Antalya Günlükleri 2019 #5
Altın Portakal’da Ulusal Yarışma Kronoloji ve Bozkır’ın gösterimleriyle sona erdi. Festivalde ayrıca, geçen yıllarda İstanbul’da düzenlenen alternatif Ulusal Yarışma’nın kazananlarına Altın Portakal ödülleri verildi. ‘Sinemamızın Dünü, Bugünü, Yarını‘ panelinde ise, ‘Sinemada İfade Özgürlüğü’ oturumuna yeterince zaman kalmadığı gibi, politik baskı ve sansüre maruz kalan sinemacıların adı anılmadı.
Coşkun Liktor
56. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Yarışması, Ali Aydın’ın Kronoloji ve Ali Özel’in Bozkır filmlerinin 31 Ekim’deki gösterimleriyle birlikte sona erdi. İlk filmi Küf (2012) ile Venedik Film Festivali’nden ödülle dönen Ali Aydın’ın ikinci uzun metrajı Kronoloji, merak duygusunu baştan sona ayakta tutan, başarıyla kotarılmış bir gizem-gerilim filmi. Filmin büyük bölümünde çok sevdiği kayıp karısını arayan çaresiz bir adamın hikâyesini izliyoruz. Ancak filmin yaklaşık dörtte üçü geride kaldığında öyle bir sürprizle karşılaşıyoruz ki, karakterlerle ilgili bütün yargılarımızı yeni baştan gözden geçirmemiz gerekiyor. Film âdeta ayağımızın altındaki halıyı çekip baştan beri kurduğu hikâyeyi tepetaklak ediyor. Kronoloji, izlemeden önce hakkında ne kadar az şey bilinirse etkisi o kadar artan bir film. Ancak kadına şiddete ve kadın cinayetlerine karşı farkındalık yaratma kaygısının ağır bastığı son bölümde hikâye biraz sarkıyor.
Ulusal Yarışma’nın kapanış filmi, Ali Özel’in dünya prömiyerini yapan ilk uzun metrajı Bozkır oldu. Yakınlardaki baraj inşaatı nedeniyle kısa bir süre sonra sulara gömülecek bir köyde geçen Bozkır, evinden taşınmayı reddeden yaşlı bir adamı konu alıyor. Bozkır hem senaryo hem de karakterizasyon açısından son derece zayıf bir film. Hikâye en başından itibaren hiçbir yere varmadan sürekli yerinde sayıyor sanki. Hep benzer diyaloglar, film boyunca yaşlı adama yöneltilen hep aynı soru: “Sen neden taşınmıyorsun?” Baba-oğul çatışması da doğru dürüst işlenmeden, yapıştırma gibi kalıyor filmde. On dakikalık bir kısa filmi dolduracak malzeme zorla bir buçuk saate çıkarılmış gibi bir his bırakıyor film sonunda.
56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 31 Ekim Perşembe günü düzenlenen etkinliklerden biri de, yapımcı Yamaç Okur moderatörlüğünde gerçekleşen ve üç oturumdan oluşan ‘Sinemamızın Dünü, Bugünü, Yarını’ başlıklı paneldi. Panelin ilk oturumunda yer alan konuşmacılar Burhan Gün ve Sevilay Demirci, Ocak ayında kabul edilen yeni sinema kanununun artılarını ve eksilerini tartıştılar. Ayrıca yerli sinemacıları Kültür Bakanlığı’nın desteğine bağımlılıktan kurtarmak için Sümer Tilmaç Antalya Film Destek Fonu gibi bağımsız, yerel fonların oluşturulması gerektiği vurgulandı. İkinci oturumda Başka Sinema’nın direktörü Azize Tan ve Bir Film’den Kemal Ural, sinemada dağıtım sorunlarına değinerek izleyici sayısını arttırmanın yolunun “nitelikli vizyon”dan geçtiğini belirttiler. Filmin doğru yerde, doğru zamanda vizyona girmesinin, vizyona girdiği salon sayısından daha önemli olduğu da, oturumda altı çizilen konulardan biriydi.
İlk iki oturum sona erdiğinde panele ayrılan üç saatlik sürenin sonuna yaklaşılmış, üçüncü oturumun konusu olan ‘Sinemada İfade Özgürlüğü’nü tartışmaya çok kısıtlı bir süre kalmıştı. Belgesel sinemacı Nalan Sakızlı, belgesel sinemanın mayınlı bir alan olduğundan bahsederek başladı konuşmasına. Sakızlı’ya göre sansür, üç aşamada ele alınabilir: Filmi tasarlama aşamasında otosansür devreye girerken, üretim aşamasında ifade özgürlüğünü kısıtlayan şeyler “filmi rehin alan ilişkiler”dir. Filmin paylaşılması aşamasında uygulanan sansür ise filmin izleyiciyle buluşmasını engeller. Bir diğer konuşmacı Hülya Uğur Tanrıöver, yönetmenin üretme, eleştirmenin eleştirme ve izleyicinin seçme özgürlüğüne sahip olmasının önemini vurguladı. Konuşmasına film üretimindeki en büyük sorunun para olduğunu belirterek başlayan yönetmen Ezel Akay, sansür olsun olmasın para bulunamadığı sürece film yapılamayacağını söyledi. Otosansürün korku ikliminde yeşerdiğini söyleyen Akay’a göre sanatçı gene de pes etmeyip yaratıcılığıyla sansürü delmeye ve kendisini ifade edeceği alanlar açmaya çalışmalı.
Paneldeki son konuşmacı yönetmen Kaan Müjdeci, sansür vakalarının dünyanın her yerinde görüldüğünü söyleyerek başladı söze. Amerika, Çin ve Japonya’daki sansür uygulamalarından örnekler veren Müjdeci, diğer ülkelerdeki sinemacıların da sansürden muzdarip olduğunu belirtti. Sansürü aşmanın yolunun yaratıcılıktan geçtiği konusunda diğer konuşmacılarla hemfikir olan Müjdeci, ifade alanlarımızı genişletmek için mücadele etmenin gerekli olduğunu da ekledi. Panelin sonunda sinema sektöründen bir izleyici, “Hepinizi kınıyorum,” diyerek konuşmacılara tepki gösterdi. Panelde konuşulanların sansürle ilgili olmadığını söyleyen izleyici şöyle devam etti: “Sanatçıların ifade özgürlüğünü savunma mecburiyeti vardır. Bundan bahsetmeden sansür paneli yapılamaz.” Ancak zaman dolduğu için izleyicilerin soru sormasına veya görüş bildirmesine fırsat kalmadan panel sonlandırıldı.
Panelin ardından aynı salonda, İstanbul’da 2017 ve 2018’de düzenlenen alternatif Ulusal Yarışma’nın kazananlarına Altın Portakal ödüllerinin verildiği tören düzenlendi. Törenin açılışında bir konuşma yapan festival yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu, Ulusal Yarışma’nın Antalya’ya dönmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdikten sonra “Festivalin önceki dönemlerinde görev alanları yargılamıyoruz, onları suçlamıyoruz,” cümlesini sarf etti. Boyacıoğlu’nun ardından sahneye çıkan festival danışmanı Hülya Uçansu, İstanbul’daki alternatif Ulusal Yarışma’yı düzenleyen Kaan Müjdeci’yi överek ona Türkiye sinemasına katkılarından dolayı teşekkürlerini sundu. Bu yıl festival danışmanı olarak görevlendirilmesine SİYAD’ın baştan beri karşı çıktığı Hülya Uçansu, 2014’te sansür vakası yaşandığında festival komitesinde yer alıyordu.
Uzun lafın kısası beş yıldır sansürle yüzleşmekten kaçan Antalya Film Festivali, sansürle imtihanında bu yıl da sınıfta kaldı. İfade özgürlüğü konulu panelde, politik baskı ve sansüre maruz kalan sinemacıların adı bile anılmadı. Her ne kadar birileri görmek istemese de bu ülkede ağır ceza mahkemelerinde yargılanan, hüküm giyen yönetmenler var: Bakur’un yönetmenleri Çayan Demirel ile Ertuğrul Mavioğlu, Bahoz (Fırtına, 2008) ve Zer (2017) filmlerinin yönetmeni Kazım Öz, onlardan sadece birkaçı. Ve sinemacılar hep bir ağızdan gür bir sesle “Sinema yargılanamaz,” diye haykırmadığı, ellerini taşın altına koyup mücadele etmediği sürece ifade özgürlüğü açısından çok daha karanlık günlerin ufukta olduğuna kuşku yok.