Şu An Okunan
48. Seattle Film Festivali İzlenimleri

48. Seattle Film Festivali İzlenimleri

48. Seattle Film Festivali, dünya festivallerinde ses getirmiş filmleri Kuzeybatı Amerika izleyicisiyle buluşturuyor. Bu yıl 14-24 Nisan tarihleri arasında düzenlenen ve yavaş yavaş pandemi öncesi koşullarına dönme emareleri gösteren festivalde Türkiye’den İki Şafak Arasında ve Klondike de beğeniyle karşılandı.

Seattle kenti her sonbahar önemli bir Türkiye filmleri festivaline ev sahipliği yapıyor. Şehrin en eski, büyük ve prestijli festivali ise ilkbahar aylarında düzenleniyor. Bu sene 48. yaşını kutlayan Uluslararası Seattle Film Festivali, Kuzey Amerika’daki film festivalleri arasında önemli bir yere sahip. Pandemi öncesinde, gösterdiği film sayısı ve ulaştığı izleyici kitlesi açısından ABD’nin en büyük festivali unvanını taşıyan etkinlik, artık aynı ölçekte gerçekleşmese de bu yıl yeniden sinema salonlarına döndü (2021 festivali yalnızca çevrimiçi olarak düzenlenmişti). Programın büyük kısmı hem yüz yüze seanslarda hem de dijital bir platform aracılığıyla izlenebildiği için bu hibrit edisyon, pandemi öncesi dönemin kalabalık, enerjik, bol tantanalı festivallerinden epey farklıydı. Üstelik geçen yıla göre bir nebze artan film sayısı da halen pandemi öncesi programların oldukça gerisindeydi. Tüm bunlara rağmen Seattle Film Festivali’ni ilgi çekici ve özellikle Türkiye sineması açısından önemli kılan pek çok etmen var.

Klondike

Seattle Film Festivali, programında her yıl en az bir Türkiye yapımı filme yer veriyor ve bu filmler özellikle son yıllarda ödüller konusunda festivale ağırlığını koymuş durumda. Pandemi öncesinde Mahmut Fazıl Coşkun imzalı Anons’un (2017) ve Damla Sönmez’e En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getiren Sibel’in (2018) yarıştığı festivalde bu yıl da Maryna Er Gorbach’ın Türkiye ortak yapımı olarak çektiği Klondike (2022) En İyi Film ödülünü kazandı. Prömiyerini yaptığı Sundance’ten ödülle dönen, Berlin Film Festivali’nde beğeniyle karşılanan ve son olarak İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma’sında da En İyi Film seçilen Klondike, jüri tarafından “savaş hakkında trajik ve evrensel bir kehanet” olarak tanımlandı. Yönetmenin “acımasız ve biçimsel açıdan çarpıcı vizyonuna” dikkat çeken jüri, açıklamasında filmin “hümanizm, kara komedi ve korku öğelerini özgün biçimde bir araya getirmesinden” de övgüyle söz etti. Resmî yarışma bölümünün diğer ödülleri ise yine Sundance Film Festivali’nde prömiyer yapmış iki belgesel olan Navalny (2022) ve Fire of Love’a (2022) verildi. Navalny aynı zamanda festivalin açılış filmi olarak da gösterilmişti.

İki Şafak Arasında
İki Şafak Arasında

Türkiye sinemasının Seattle’da çok beğenilen diğer temsilcisi ise Selman Nacar imzalı İki Şafak Arasında (2021) oldu. İlk gösteriminin yapıldığı San Sebastian Film Festivali’nden bu yana çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül kazanan İki Şafak Arasında hem çok katmanlı hikâyesinin akla getirdiği etik açıdan zorlu ve cevapsız sorular, hem de Nacar’ın bu soruları dengeli ve gerçekçi bir üslupla perdeye taşıma becerisi sayesinde festivalin en iyileri arasındaydı. Yaklaşık yirmi dört saatlik bir zaman diliminde geçen, temposu hiç düşmeyen ve giderek daha gergin, daha çıkışsız hâle gelen bir film bu. Filmin Seattle gösteriminin Nacar’ın katılımıyla gerçekleştiğini ve izleyicilerin soru-cevap kısmına yoğun ilgi gösterdiğini de ekleyelim. Nacar bütün sahneleri kesintisiz planlarla kurma kararından, izleyiciye “doğru tercihi” ya da “yapılması gerekeni” dikte ettirmemenin öneminden, bir yandan karmaşık ikilemler ve krizler yaşanırken diğer yandan gündelik hayatın hiç aksamadan devam ettiği bir anlatı kurma seçiminden detaylı biçimde söz etti. Salondaki izleyiciler de filmin işçi hakları ve fabrikalardaki çalışma koşulları hakkındaki sosyo-politik boyutuna değinen ilginç sorularla seansa katkıda bulundular.

Radiograph of a Family
Radiography of a Family

Festival programının en tuhaf, hattâ bir nebze tutarsız yönlerinden biri zaten Klondike’ın büyük ödülü kazandığı yarışmalı bölümde belgeseller de yer alırken ikinci bir belgesel yarışmasının düzenlenmesi. Hangi filmin neden hangi bölüme seçildiği muğlak olsa da programda çok sayıda ilginç belgeselin yer alması olumsuz bir durum değil tabii ki. Belgesellere ayrılan yarışmanın bu yılki büyük ödülünü Firouzeh Khosrovani’nin Radiograph of a Family (2020) filmi kazandı. Yönetmenin kendi annesi ile babası arasındaki ilişkiye mektuplar ve aile fotoğrafları aracılığıyla baktığı bu son derece kişisel film, aynı zamanda İslam Devrimi öncesi ve sonrası İran’ı karşılaştıran toplumsal tespitler içeriyor. Bu şiirsel aile portresi İran toplumundaki derin ayrımların mikro ölçekli bir özeti niteliğinde; zira Khorosvani’nin babası İsviçre’de eğitim görmüş seküler ve liberal bir adam, annesi ise çok dindar bir aileden gelen ve giderek daha muhafazakârlaşan bir kadın. Bu çift birbirini pek de tanımadan apar topar evleniyor, hattâ filmin başında yönetmenin annesinin İran’dayken yalnızca bir fotoğrafla evlendiği ve bu garip nikâhtan sonra İsviçre’ye gidip eşiyle buluştuğu söyleniyor! Bir yanda kendini bilime adayan, İran’dan uzakta mutlu ve başarılı bir hayat kuran, ailesinin geleceğini Avrupa’da gören bir baba var. Diğer yanda ise genç yaşta evlenip geldiği İsviçre’ye uyum sağlamakta ve hayatında bir amaç bulmakta zorlanan, İslam Devrimi’nin geleneksel ailelerden gelen kendisi gibi dindar kadınları “koruduğunu” düşünen bir anne. Yönetmen bu iki perspektif arasında denge kurmaya ve iki taraftan birine ağırlık vermemeye gayret ediyor. Bir noktadan sonra aile arşivindeki materyalin cılızlığı filmi tekrarlı hâle getirse de, Radiograph of a Family devrim sebebiyle kaybolan bambaşka bir İran’ı izleyiciye anımsatmayı ve bu değişime sebep olan faktörleri nötr bir şekilde incelemeyi başarıyor.

The Good Boss
İyi Patron

Yarışmalı bölümlerin dışında Seattle Film Festivali’nin diğer festivallerde ses getirmiş filmleri bölge izleyicisiyle buluşturmak gibi bir misyonu da var. Bu çerçevede programa dâhil olan filmlerden biri, İspanya’nın en önemli sinema ödülü Goya’ya yirmi dalda birden aday gösterilerek rekor kıran İyi Patron (El Buen Patrón, 2021) idi. Ünlü Güneşli Pazartesiler (Los Lunes Al Sol, 2002) filminin yönetmeni Fernando León de Aranoa ile başrol oyuncusu Javier Bardem’i yeniden bir araya getiren film, iyi yazılmış ve oynanmış, keyifli bir kara komedi. Bardem’in canlandırdığı Julio, endüstriyel tartılar üreten büyük bir fabrikanın sahibi. Tartıların çağrıştırdığı ‘denge’ metaforu Julio’nun hikâyesinde büyük rol oynuyor, bir bakıma bütün film hayatındaki dengeyi korumak için her şeyi yapan bir adam hakkında. Fabrika çalışanlarının bir aile olduğu defalarca söyleniyor, çeşit çeşit ödül şirketin duvarlarını süslüyor ve herkes Julio’nun ne kadar iyi bir patron olduğundan söz ediyor. Ama çok geçmeden durumun göründüğü kadar parlak olmadığı anlaşılıyor. Haksız yere işten kovulan eski bir çalışan fabrika karşısına kamp kurup eylem yapmaya başlıyor, evliliği yolunda gitmeyen bir yönetici üst üste hatalar yapıyor ama Julio ile yakın dostluğu sayesinde hatalarının üstü örtülüyor, eşini genç bir stajyerle aldatan Julio stajyerin gerçek kimliğini sonradan öğreniyor. Kuşkusuz bu ironik hikâyede iş dünyasına, kapitalist üretim sistemine ve emek sömürüsüne dair eleştiriler var. Filmin baştan sona zevkle izlendiği de aşikâr. Ama böylesine tanıdık ve sıradan bir filmin ödüllere boğulup En İyi Film dâhil altı dalda Goya kazanmasını anlamak kolay değil. Bütün krizleri bir haftaya sığdıran öykü pek bir sürpriz içermiyor, León de Aranoa’nın sinema dili de görsel-işitsel açıdan hiçbir risk almamak ve hikâyeyi en temiz şekilde perdeye taşımak üzerine kurulu. İyi Patron’un en kayda değer yönü, aynı anda hem babacan hem tehditkâr denebilecek bir karakter yaratan Javier Bardem’in kusursuz performansı.

The King of Laughter
The King of Laughter

Festival programının benim en beğendiğim filmi ise Mario Martone’nin geçen yıl Venedik’te yarışan ve geçtiğimiz hafta İtalya’nın en prestijli sinema ödülü David di Donatello’ya on üç dalda aday gösterilen The King of Laughter’ı (Qui Rido Io, 2021) oldu. Martone kendi ülkesinde çok el üstünde tutulan ama maalesef Türkiye’de pek tanınmayan bir isim. Yönetmenin İtalyan şair Giacomo Leopardi’nin biyografisi niteliğindeki çalışması Leopardi, 2014’te Venedik Film Festivali’nin en şık filmlerinden biriydi ve unutulmaz bir final sahnesine sahipti. Martone, The King of Laughter’da yeniden bir sanatçı biyografisine imza atıyor ve parodileriyle tanınan oyun yazarı Eduardo Scarpetta’nın hayatından bir bölüme odaklanıyor. Scarpetta’yı Paolo Sorrentino’yla işbirliklerinden tanıdığımız usta oyuncu Toni Servillo canlandırıyor. Her sahnesi kalabalık aileler, şaşaalı etkinlikler, göz alıcı kostümler ve setlerle dolup taşan bu film tam bir mizansen harikası. Martone 19. yüzyıl sonunda tiyatro dünyasına, toplumun mizaha bakışına (daha önemlisi parodi karşısındaki savunmacı tutumuna), Scarpetta’nın çocuklarıyla yaşadığı kuşak çatışmasına dair zengin tablolar kuruyor film boyunca. 

Filmin ikinci yarısında Scarpetta yazdığı bir oyun sebebiyle dava edilince filmin tematik ekseni de belirginleşiyor. Tabii bu dava ifade özgürlüğü ve sanatsal üretim süreci açısından önemli bir eşik niteliğinde. Ama Martone meseleye sadece bu tarihsel çerçeveden değil, daha derin ve evrensel bir perspektiften de bakıyor. Film boyunca Scarpetta’nın pek çok zaafına tanık oluyoruz. Scarpetta eşinin yeğeniyle ilişki yaşayıp iki aileyi bir arada yürüten, bütün çocuklarını baskı altında tutan, bencil bir narsist olarak çiziliyor. Ama film tüm bunları ikinci yarıdaki yasal sürecin dışında tutuyor. Yani hukukun işlemesi ve doğru olanın yapılması için kahramanlara ihtiyaç olmadığını, özel hayatındaki seçimlerinden ve zaaflarından bağımsız olarak herkesin özgürlüğü ve adaleti aynı ölçüde hak ettiğini dile getiriyor. Üstelik bu önemli temaları enerjik ve renkli bir dönem filmi formunda ele alıyor. İtalyan sinemasını ve Martone’yi sevenler, bu filmde Scarpetta’nın yasal olarak tanımadığı oğlu Eduardo De Filippo’yu bir yan karakter olarak görmeyi de ilginç bulacaklardır. Çünkü Martone’nin 2019 yılında Venedik’te yarışan bir önceki filmi The Mayor of Rione Sanità (Il Sindaco del Rione Sanità) da De Filippo’nun aynı isimli tiyatro oyununun (bence fazlasıyla sadık ve statik olan) bir uyarlamasıydı. Kariyerinin en üretken dönemlerinden birini geçiren Martone’nin yeni filmi Nostalgia’yla (2022) Cannes’da yarışacağını da not düşelim.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.