Şu An Okunan
Elvis: Yıldızları İzlemek

Elvis: Yıldızları İzlemek

Elvis

Baz Luhrmann imzalı Elvis, efsane müzisyenin sahne personasına görkemli bir bakış atıyor. Luhrmann’ın filmi Elvis Presley’i anlamaktan çok onu izlemeye odaklı bir biyografi. 

Biyografi filmleri, bilhassa müzisyen biyografileri Hollywood’un en sevdiği kaynaklardan biri şüphesiz. Müzisyenler gerek kendi personalarıyla gerek kitlelerce ilham verici bulunan hikâyeleriyle uzun süredir anaakım sinemanın bir parçası. Baz Luhrmann’ın ilk gösterimini geçtiğimiz ay Cannes’da yapan ve festivalde büyük beğeni toplayan filmi Elvis de bu büyük müzisyenlerden birinin öyküsünü beyazperdeye taşıyor. 1950’li yıllardan itibaren sıradışı müziği, tarzı ve başarı hikâyesiyle popüler kültürde derin izler bırakmış, âdeta star mitinin yeniden tanımlanmasına vesile olmuş bir ismin, Elvis Presley’in hikâyesini epey kapsamlı bir kurmaca filmde izliyoruz. 

Şüphesiz ki Elvis Presley’le Kırmızı Değirmen (Moulin Rouge!, 2001) ve Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby, 2013) gibi görkemli filmleriyle tanınan Baz Luhrmann’ın bir araya gelişi, kâğıt üzerinde gösteriş vaat eden birliktelik. Belki de müzik tarihinin en görkemli ismi, ‘Rock’n Roll’un Kralı’ lakaplı Elvis’in dünyasına odaklanan bir filmden böyle bir gösteri beklemek de meşru elbette. Öte yandan her biyografi filminde olduğu gibi, bir insanın yıllara yayılan hikâyesini birkaç saate sığdırmak gibi bir yükümlüğü de var filmin. Luhrmann’ın Elvis’i bu yükümlülüğü yerine getirmek yerine Elvis’in görkemine kapılmayı tercih ediyor.

Maksimalist Yapı 

Elvis’i izlemiş bir kişinin film üzerine düşünürken aklına gelecek ilk şeylerden biri filmin temposu olurdu kuşkusuz. Filmin ilk anlarından itibaren son derece yüksek tempolu, çok fazla şeyi çok az yere sığdırmaya çalışan, koştur koştur bir film izliyoruz. Hemen her müzisyen biyografisinde birer kuralmışcasına gördüğümüz birçok unsur hızla geçiliyor burada da. Çocukluktan bir ‘aydınlanma’ anı, keşfedilmemiş büyük yeteneğin doğru zamanda doğru yerde olan yetenek avcısına denk gelmesi, aileye bağlı yaşamdan kopuş, zengin hayatın getirileri ve götürüleri… Bunları son derece hızlı biçimde geçen film, herhangi bir dramatik derinlik ya da olaylar arasında bağlantı kurmakla ilgilenmiyor. Onun yerine müzisyenin hayatından çeşitli olayları hızla işleyip geçmeye bakıyor. Elvis’in saçlarından giyim tarzına, kamyon şoförlüğünden danslarına, hükümet tarafından baskı görmesinden askere gitmesine pek çok biyografik bilgiye kelimenin tam anlamıyla şöyle bir değiniyor film. Belli bir dramaturji etrafında kurulmuş bir hikâye yapısı deneyimlemektense bir Elvis Presley müzesinde gezmeye benziyor filmi izlemek. 

Elvis

Bu deneyimi oluşturan temel unsurlardan birisi kurgu üslubu. Filme temposu çok yüksek, plandan plana, sahneden sahneye alelacele atlayan “maksimalist” bir kurgu yapısı hakim. Ancak bu tercihin belli sahnelerin ruhunu yansıtmak ya da seyirciyi yabancılaştırmaktan ziyade, tüm filme yayılan bir lunapark etkisi yarattığını söylemek gerek. Planlar ve sahneler arasındaki geçişleri takip etmek ciddi bir optik çaba gerektirirken, hem hikâyesel hem de biçimsel unsurlar kurgu masasına boca edilmiş gibi duruyor. Ekran üçe, dörde, yediye bölünüyor, kamera oradan oraya atlıyor, çerçeve oranı değişiyor, araya arşiv görüntüleri giriyor… Filmin buradan özgün, yaratıcı bir ifade alanı açabildiğini söylemek de zor açıkçası. Elvis’in hikâyesini anlatmaktan ziyade ona ve etrafındakilere uzaktan bakmakla ilgili bir film Elvis

Luhrmann’ın Elvis’i

Filmin bu uzaktan bakma hâlinin anlatısal temelinde ise anlatıcı tercihi var. Elvis’i başından itibaren ikonik sanatçının tartışmalı menajeri Albay Tom Parker (Tom Hanks) karakterinin gözünden izliyoruz. Müzisyeni finansal olarak sömürdüğü mahkeme kararıyla onanmış, kariyerini kendi hırslarına göre manipüle etmiş, birçoklarına göre Elvis’in erken ölümünün baş suçlusu olarak görülen bir karakterin – başka bir ifadeyle bu hikâyenin antagonistinin gözünden takip ediyoruz filmi. Luhrmann, yaptığı bu temel tercihle antagonisti baş kahraman haline getirirken Elvis Presley’i ise izlenen, işlenen ve sunulan bir pozisyona koyuyor. Bu mesafenin filme ilginç bir alan açtığını söylemek mümkün. Ancak karakteri büyük bir makyaj ve kıyafetle, abartılı ve zorlama bir aksanla canlandıran Tom Hanks’in performansının bu yükü taşıyabilecek seviyede olduğunu söylemek zor. 

Elvis

Bunlarla birlikte Elvis’in belirli bir cazibesi olduğunu, bir şekilde seyircisinin ilgisini diri tutabildiğini de söylemek mümkün. Bu unsurların başında ise efsane sanatçıyı canlandıran Austin Butler’ın başarısı geliyor. Butler yalnızca benzer görünümüyle değil güçlü oyunuyla da Elvis’in ruhunu perdeye yansıtmayı başarıyor. Filmin başarılı sayılabilecek bir diğer unsuru da Elvis figürünün ortaya çıktığı kültürel ve toplumsal bağlamın hakkını vermesi. ABD’nin siyah mahallelerinde yetişmiş Güneyli bir beyaz olarak farklı kültürlerden beslenerek büyüyen Elvis’in, bu iki farklı kültürü temsil eden country ve rhythm & blues türlerini bir araya getirişi filmde başarıyla işleniyor. Filmde B.B. King, Hank Snow, Little Richard, Arthur Crudup ve Mahalia Jackson gibi dönemin önemli müzik figürlerine yer verilmesi, siyah müziği ve etrafındaki kültürün kapsamlı bir şekilde resmedilmesi ise Elvis’in hikâyesini derinleştiren unsurlardan bazıları. Zira filmin ana çatışması da bu iki kültürü bir araya getiren sanatçının yaratıcılığı ve beyaz dünyanın hegemonik muhafazakârlığı arasında kuruluyor. Belli şekilde dans etmenin, giyinmenin, konuşmanın hatta belli insanlarla yan yana durmanın suç sayılabildiği bir dönem ve toplumdan bahsediyor film.

Bununla birlikte –Peter Bradshaw’un The Guardian’daki yazısında da belirttiği gibi- Elvis’in muhafazakâr görüşleri, meşhur Nixon buluşması, dönemin sol hareketine karşı tavrı gibi konuların anlatıya dâhil edilmeyip Martin Luther King Jr. ve Robert F. Kennedy’nin suikastlerinin Elvis’le ilişkilendirilmeden filme iliştirilmesi, filmi oldukça taraflı bir alanda tutuyor. Buna filmin sanatçının kariyerinin son dönemindeki tükenmiş, şişmanlamış ve eski görkeminden uzak hâline pek yer vermemiş olması da eklenince, kapsamlı ve tutarlı bir Elvis biyografisinden ziyade, Luhrmann’ın kafasındaki Elvis ışıltısını yansıtan bir film izlediğimiz netleşiyor. Elvis’i anlamaktan çok onu izlemek üzerine kurulu, sanatçının karakterinden çok popüler kültürdeki yansımalarına odaklanan bir film Elvis.


Elvis, 24 Haziran’dan itibaren sinemalarda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.