tarihinin en ilginç işlerinden biri. Dizinin fantastik unsurlara rağmen gerçeklikten kopmayan, yüksek anlatı ile hafif anlatı arasında gidip gelen, kendine özgü bir cazibesi var.


Bu yazı, Altyazı’nın Mart 2021 tarihli 205. sayısında yayınlanmıştır.


Lars von Trier’in seyirciyle kurduğu ilişki, taze olduğu kadar manipülatiftir de. 90’larda iki sezon hâlinde yayınlanan sekiz bölümlük Krallık (Riget, 1994-1997) ise yönetmenin uzlaşmaz sinemasından biraz daha farklı bir yerde duruyor.1 Filmlerinde Dogma 95 mirasından beslenen ve kendine özgü katılığı korumayı seven Trier’in ara ara komediye el uzatan bir korku dizisi çekmiş olması kayda değer. Başka bir deyişle, Trier’in kendini fazlasıyla ciddiye alışının seyreldiğini söyleyebiliriz.

Karşılıklı bir gevşeme ve yumuşamayla gelen, en gerildiğiniz anda bile kahkaha atabileceğiniz tonuyla Krallık, TV tarihi içinde de benzersiz bir yapım. İlk bakışta vaat ettiği korkuyu sunmuyor gibi görünen dizide, doktorlar arasındaki iktidar savaşını besleyen daha dramatik bir yapı göze çarpıyor. Bir yandan doktorların yüksek egosuna tanık oluyoruz, bir yandan da dinlenme odasındaki gündelik hâllerine. Dizinin kendisi de böyle bir yüksek anlatı ile hafif anlatı arasında gidip geliyor. Yine de Trier estetiği dizinin her noktasında görünüyor; yönetmen ‘Tanrı’ doktorları, ruhları geri dönenleri ya da hiç gitmeyenleri, ışığın ve sesin hareket ettiği yerde dolaştırıyor.

Geçici Uyuşmalar

Bataklık üzerine inşa edilmiş bir hastanedir Krallık. Oğlu hastanede çalışan Drusse, kendini kötü hissettiğini söyleyerek soluğu hastanede alır sık sık. İyileşmekten ziyade ruhları burada duyduğu, burada onlarla konuşabildiği için dolaşır etrafta. Bir yandan da doktorlar ve aralarındaki gelgitli ilişkiler gözümüze çarpar. Yaşlı nörolog Helmer, anlaşamadığı doktor Hook, ruhların farkında olan ve yeraltında bulaşık yıkayan down sendromlu genç çalışanlar, bir yandan da hastane aynı zamanda fakülte olduğu için devam eden derslerle birlikte, gerilimden ziyade dramaya yaslanır Trier. Drusse’nin ruhlarla konuşmaları ya da yönetmenin kullandığı tür kodları bile büyük bir gerilim sağlamaz. Daha ilk bölümde araya sıkıştırdığı bir ‘bilime hizmet etme’ ayiniyle de absürd olana göz kırpar Trier.

Herhangi bir karakteri yakından tanımamıza izin vermez Trier, hepsine eşit mesafede dururuz. Ne gerçekten ruhlarla konuşan Drusse merkezdedir, ne hastaneyi kendine özgü bir tarzla manipüle eden Helmer, ne de hastaların kendileri. Yine de Trier’in kötülükle iyilik arasındaki bağı vurguladığı yere en yakın karakter Helmer gibi görünür. Helmer’in çalışmaya geldiği Danimarka’yla bir derdi vardır, nefret eder Danimarka’dan. Ona göre İsveç granitten, Danimarka ise pislikten oluşur. Ameliyat ettiği küçük kızın beyninde hasar kalmasına bilerek mi bilmeyerek mi sebep olduğunu anlayamayız, muğlaktır ama bir o kadar da keskindir.

Hareketli el kamerası kullanmak dışında, dizinin başlamasından bir yıl sonra Thomas Vinterberg’le birlikte manifestolaştıracağı Dogma 95’in ruhuna sadık kalmaz Trier; sepya bir filtreden geçirdiği, farklı bir atmosfer yaratır. Zaman zaman ruhların, zaman zaman da doktorların ensesinde gezinen kamerası seyirciyi diken üstünde tutar. Şüphesiz 90’ların kült dizisi David Lynch’in İkiz Tepeler’iydi (Twin Peaks, 1990-2017). Trier de, bugün hâlâ İkiz Tepeler’le karşılaştırılan Krallık’ta Lynch’ten ilham aldığını saklamaz. Her bölümün ardından çıkıp seyirciyi karşılaması da tam Trier’e göre bir hamledir. Kendi çektiği diziyi dışarıdan bir gözle yeniden üreterek yapıbozuma uğratır âdeta, “dikkatli bir başlangıç yaptık ama bir sonraki bölümde işler kızışacak” diyerek seyirciyi uyarır. Yine de dizinin hayal gücünün ürünü olduğunun altını çizer ve ekler: “Tanrı’nın yarattığı gerçek yaşama asla yaklaşamayız.” Bugünden bakınca genç, bıçkın, taze ve cesur görünür Trier, kötülüğe karşı iyilikle karşı koymanın erdemini yüceltir.

Yapayalnız Ruhlar

Dizinin en manipülatif anlarından biri narkoza alerjisi olan bir hastanın beyin ameliyatı olur. Ameliyat edilmezse ölecektir ama narkoz yüzünden ölme ihtimali de vardır. Bu durumda hipnoza başvurulur ve hipnoz yöntemiyle uyutulup kendisine zorlu bir beyin ameliyatı yapılır. Ameliyattan sonra yeniden hipnozla uyanan hasta, Drusse’nin hastanede konuştuğu küçük kızın ruhuyla karşılaşmıştır. Yani bir nevi başka bir dünyaya gidip dönmüştür. Buna benzer ikilemlerin çoğunda Helmer ile yönetim uzlaşmaz. Trier’in uzlaşamama hâlidir sanki bu… Oysa Trier alaycı ve üstten bakan Helmer’i sevmez, üçüncü bölümün bitişinde Helmer’i kırışık bir peçeteye benzeterek kendi yarattığı karakteri hırpalar.

Binanın bahsi geçmez çok; bir bataklığın üzerine çamaşırhane olarak kurulan ve nihayetinde hastaneye dönüştürülen binanın yavaş yavaş çatlamakta olduğunu anlarız. Ölümle yaşam arasındaki gidiş gelişin merkez noktasıdır hastane binası ve Trier bu binayı da karakterize etmeyerek bir kez daha araya mesafe koyar. Sadece down sendromlu gençler yeraltında bulaşık yıkarken –ki “kirli bulaşıkları yıkamak” da dizinin en masum karakterlerine düşmüştür– binayı, içindekileri değerlendirir ve hem insana hem de binaya dair bir çıkarım, bir vicdan muhasebesi yaparlar. Bölüm sonlarında çıkıp seyirciyi selamlayan Trier’in iç sesini yükseltirler sanki.

“Size Rahatsızlık Veriyorum”

Bir yandan sabit karakterlerle dramatik bir hikâye ilerliyormuş gibi görünürken bir yandan da hastalarla birlikte her hafta dönüşen epizodik bir hâl alır Krallık, ikinci sezondaysa artık neredeyse tek bir çizgide akar. Drusse’nin trafik kazası geçirip hastaneye dönmesi, doktor Bondo’nun araştırması için kanserli bir karaciğeri kendine nakletmesi, bir yaratığın doğması –ki Udo Kier bebek yaratık rolünde muazzamdır– ve Helmer’in çığırından çıkmasıyla birlikte gerilimin ve entrikanın dozu daha da artar. Başka dünyalar, ruhlar ayak altında dolaşıyormuş gibi görünse de gerçeklik hissi sizi bırakmaz. Ara ara kapı ardından görünen mizaha, absürd anlara rağmen hastane hastalarla birlikte gerçeğe dönüşür. Seyircisine fantastik bir dünya sunuyormuş gibi davranmaz Trier, tam tersine gerçeği seyircinin önüne bırakıp sırtını döner. Yine bir bölümün sonunda “size rahatsızlık veriyorum ama korkmayın, sizi sadece sahte kanla korkutabiliriz, sizleri ele geçirdiğimiz an bakışlarınızı yakaladığımız andır” diyerek sahte kanla gerçeği aradığını vurgulamış olur.

Lars von Trier’in erken döneminin en önemli eserlerinden Krallık’ın seyirciyi içine çeken, onu kendine bağlayan çarpıcı bir yanı var. Trier’in sinemasal cazibesini daha önce girilmemiş bir alana taşıdığı, hem kendini ciddiye alan hem de her şeye uzaktan bakan bir dünya kurduğu Krallık, seyircisine de kendini rahat hissedebileceği bir alan yaratıyor. Orada hem korkabilir, hem gülebilir, hem de Trier’e selam verip çıkabilirsiniz.


NOT

1 1994 ve 1997’de dörder bölüm hâlinde yayınlanan Krallık, başrol oyuncusu Ernst-Hugo Järegård’ın ölümünün ardından üçüncü sezonu çekilmeden sona ermişti. Yıllar sonra projeye yeniden sarılan Lars von Trier, 2022 yılında Krallık Çıkış (Riget: Exodus) adlı bir devam sezonu çekti.


Krallık‘ın ilk iki sezonu 13 ve 20 Kasım tarihlerinde, yıllar sonra gelen Krallık Çıkış adlı devam sezonunun ilk bölümü ise 27 Kasım’da MUBI Türkiye’de yayında olacak. MUBI’nin Altyazı okurlarına özel kampanyasıyla 30 gün boyunca MUBI’ye ücretsiz erişim sağlayabilirsiniz.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.