Bir An: Üç Renk – Mavi
Özgürlük mümkün mü? Hatırladıkça hayır.
Julie kayıp gidiyor, elini duvara sürtüyor. Bir tür cenaze töreni. Ruhunun öldüğünü, canını teslim ederek buradan ayrılmakta olduğunu bize hiç ses vermeden anlatıyor. Ağlamıyor. Bağlantısız, hatırasız, geçmişinden azade bir hayata başlamadan önce kendini bir kutuya işte bu sahneyle koyuyor. Son. Bitti. Geçmiş kapandı. Artık Julie yok.
Öyle olmadığını çok geçmeden anlayacağız. Filmin başında soluğuyla inip kalkan tüyler gibi aslında her yer dirimle dolu. Soluk aldıkça varız. Özgürlük olanaksız. Hatırladıkça imkansız.
Bir trajediyi acıya ve melodrama boğmadan anlatma ustalığını ilk kez gördüğümde yirmi yaşındayım. Unutulması istenen hatıralarım henüz yok. Kieslowski’nin ne yapmak istediğini tam da bu yüzden anlayamıyorum. Ama seziyorum. Konuşmadan söylemek gibi birşey olmalı bu sahne… Yıllar sonra Borges’in “can sıkıntısını anlatmak için can sıkıntısından sözetmemek” olarak özetleyiverdiği o muazzam önerisini ilk duyduğumda da işte Julie’nin duvarını hatırlıyorum. Ağlamadan acımak… Bağırmadan söylemek…
Unutmak istediğim anlar zamanla belirdiler. Unutarak değil Julie’ninki gibi kabul ederek yola devam edebileceğimi öğrendiğim zamanlar da… Özgürlüğün olanaksızlığına ikna olduğum anlar… Sezmediğim artık bizzat idrak ettiğim Mavi’yi defalarca izlediğim günler. Ama değişmeden kalan hep o an; her dönemecin başında, alınan her kötü haberde, her kötü sürprizde zihnimde uyanan imge yirmi yaşımdan beri aynı. Julie’nin elini duvara sürtmesi…
Peki özgürlük mümkün mü? Hayır! Hatırladığımız için hayır. Ve tam da bu yüzden insanız. Varız ve yaşamaktayız. İyi ki!
B. Nihan Eren
(Trois couleurs: Bleu, 1993)
Yön: Krzysztof Kieslowski