Şu An Okunan
Cambaz: İyi ki Doğdun Baba

Cambaz: İyi ki Doğdun Baba

Son dönemin gündem yaratan korku filmlerinden Cambaz, seyircisini “karşılıksız hediyeler” konusunda uyaran yeni nesil bir korku filmi. Yönetmenliğini Oz Perkins’in üstlendiği film, “yükseltilmiş korku” kategorisinin yeni bir örneği.


Bu yazı, filmdeki bazı sürpriz gelişmeleri açık etmektedir.


Şöhreti kendisinden önce gelen, “senenin en korkutucu filmi” ve “yeni Kuzuların Sessizliği” (The Silence of the Lambs, 1991) gibi tanımlamalarla pazarlanan Cambaz (Longlegs, 2024), hakkındaki bu iddialı yorumların hakkını veremiyor ancak altında ezilmiyor da. Filmin yapımcıları arasında da yer alan Nicolas Cage’in şeytana tapan bir seri katili canlandırdığı filmin yönetmenliğini, son olarak Gretel & Hansel (2020) filmiyle karşımıza çıkan yönetmen Oz Perkins üstleniyor. Cambaz, tıpkı Gretel & Hansel’de olduğu gibi, seyircisini “karşılıksız hediyeler” konusunda uyaran yeni nesil bir korku filmi. A24 ve NEON gibi şirketlerin yaratıp yaygınlaştırdığı “yükseltilmiş korku” (elevated horror) kategorisine dâhil edebileceğimiz Cambaz, tam da bu kategorinin getirdiği bazı sorunlardan muzdarip. Filmin özellikle ilk üçte ikisi boyunca türün gerektirdiği görsel ve işitsel dünyayı incelikli bir şekilde kuran, gerilim/korku dengesini iyi ayarlayan ve jump scare efektlerini ekonomik bir şekilde kullanan yönetmen, aynı performansı filmin son bölümünde gösteremiyor.

Yükseltilmiş korku kategorisinin “konsept bir fikir” yaratmaya ve türün konvansiyonlarını eğip bükmeye dair iddiası, son dönemde eşyanın doğası gereği bir tıkanıklık yaşıyordu. Özellikle Alex Garland’ın son filmi Adamlar (Men, 2022) ve Konuş Benimle (Talk to Me, 2023) gibi filmler, yer yer kendi iddiasının altında ezilen hikâyeler sunmuştu bize. Öte yandan, bu kategorinin daha erken dönem örnekleri olan Peşimdeki Şeytan (It Follows, 2014), The Witch (2015) ya da Ayin (Hereditary, 2018) gibi yapımlardan çok da farklı değildi bu filmler. Daha ziyade seyirci gitgide bu forma aşinalık kazandı ve geçmişte daha organik bir şekilde popülerleşen filmler, türün hayranlarına özel olarak pazarlanmaya başladı. Perkins’in bir önceki filmi Gretel & Hansel, aslında tam da bu kategoriye oynayan ve türü günümüz politik hassasiyetlerine göre -yer yer fazlaca didaktik bir şekilde- güncelleyen, feminist alt metni güçlendirilmiş bir Hansel ve Gretel hikâyesiydi. Perkins, Cambaz’da bu tuzağa yeniden düşmüyor ve var olan hikâyeyi yeni değerlerle ve yarı deneysel bir estetikle bir kez daha anlatmaya kalkışmıyor. Elbette Cambaz’da da sayısız korku filmine referans var, ancak yönetmen bu referansları türü eğip bükmek için değil, anlatıyı ve atmosferi güçlendirmek için kullanıyor. Kısacası, yükseltilmiş korkunun son dönem seri üretim örneklerinde olduğu gibi anti-konvansiyonel bir düzen bozucu taklidi yaparak düşünsel boşluğunu gizlemeye girişmiyor. (Hansel’le Gretel’in başlıktaki yerini değiştirerek feminist bir masal anlattığı yanılgısına düşmüyor örneğin.) Korkutmaya ve germeye oynuyor, “cool” gözüküyor ve hangi pazarın ürünü olduğunun farkında.

Filmin ilk iki bölümünde bir korku filminden beklediğimiz çoğu duygusal ve duyusal uyaranı alıyoruz, bu nedenle düşünsel olarak hikâyede büyük bir derinlik aramıyoruz. İlk iki bölüm boyunca merak etme, gerilme ve cevapsız sorularla baş başa kalma vakti sunuluyor seyirciye. Ancak tüm bu soruları bir araya getirecek olan son bölüm, tabiri caizse tembelce yazıldığı için, filmin gebe olduğu sayısız olasılık da ölü doğuyor. Tembellikten kasıt ise biraz şu: Film, yükseltilmiş korkunun “cool’luğunu” ve cüretkârlığını son bölümde de sürdürebilmek için hikâyeyi ve ana karakterinin çatışmasını boşluyor. Örnek verirsek, anne-kız arasındaki gitgide büyüyen gerilim ve filmin asıl alt metnini oluşturan çatışma, anneyi ikonografik olarak akılda kalıcı bir “katil-rahibe” ya da “şeytanın ayarttığı bir Meryem Ana” figürüne dönüştürmek adına harcanıyor. Bazen gotik bir korku hikâyesinden fırlamış, evinden hiç çıkmamış istifçi yaşlı bir kadın, bazense klasik bir masal cadısına benzeyen anne figürü, filmin sonundaki bu “cool” şeytan-rahibe sürprizini yapabilmek adına sürekli arka planda tutuluyor. İlk iki bölümde filmin seyircisine çeşitli pozlar kesmesi ve karakter derinliğini/çatışmasını geri plana atması tür açısından gerekli bile sayılabilir. Özellikle ana karakterimiz Lee’nin ketumluğu ve ifadesiz, ürkek tavırları -ve sonradan anladığımız üzere “etki altında” olması- bu tercihin altını dolduran bir neden. Ancak çözülüm bölümünde Lee’nin içsel çatışmasına ayrılan sürenin azlığını sadece senaryonun tembelliğiyle açıklayabiliriz.

Kötülük Biçimleri

Final bölümündeki aksamaya rağmen filmin güçlü bir korku-gerilim dünyası kurduğunu söylemek mümkün. 90’larda geçen hikâyenin görsel dokusunu ve hikâye dünyasını Yedi (Se7en, 1995) ve Kuzuların Sessizliği gibi klasiklere benzetebiliriz. Polisiye anlatısı, seri katil hikâyesi ve kara film estetiğinden beslenen mizanseniyle Yedi’ye, güçlü sezgilere sahip kadın kahramanı ve oldukça teatral bir üsluba sahip seri katili/canavarıyla Kuzuların Sessizliği’ne göz kırpıyor film. Bu filmlerden temel farkı ise, şeytani ayinler, lanetli bebekler ve kara büyü gibi doğaüstü korku unsurlarını hikâyesine dahil etmesi. Ancak filmin “kötülüğe” dair söyledikleri, 90’larda geçen hikâyesi ve -bolca odun ve ahşaptan yapılmış- dağ evi görünümlü mekânlarını düşündüğümüzde aklımıza Twin Peaks’in (1990-1991) gelmemesi mümkün değil.

David Lynch’in kült dizisi Twin Peaks, bir cinayet olayını araştırmak üzere küçük bir kasabaya gelen FBI ajanı Cooper’a odaklanır. Cooper, Cambaz’ın kahramanı ajan Lee Harper gibi sezgileri kuvvetli bir karakterdir. Dizi, daha klasik ve rasyonel bir şekilde çözülebilecek suçlarla ilgilenen bir polisiye gibi başlayıp gitgide doğaüstü bir korku/suç evrenine doğru genişler. Cambaz’ın da şeytani seri katilinin hikâyesini bu muğlak bölgeye konumlandırdığını söyleyebiliriz. Twin Peaks’te, oldukça sıradan bir kasabanın bilinçdışından taşan bir “kötülük”ten bahsediliyordu. Her ne kadar görünürdeki katil uzun beyaz saçları ve şeytani gülümsemesiyle Bob isimli karakter olarak tanıtılsa da, Laura Palmer’ın en yakınından, kendi ailesinden birinin de bu kötülüğün bir parçası olduğu ve Bob’un etkisi altına kolayca girdiği çok geçmeden açığa çıkıyordu. Cambaz da benzer bir hattan ilerliyor. Hatta Nicolas Cage’in canlandırdığı seri katil (“Cambaz”) karakteri, fiziksel olarak Bob’u andırıyor. O da uzun beyaz saçlara ve şeytani bir gülümsemeye sahip, arka planı veya yaptıklarını meşru kılacak bir geçmiş hikâyesi olmayan “saf bir kötü”. Yine tıpkı Twin Peaks’teki gibi, bu saf kötülüğün gerçekte de bir karşılığı olduğunu – ancak bir “işbirlikçi” yardımıyla hayata geçebildiğini görüyoruz. Lee’nin kızını korumak isteyen annesi, Cambaz’ın şeytani isteklerini seneler boyunca yerine getiriyor. Kötülük katledilen ailelere dışarıdan gelmiyor, güvendikleri ve onlara samimi bir gülümsemeyle yardıma gelmiş, “karşılıksız” bir hediye getirmiş olan sahte rahibeden geliyor. Elbette Harper’ın da başından beri aradığı suçlu, yanı başındaki annesi oluyor. (Burada küçük bir trivia’dan bahsetmek anlamlı olabilir: Yönetmen Oz Perkins, Hitchcock klasiği Sapık’ın [Psycho, 1960] ünlü yıldızı Anthony Perkins’in oğlu. Sapık’ta Perkins katili canlandırıyor, katil de kendi ölmüş annesinin kılığına girmiş bir adam çıkıyordu. Filmde Ajan Carter ve Lee’nin Cambaz’ın ilk voodoo bebeğini keşfettiği çiftlik evine geldikleri sahnede, Sapık’ın meşhur gerilim müziğinin birkaç notasıyla oynanmış bir versiyonunun çaldığını da ekleyelim. Hatta biraz daha aşırı yoruma kayacak olursak, annesinin Oz Perkins’ten babasının eşcinsel olduğunu uzun bir süre gizlemesi, Cambaz’daki annenin Lee’den hayatı boyunca sakladığı sırlarla birlikte düşünülebilir.)  

Cambaz karakteri kendini sürekli şöyle tanıtıyor film boyunca: “Arkadaşının arkadaşının arkadaşı. Alt komşu. Tanıdığın tanıdığı. Her yerde ve hiçbir yerde.”Bir maske takıyormuş gibi gözükmesi, bembeyaz pudrayla kaplanmış yüzü ve filmin en başında kendini doğumgününde çocukları eğlendirmeye gelmiş bir cambazmış gibi tanıtması bu sözler düşünüldüğünde önemli. Her kılığa girebilen, herkesin evine girip çıkabilen, kişiliksiz ve yüzsüz bir kötülük simgesi Cambaz. Bu nedenle filmin büyük bir kısmında Cambaz’ı çerçevelerken tuhaf bir kadraj kullanıyor Perkins. Ya sadece ağzı, burnu, elleri ya da saçları gibi vücudunun bir kısmı gözüküyor ya da elleriyle yüzünü kapatıyor. Hem çerçeveleme yoluyla hem de kurgudaki hızlı kesmeler sayesinde, seyirci tam Cambaz’ın yüzünü görecekken görüntü bir anda yok oluyor. Bu eksik ya da parçalanmış imgenin iki anlamı var. Birinci anlam, yukarıda da sözünü ettiğim muğlak kötülük meselesi. Her kılığa girebilen ve aileleri içeriden fetheden bu kötülüğü tanımlamak, ona bir isim ve cisim koymak istemiyor Perkins. Hatta bu sayede Cambaz karakterini dikkatimizi asıl katilden/katillerden uzaklaştıran bir tür MacGuffin olarak kullanıyor.

Öte yandan katil sadece Lee’nin annesi değil, aynı zamanda kendi karanlığıyla yüzleşmemiş ve tüm çatışmasını bastırıp “yerin altına” saklamış aile kurumunun kendisi. Tam da bu nedenle Cambaz’ın Harper’ların bodrumunda yaşadığını öğreniyoruz. Bilinçdışının ve bastırılmış korku ve arzuların mekânı, bir korku klasiği olarak bodrum katı. Yukarı katlar ise tıka basa eşyalarla dolu. Aşağıda bastırılan her şey yukarıdan taşıyor sanki. Annesi Lee’ye bir sahnede şöyle söylüyor: “Unutmam gereken bazı şeyleri unuttum ama hiçbir şeyi atmadım.” Bu cümle bizi Cambaz’ı eksik/parçalanmış bir imge olarak kadrajlayan Perkins’in yaratmak istediği ikinci anlam katmanına götürüyor: Travmanın anılara yaptıkları, hafızadan eksilttikleri.

Travmanın İki Yüzü

Biraz da Lee’nin zihnini taklit eden film boyunca, onun Cambaz’a dair anıları netleştikçe Cambaz’ın yüzünü daha belirgin bir şekilde görmeye başlıyoruz. Filmin biçimsel anlamda en büyük başarısı belki de canavarı bir yapboz gibi parça parça ve aşamalı bir şekilde ifşa etmesi. Her ne kadar Lee’nin hafıza kaybı, Cambaz’ın kara büyüleri ve voodoo bebekleriyle açıklansa da, bu unutma eyleminin bir başka anlamı da var. Temelde annesiyle tek başına yaşayan bir kız çocuğunun küçükken maruz kaldığı ağır bir şiddetin anısını zihninden silmesine tanık oluyoruz. Ortalarda gözükmeyen baba figürünün bir nevi yerine geçen Cambaz, tam da bu yalnızlık ve dayanışmasızlık hâlinden yararlanarak bodruma sızabiliyor. Hatta başka bir düzeyde Cambaz’ı Lee’nin gerçek babasının kötülüğü ve şiddetiyle yüzleşebilmek için icat ettiği/doğurduğu bir canavar figürü olarak görmek bile mümkün. Bu anlamda filmdeki tüm cinayetleri babaların işlemesi de tesadüf değil. Annesinin Lee’ye söylediklerine dönecek olursak, ona ve kızına zorla unutturulanlara rağmen evdeki hiçbir şeyi atmayarak direnmesi önemli bir eylem. Lee bu sayede eski eşyaları arasında Cambaz’ın bir fotoğrafına erişiyor (eksik hafızayı ve imgeyi tamamlıyor) ve onu tutuklayabiliyor. Bu sayede sonunda işbirlikçi olduğu ortaya çıkan annenin, asıl şiddetin kökeninde yer alan babadan farkı da ortaya konmuş oluyor.

Cambaz tarafından Lee’ye “bahşedilmiş” olan sezgiler ya da altıncı his ise, daha ikincil bir düzeyde, şiddet uygulayan baba figüründen kalan bir travmanın eseri olabilir. Kendini olası bir başka tehlikeye karşı koruyabilmek için dış dünyadaki uyaranlara karşı fazlasıyla hassaslaşmış, insanların yüzlerini ve duygularını tahmin etmeyi öğrenmiş, sezgilerini zırh gibi giymiş bir kadın Lee. Ancak bu bir güç olduğu kadar bir lanet de, birilerine ve bir şeylere güvenebilme, yerleşebilme ve daha az yalnız bir hayat yaşayabilme ihtimalinin önüne geçen, hiç susmayan bir tehlike çanı. Altıncı hisleri olduğunu fark eden baş dedektifin Lee’ye bir sayı tahmin etme testi yaptığı sahne, travmanın bu iki yüzünü çok iyi açıklıyor. Makinenin rastgele sunduğu sayılardan sekiz tanesini doğru tahmin ettiğini söyleyen patronuna şu cevabı veriyor Lee: “… ama sekiz tanesini de yanlış tahmin ettim.” Bu yüzden kendi voodoo bebeğinin kafası patladığında, yani zihni özgür kaldığında ve olanları hatırladığında gerçek anlamda harekete geçebiliyor Lee. Filmin başında çekingen, ürkek ve sahaya çıkmak konusunda erkek partnerinin gerisinde kalmayı tercih eden Ajan Lee, filmin sonunda kendisiyle aynı pozisyondaki bir kız çocuğunu kurtarmayı başarıyor. (Böylece hem annesini hem de babasını sembolik ve gerçek düzeyde öldürerek kendini de yeniden doğuruyor.) Filmin klasik bir korku filmi hamlesiyle Cambaz’ın gülen ve iyi ki doğdun şarkısı söyleyen görüntüsüne bir anlığına dönerek bitmesi, hem elbette ki bir devam filmi olasılığına hem de Lee’nin travma döngüsünden bu kadar kolay kurtulamayacağına işaret ediyor gibi. Yine de Gülümse (Smile, 2022) gibi örneklerle kıyaslandığında Cambaz’ın döngüyü kırmak konusunda daha “umutlu” olduğunu söylemek mümkün.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.