Şu An Okunan
Lady Macbeth: Esaretin Sessiz Dili

Lady Macbeth: Esaretin Sessiz Dili

Lady Macbeth

Adını Shakespeare’in en kanlı oyunundan alan Lady Macbeth türlü baskıya başkaldıran bir kadını odağına alıyor. Britanyalı genç yönetmen William Oldroyd’un etkileyici bir görsel dile sahip ilk uzun metrajının kadın karakterine yaklaşımı ise tartışmalı.


Bu yazı, Altyazı’nın Temmuz-Ağustos 2017 tarihli 174. sayısında yayımlanmıştır.


Bu yazı, filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.


Lady Macbeth (2016), uzun yıllar tiyatro yönetmenliği yapan ve 2004’te William Shakespeare’in Macbeth oyununu da sergileyen Britanyalı genç yönetmen William Oldroyd’un ilk uzun metrajı. Oldroyd, filmin senaryosu için, güçlü kadın karakterleri sahneye taşımasıyla gündeme gelen, genç oyun yazarı Alice Birch’le işbirliği yapmış. Film, ilk olarak 1865’te Dostoyevski’nin çıkardığı dergide yayımlanan, Nikolay Leslov’un ‘Lady Macbeth of Mtsensk District’ adlı eserinden yapılan çeşitli uyarlamaların sonuncusu. Leslov’un eserini 1962 yılında Andrzej Wajda Sibiryalı Leydi Macbeth (Sibirska Ledi Magbet, 1962) adıyla sinemaya uyarlamıştı. 1934’teyse eser, o zamanlar Sovyet avangard çevrelerinde aktif genç bir müzisyen olan ünlü besteci Dimitri Şostakoviç tarafından operaya aktarılmış. Hızla popülerleşen opera, prömiyerinden iki yıl sonra, 1936’da Stalin’in katıldığı bir temsilin ardından Pravda gazetesinde çıkan olumsuz eleştiriyle birlikte gözden düşürülmüş ve temsilleri engellenmiş. 1961 yılına kadar Şostakoviç’in bu eseri görülmemiş, duyulmamış.

Şostakoviç, Leslov’un eserinde Rus Devrimi’nin öncesinde kadınların karşılaştığı baskıları ve özgürleşmelerini anlatan bir hikâye görürken; Oldroyd ve Birch, aynı öykünün, cinsiyet politikaları bakımından kadınlar (ve LGBTK için de) İngiltere’nin en karanlık ve en baskıcı dönemi olan Kraliçe Viktorya döneminde geçebileceğini hayal etmiş. En genel ifadeyle Lady Macbeth, bir toprak ağasıyla evlendirilen, zamanla evliliğin esaretten farksız olduğunu gören ve üzerindeki tüm baskılara karşı hırçın bir özgürleşme arayışına giren bir kadının hikâyesini anlatıyor. Kadınlara dayatılan Viktoryen davranış kodlarının boğucu baskısı, filmde taşranın tekdüzeliği, yalnızlığı ve sıkıcılığıyla kuvvetlendirilmiş. Filmin görsel dünyası da bu etkiyi izleyicilere başarıyla aktarıyor: Özellikle filmin ilk yarısındaki hareketsiz kamera kullanımı, filmin başkarakterinin içine düştüğü tutsaklığı, taşradaki evin dar, karanlık, havasız odalarında sıkışıp kalma hissini pekiştiriyor.

Filmin görsel dili, başkarakter Katherine’in dile gelmeyen duygularını izleyiciye aktarmada önemli bir rol oynuyor, âdeta bu esaretin sessiz dili oluyor. Daha filmin ilk sahnesinden izleyiciyle böyle bir sırdaşlık kurulduğunu söyleyebiliriz. Lady Macbeth bir düğün sahnesiyle açılıyor; fakat alışkın olduğumuz, görkemli ve büyük bir düğün sahnesi değil bu. Başkarakteri, yani ismiyle müsemma Leydi Macbeth’in, yakın plan çekimle dar bir alana hapsedildiği, ilahi okurken yüzündeki tedirginliği ve sesindeki ürkekliği yakalayan bir sahne. Hemen ardından, gelinin ilk gece için hazırlanmasını izliyoruz. Bu iki sahnede de kullanılan yakın plan çekimler, hikâyenin geçtiği zamanı ve mekânı tam olarak kavramamıza izin vermiyor. Zamandan ve mekândan yapılan soyutlama, kameranın arka plandan ziyade kadın başkahramanının duygulanımıyla ilgilenmesi, kadın karakterin çok daha genel bir durumu temsil ettiğini ima ediyor. Zaten filmin adının Lady Macbeth, ancak filmin kurmaca evreninde başkarakterin adının Katherine olması, paylaşılan bir ortak kaderin de habercisi. Bu ortak kaderi anlamak için, Lady Macbeth’in özellikle feminist kuramcılar tarafından yapılan okumalarına uzanmak gerekiyor; buna birazdan değineceğim.

Lady Macbeth

Film ilerledikçe, Katherine’in evliliği bir esarete dönüşüyor adım adım. Neredeyse tek kelimenin edilmediği, buz gibi sessiz bir gerginliğin hissedildiği bir dizi sahnede, gündelik yaşantısının her aşamasında Katherine’in acı çekmesine, bedeninin incitilmesine şahit oluyoruz: Saçları yolunurcasına taranıyor, korsesi nefesini kesecek kadar sıkılıyor, geceleri uykusuzluktan kıvransa da kocasından önce gözlerini yummasına, uyumasına izin verilmiyor. Her gün bir süs bebeği gibi saçları sımsıkı örülüp, kocaman bir elbise giydirilip salonda hiçbir şey yapmadan öylece oturması bekleniyor. Sevişirken bile bir eylemde bulunması yasak: Geceliğini çıkarıp öylece kımıldamadan durması isteniyor. Bir hapsi andıran bu karanlık evden dışarı adım atması, çok özlediği doğa yürüyüşlerine çıkması, temiz hava alması yasak. Katherine, kocası uzun bir yolculuğa çıkar çıkmaz ilk iş camı açıp derin bir nefes alıyor. Bu sahne, bir şeylerin değişeceğinin ilk habercisi.

Bu hapislik rutinin yavaş yavaş yıkılmasını tetikleyen hadise, arazi işçilerinin kulübesinden gelen büyük bir gürültü oluyor. Kocasının yokluğunda disiplinin bozulmasından korktuğundan, işçilere hadlerini bildirmek için gittiği kulübede, kocasından duyduğu cümlelerle esip gürleyen Katherine, bir anda işçilerden biriyle tuhaf bir yakınlaşma yaşıyor. Kocasıyla hiçbir zaman yaşayamadığı tutkuyu Sebastian’da buluyor ve kısa sürede aralarında yasak bir aşk filizleniyor. Filmin ilk sahnelerinde, tutsaklığını sembolize eden tüm prangaları yavaş yavaş atıyor üzerinden Katherine: Darmadağın saçları doğa gezintilerinde rüzgârda uçuşuyor (bu sahneler Andrea Arnold’ın özellikle Uğultulu Tepeler’deki (Wuthering Heights, 2011) görsel dilini çağrıştırıyor); nefesini daraltan kıyafetlerden kurtulup evin içinde gecelikle dolaştığı, geceleri çıplak uyuduğu sahneler bedensel özgürleşmesinin birer sembolü hâline geliyor. Ancak Katherine’in özgürleşmeye doğru attığı her adım, bir erkeğin çıkagelmesi ve baskıyı yeniden tesis etmesiyle gölgeleniyor. Papaz Katherine’in kiliseden ayağını kesmemesini ve kendini kocasının yokluğunda imana adamasını vaaz ediyor örneğin. Sürekli azar işittiği kayınpederi, uzun uzun kocasına layık bir eş olmanın gereklerini tembihliyor. Bir gece yarısı çıkıp gelen kocası, Katherine’in kendince edindiği özgürlüklerin de sonu, esarete geri dönüş anlamına geliyor. Ancak bununla da kalmıyor; bir noktada kocasının varisi, küçük bir oğlan çıkıyor karşısına. Evin reisi, toprağın ve üzerindeki her şeyin sahibi olarak Katherine’in üzerinde de hakimiyet kuruyor. Tüm bu karakterler, her yaştan erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümün de bir ifadesi olarak görülebilir: Baba, koca, erkek çocuk –hepsi kadını hem mecazi anlamda hem de sözlük anlamıyla belli bir alana hapseden patriyarkanın taşıyıcısı. 

Lady Macbeth aslında kadınların gündelik yaşamda hep karşılaştıkları baskıların türlü hâllerini bir gerilime dönüştürüyor. Kanlı bir gerilim filmi olarak da görülebilecek olan Lady Macbeth, baskılardan artık yılan ve gözünü karartan Katherine’in, bu erkeklerden birer birer kurtulmasının, özgürlüğüne giden yolda karşısına çıkan tüm engelleri bertaraf etmesinin de hikâyesi. 

Kötücül mü, Çaresiz mi?

Kimi yazılarda, filmin Shakespeare’in ünlü oyunu Macbeth’teki bir karakter olan Leydi Macbeth ile doğrudan ilgisi olmadığı belirtiliyor. Oysa gerek Leslov’un eseri ve bu eserden yapılan uyarlamalarda, gerekse Oldroyd’un filminde Leydi Macbeth ismi, beraberinde kuvvetli çağrışımlar getiren yüklü bir sembolizme sahip. Zira Leydi Macbeth, Shakespeare’in tüm karakterleri arasında belki de en çok tartışılan kadın karakterlerden biri.

Özetleyecek olursak, Lord Macbeth’in kral olmasının yolu bir cinayetten geçmektedir: O gece, Macbeth’lerin kalesinde konaklayan Kral Duncan ölür ve varisleri de ülkeden kaçarsa Lord Macbeth, kehanetteki gibi İskoçya Kralı olabilecektir. Lady Macbeth, onu cesaretlendirerek –veya kimi yorumlara göre kışkırtarak– Kral Duncan’ı öldürtür. Cinayeti de Duncan’ın varisi ve küçük oğlunun üzerine atarak, saraydan kaçmalarını sağlar. Lord Macbeth İskoçya Kralı ilan edilir. Ancak iktidarın bekası için işlenmesi gereken suçlar bununla sınırlı değildir. Döktükleri kanın yarattığı vicdan azabıyla kıvranarak gitgide güçsüzleşen, korkaklaşan ve deliliğe sürüklenen Lord ve Leydi Macbeth, sonları yaklaştıkça hırçınlaşır. Macbeth’in sonunu getirecek başkaldırının arifesindeki kaosta, Leydi Macbeth intihar eder.

Lady Macbeth

Kimi Shakespeare uzmanlarına göre Leydi Macbeth, kendi iktidar hırsı uğruna kocasını onlarca cinayet işlemeye ittiği için, saf kötülüğün ve dizginlenemeyen şeytanî bir hırsın tecessümüdür. Psikanalitik yaklaşımlardaysa, bir hasta olarak kabul edilir ve bu hastalığın nedenleri üzerine spekülasyonlar yapılır. Örneğin Freud, Leydi Macbeth’in çocuğu olmadığı için ‘iktidarsız’ olduğunu, bundan bizzat kendisini sorumlu tuttuğunu ve bu nedenle de işlediği suçlardan ötürü aklını kaçırdığını yazar. Kimilerine göreyse daha fazla zenginlik, kudret ve iktidar hayali kurar Leydi Macbeth, ancak bir kadın olarak bunları elde etmesi sadece kocası üzerinden mümkündür. Feminist Shakespeare okumalarında ise erkek egemen düzen içinde hapsedilen, kendine biçilen rolü oynamaktan başka seçeneği olmayan, kendini ifade etmesi ve gerçekleştirmesi engellenen, bu esaret içinde acı çeken bir kadındır. Kültür teorisyenleriyse erken modern dönemde kadının ailedeki ve toplumdaki rolünü göz önüne alan bir perspektiften yaklaşarak Leydi Macbeth karakterini anlamaya çalışmıştır: Sınıfsal farklılıkların yanı sıra kırsal alan ve kent ayrımı da bu dönemde kadınların rolü ve etkinliği açısından büyük farklar taşımaktaydı. Bununla birlikte, kadınların giderek alışılmış rollerinin dışına çıkmaya cesaret ettiği, siyasal alana adım attığı (örneğin İngiliz tahtında bir kadının oturması) bir dönemdi bu. Bu bakımdan kimi araştırmacılar, Shakespeare’in oyunu Macbeth’te tahtından edilmek üzere olan bir erkeklik endişesinin ifadesini görür. Kadınlar tarafından manipüle edilme korkusu, kadınların, akıl ve gönül çelen birer cadı, dizginlenemeyen arzularının esiri olan akılsız ve mantıksız canlılar oldukları inanışıyla örtüşüverir. Bu yoruma göre, Leydi Macbeth’i toplumsal cinsiyetlere dair böyle bir kültürel arkaplanın ürünü olarak değerlendirmek mümkündür. Sonuç olarak, gerek edebiyat eleştirisi ve eleştirel kuram, gerekse de toplumsal tarih ve toplumsal cinsiyet perspektifinden bu kadar zengin tartışmalara konu olmuş bir karakter olarak Leydi Macbeth, hangi bağlamda kullanılırsa kullanılsın, tüm bu fikirleri ve yorumları akla getiriyor. Shakespeare’in eserinden hareketle, yukarıda değindiğim Leydi Macbeth tartışmalarının objektifinden filme bakmak bazı noktalara ışık tutabilir.

Yıkıcı Arzu

Kuşkusuz filmin adının Lady Macbeth olması bile, Shakespeare’in oyunuyla karşılaştırıldığında, aynı hikâyenin kadın perspektifinden yeniden yazımına işaret ediyor: Yani klasik metin erkeği merkezine alırken, dolayısıyla erkeğin adını taşırken, burada Leydi Macbeth artık yan karakter değil başkarakter. Klasik edebiyatın, örneğin söylencelerin feminist perspektifle kadın karakterin gözünden yeniden yazılmasını gündemine alan feminist revizyonist edebiyatı Mary Shelley’nin 1820 tarihli ‘Proserpine’ eserine kadar götürebiliriz. Yani Leslov 1860’larda bu eseri yazarken, böyle bir bakış açısı filizlenmişti. Leslov’un eserinin üzerinden geçen onca yılda, feminist revizyonist edebiyat kuvvetli ürünler verdi: Margaret Atwood’un ‘Penelopia’sı veya Angela Carter’ın ‘Kanlı Oda’ başlığında toplanan öyküleri örnek gösterilebilir. Bunlar ışığında düşünüldüğünde, Oldroyd ve Birch’ün filmde kadın bakış açısını yeterince ince işleyemediğini söyleyebiliriz.

Filmde Katherine, tıpkı bazı eleştirmenlerin yukarıda geçen Leydi Macbeth okumaları gibi, dizginlenemeyen arzularının esiri olmuş, gözü kara, hırslı bir cani olarak resmediliyor. Hattâ son sahnelerde, hayli tartışmalı olabilecek bir biçimde Katherine’i, “gözünü kırpmadan bir çocuğun canını alacak kadar gaddar bir kadın” olarak düpedüz yargılıyor. Bu yargı, Katherine’in bebek beklemesi ve müstakbel anne olmasıyla daha da güçlendiriliyor. Bu noktada filmin perspektifinin, Katherine’den giderek uzaklaştığını, artık onu anlamaya çalışmaktan vazgeçtiğini söylemek mümkün. Onun içine düştüğü durumu anlamamızı sağlayacak en ufak bir yakınlık kurulmuyor bu sahnede. İlk sahnelerdeki o sessiz dil, müthiş bir sadelikle kurulan duygulanımsal özdeşlikler terk ediliyor; kanun önünde, mesafeli, yargılayıcı bir perspektife geçiliyor. Sevgilisi Sebastian bile Katherine’i kanun önünde terk ediyor. Onu artık tanıyamadığını söyleyen Sebastian’la aynı perspektife hizalanıyor filmin bakış açısı âdeta, Katherine’i biz de son sahnede tanıyamaz hâle geliyoruz. Bu noktada film, adının vaat ettiği gibi kadın perspektifine sadık kalmıyor: Mahkemenin, kanunun, sevgilinin temsil ettiği erkek bir bakış açısından söylüyor son sözünü.

Lady Macbeth

Filmde, Katherine’in işlediği cinayetlerin tek sebebinin Sebastian’a duyduğu dizginlenemeyen arzu ve tutkuya indirgenmesi de bir soru işareti oluşturuyor. Zira kadının arzusu üretken veya özgürleştirici olarak onaylanmıyor; yıkıcı, histerik, akıldışı olarak yine erkek egemen bir perspektiften yargılanıyor.

İlk sahnelerde Katherine’in mülk için bir toprak ağasıyla evlendirilerek ne tür bir esaretin içine sokulduğu müthiş bir sembolizmle aktarılmışken, bu perspektifin filmin ikinci yarısında giderek terk edilmesi aslında filmin gücünü baltalıyor. Oysa film esas gücünü buradan alabilir, sınıfsal ilişkilere biraz daha alan açarak Viktoryen dönemin küçük burjuva aile yapısı içindeki baskıcı toplumsal cinsiyet rollerini daha ince bir şekilde işleyebilirdi. Bazı feminist yazarların ve eleştirmenlerin Shakespeare’in metninde görebildiği, baskıcı bir erkek egemen düzende kendini var etmeye çabalayan bir kadın olarak kurulabilirdi Katherine, düpedüz bir cani olarak yargılanmak yerine. Nikolay Leslov’un eserini operaya uyarlarken, ünlü besteci Dimitri Şostakoviç, başkarakter Katerina için şöyle demişti: “Etrafı canavarlarla kuşatılmış bir kadın görüyorum.” Oldroyd ve Birch’ün ellerindeyse, bu karakterin bizzat kendisinin canavarlaştırılmış olması, Lady Macbeth’in en büyük zayıflığı.


Lady Macbeth, MUBI Türkiye’de izlenebiliyor. MUBI’nin Altyazı okurlarına özel kampanyasıyla 30 gün boyunca MUBI’ye ücretsiz erişim sağlayabilirsiniz.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.