Şu An Okunan
Fabelmanlar: Sinemanın İki Yüzü

Fabelmanlar: Sinemanın İki Yüzü

Fabelmanlar, The Fabelmans

Steven Spielberg’ün otobiyografik nitelikler taşıyan Fabelmanlar’ı hem sinema sanatına hem de yönetmenin kişisel yolculuğuna çok yönlü bir bakış sunuyor. Fabelmanlar hem nostaljik bir büyüme hikâyesi hem de sinemanın üstlendiği pek çok farklı işlevi etraflıca ele alan bir inceleme.

Lise mezuniyetinden kısa süre önce, son sınıf öğrencilerinin hep birlikte deniz kenarına gittiği “okul kırma günü” etkinliğini filme alma işi, pek de popüler olmayan sinema meraklısı Sam Fabelman’a verilir. Mezuniyet balosunun yapıldığı akşam Sam’in filmi gösterildiğinde herkes bu esprili ve yaratıcı seyirliğe bayılır, yalnızca üç kişi hariç. Bunlardan biri okulda sürekli Sam’e eziyet eden ve filmde budala gibi gösterildiği için içerleyen Yahudi düşmanı kabadayıdır, bir diğeri ise özel hayatında zorlu bir dönemden geçen ve kendi filmlerini izlerken izleyicinin coşkusunu paylaşamayan Sam. Ama filmi gördüğünde huzursuz olan üçüncü kişi daha şaşırtıcı biridir: Filmde Sam tarafından âdeta ilahlaştırılan, uzun boyu ve atletik yetenekleri ısrarla vurgulanan okulun popüler altın çocuğu. Genç adam gerçek hayatta karşılığı asla bulunamayacak bir ideale dönüştürülmenin ağırlığı altında ezilir, filmin yarattığı kahramanlık imgesinin aslında bütün zaaflarını ve güvensizliğini kendisine anımsatmasından rahatsızlık duyar bir bakıma.

Steven Spielberg’ün otobiyografik öğeler taşıyan yeni filmi Fabelmanlar (The Fabelmans, 2022) sözünü ettiğim sahneden de anlaşılacağı üzere, Spielberg’ün alter-egosu diyebileceğimiz genç Sam’in (Gabriel LaBelle) sinema sanatıyla kurduğu çok yönlü ilişkiyi ele alıyor. Kuşkusuz sinema hakkındaki pek çok diğer filmde olduğu gibi Fabelmanlar’da da naif ve nostaljik bir yön var; sinemayı keşfetmek ve bu büyük keşfe tutkuyla bağlanmak, hatta âşık olmak, Sam’in yolculuğunun önemli bir parçası. Ama bu filmin esas şaşırtıcı ve etkileyici tarafı, Spielberg’ün sinemaya bakışını yalnızca duygusal bir bağ ya da tatlı bir nostalji üzerinden tanımlamayı reddetmesi. Bahsettiğim mezuniyet videosu, Sam’in sinema vasıtasıyla farkına vardığı daha karanlık ve karmaşık şeylere de işaret ediyor aslında. Filmler sayesinde Sam insanların duygularına yön verebileceğini, gerçekle bir tutulması son derece olası bir imge dünyası kurup izleyicilerin gerçeklik algısını manipüle edebileceğini seziyor. Bunu bir sömürü mekanizması olarak görmüyor ya da göstermiyor tabii Spielberg, ama sinemanın temelinde duyguların, daha önemlisi izleyiciler olarak duygularımızı bir başkasının ellerine teslim etmeye gönüllü oluşumuzun yattığını söylüyor. Işıltılı temsillerin hem gündelik hayattan kaçış ve rahatlama hissi yarattığını, hem de sıradan hayatlarımızın renksizliğini daha belirgin hâle getirdiğini anlatıyor. Kariyeri boyunca Hollywood’un en gözde temsil biçimlerini şekillendirmiş, popüler kültüre pek çok evrensel ikon kazandırmış, sık sık fazla duygusal ya da manipülatif filmler yapmakla suçlanmış Spielberg gibi bir isim için Fabelmanlar, beklenmedik ölçüde dürüst ve çelişkili bir hesaplaşma niteliği taşıyor.

Beyazperde ile İlk Randevu

Daha filmin ilk sahnesinde Sam’in sinemayla ilişkisi göründüğünden daha karmaşık bir hâl alıyor. New Jersey’de yaşayan altı-yedi yaşlarındaki Sammy ailesi ile birlikte ilk kez sinemaya gidiyor ama gösterişli ve eğlenceli bir masal dünyasıyla tanışmayı pek de istemiyor. İlk başta Sam, sinema salonu karanlık olduğu ve perdede insanlar dev gibi göründüğü için korkuyor ve film izlemekten vazgeçiyor! Annesi onu ikna ettiğinde bu korkunun yerini çabucak meraka ve hevese bıraktığını anlıyoruz. Ama Sammy ve sinema arasındaki gelgitli ilişki daha sonra da sürekli yön değiştiriyor. Ailecek izledikleri Cecil B. DeMille klasiği Harikalar Sirki’ndeki (The Greatest Show on Earth, 1952) patlamalar ve tren kazası gerçekten de Sammy için fazla mı ürkütücü yoksa? Sammy gece yarısı telaşla annesine seslenince filmden etkilenen çocuğun kâbus gördüğünü düşünüyoruz. Ama hayır, Sammy yaklaşan Hanuka kutlaması için ne hediye istediğine karar vermiş ve hayalindeki tren setini annesine anlatmak için sabahı bekleyememiş yalnızca! Film boyunca sinema, Sam’i hem mest eden hem ürküten, hem heyecanlandıran hem hayal kırıklığına uğratan, sürekli biçim ve anlam değiştiren bir kavram olarak çiziliyor. Babasının işi sebebiyle Arizona’ya taşınan Sam, hayranlıkla John Ford westernleri izleyip izci takımından arkadaşlarıyla amatör western filmleri çekiyor. Ama bu kısa denemeler, neşeli birer masal olarak sunulmuyor Fabelmanlar’da. Sam bu filmlerin yapaylığından, çocuksuluğundan rahatsız oluyor. Sinemayı eğlenceli bir aktivite ya da oyundan ziyade çözülmesi gereken bir dizi pratik sorun olarak görmeye başlıyor. Film yapımının materyal yönüyle, mekanik detaylarıyla ilgileniyor. 

Fabelmanlar, The Fabelmans

Benzer bir çelişkiyi Sam ve babası arasında geçen sahnelerde görmek de mümkün. Elektronik mühendisi Burt (Paul Dano), oğlunu bu gülünç hobiden vazgeçirmeye çalışıp onu insanların gerçek hayatta kullanabileceği faydalı şeyler yapmaya (en azından ehliyet almaya!) çağırıyor. Ama Sam’e ilk kamerasını hediye eden, kurgu makinesini satın alan, mühendislik becerisi ile Sam’in çözüm odaklı kamera arkası zanaatkârlığına ilham veren de yine Burt oluyor. Burt filmde hayatını mesleğine adayan, her zaman kurallara uyan, rasyonel düşünceden asla şaşmayan bir figür olarak çiziliyor. Sam’in ünlü bir konser piyanisti olabilecekken ailesi için kariyerinden vazgeçen ve kendini çocuklarına adayan annesi Mitzi (Michelle Williams) ise sanata düşkün, cesur ve kural tanımaz, tekdüze aile yaşamına rağmen yaratıcılığını ve özgür ruhunu tamamen yitirmemiş bir kadın. Sam için sinema, birbirine zıt görünen bu iki bakış açısının birleşiminde karşılık buluyor. Bir yanda dikkatle öğrenilmesi gereken, disiplin ve kontrol gerektiren teknik bir uğraş var; diğer yanda ise yaratıcılık, tutku ve sürekli yeni bir şeyler deneme cesareti. 

Anne-Oğul İlişkisi

Filmin temel dramatik çatışması ve en önemli sürprizleri Sam’den ziyade Mitzi etrafında dönüyor. Hikâye boyunca büyük bir değişim geçiren ana karakter Mitzi. Fabelmanlar baştan sona Sam’i takip etse ve Sam’in bakış açısına öncelik tanısa da Mitzi’nin kendi hayatından, arzularından ve hayallerinden vazgeçişi, bu tercihin ağırlığından ve yıllar sonra bile peşini bırakmayan pişmanlık hissinden kurtulmaya çalışması onu filmin en derinlikli karakteri hâline getiriyor. Bu açıdan bakınca, Fabelmanlar yakın dönemde Amerikan sinemasında pek çok örneğini izlediğimiz yönetmen otobiyografilerinden ayrışıyor. James Gray imzalı Armageddon Time (2022) ya da Paul Thomas Anderson’ın yönettiği Licorice Pizza (2021) gibi otobiyografik dönem filmlerinin aksine, Spielberg’ün öyküsü yönetmenin kendi çocukluğundan çok annesini hatırlaması üzerine kurulu. (Belki kadın karakterlere odaklanan bir diğer dolaylı otobiyografi olarak Alfonso Cuarón’un Roma [2018] filmi daha doğru bir referans noktası sayılabilir.)

Fabelmanlar, The Fabelmans

Anne ve oğul arasındaki derin ve dokunaklı ilişki Fabelmanlar’ın sinema sanatına dair söylediklerini iki yönden geliştiriyor. Öncelikle bu filmi Spielberg’ün anılarından ziyade annesine duyduğu sevgi ve hayranlığın bir portresi olarak görmek, yönetmenin Mitzi vasıtasıyla kendi annesi Leah’yı ölümsüzleştirdiğini söylemek mümkün. Saç modelinden giydiği kıyafetlere kadar her şeyiyle Leah’ya çok benzeyen Mitzi, Sam’in en büyük destekçisi ve ilham kaynağı oluyor. Ailenin kamp yaptığı bir park alanında araba ışıklarının önünde dans ederken, en zorlu piyano eserlerini evde basit bir hobiyle meşgul oluyormuş gibi çalarken, bir yandan çocuklarıyla oynayıp diğer yandan da mutfak işleriyle uğraşırken Sam’in çektiği en güzel ve içten sahnelerin baş karakteri hâline geliyor. Mitzi’nin üstlendiği bu rol sayesinde anlıyoruz ki sinemanın Sam’in hayatındaki bir diğer önemli işlevi güzel hatıraları kaydetmek, değerli anların tekrar tekrar yaşanabilmesini sağlamak, zamanın akışına nafile bir şekilde karşı koymak.

Fakat ikinci olarak, Mitzi aracılığıyla sinemanın başka bir yönünü daha keşfediyor Sam. Çektiği filmlerden birinde arka planda annesini görüyor ve onun büyük bir sırrına istemeden ortak oluyor. Bu noktada sinema huzur verici kıymetli bir hatıra olmaktan çıkıp ağır bir yük hâline geliyor, Sam’e önemli bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Filminde gördüğü sır aslında Sam’in hiç bilmediği bir şey değil üstelik; işaretleri görmezden gelmeyi ve bu sırrı göz ardı etmeyi seçen Sam inkâr edemeyeceği kesinlikte bir kanıtla karşılaşıyor yalnızca. Yani sinema, bu noktada bir yüzleşme mekanizması olarak, güzel hatıraları olduğu kadar acı gerçekleri de ölümsüzleştirmesiyle betimleniyor. Sam bu yüzleşmenin ardından kamerasını rafa kaldırıyor, uzun bir süre film çekmiyor. Ama genç adam sinemaya küsse bile Spielberg bu krizin anne ve oğul arasında bir dargınlığa ya da kızgınlığa evrilmesine izin vermiyor. Sam ve Mitzi arasındaki ilişki, her adımda Spielberg’den bekleneceği şekilde derin bir empati ve sevgi üzerine kurulu.

Bir Dönemi Yeniden Yaratmak

Pek çok Spielberg filmi gibi Fabelmanlar da teknik açıdan kusursuz bir eser. 1950’lerde başlayıp yaklaşık on beş yıllık bir dönemi kapsayan öykü, New Jersey, Arizona ve California’da birbirinden çok farklı üç çevrede vuku buluyor. Filmin set ve kostüm tasarımı hem bu dönemi yeniden yaratma hem de üç bölümü farklı görsel dokularla birbirinden ayrıştırma konusunda çok başarılı. New Jersey karlar altında, huzurlu ve düzenli bir yaşamın karşılığı oluyor, çöllerle kaplı Arizona, Sam’in western merakına mükemmel bir arka plan sağlıyor; her şeyin daha büyük, herkesin daha acımasız olduğu California ise Sam’in uyum sağlayamadığı ve aile yaşamındaki huzuru yitirdiği mekân olarak çiziliyor. Sam’in yönettiği amatör filmler, Spielberg’ün çocukluğunda çektiği filmlerin eksiksiz birer replikası, üstelik 8 ya da 16 mm stokla çekilen bu denemelerin renkleri ve grenli dokusu, Fabelmanlar’ın yarattığı nostalji hissine büyük katkıda bulunuyor. Filmin en önemli sahnelerinden bazılarında (örneğin Sam’in annesi hakkındaki sırrı öğrendiği kilit bölümde) hiç diyalog kullanmayan ve ustalıkla tasarlanmış uzun planlara başvuran Spielberg, yalnızca ışık ve müzik aracılığıyla ne kadar etkileyici hikâyeler anlatabileceğini bir kere daha kanıtlıyor.

Fabelmanlar, The Fabelmans

İsminden de anlaşılacağı üzere (fable kelimesi İngilizcede “masal” anlamına geliyor) Fabelmanlar, sinemanın masalsı ve gösterişli yönünü başarıyla yansıtan, büyük keyifle izlenen, duygu yüklü bir dönem filmi. Ama daha önemlisi, Spielberg bu epik otoportre aracılığıyla, yıllardır kendi sinemasını da şekillendiren duygusallığı, birinci sınıf bir zanaatkârlıkla kurduğu ışıltılı dünyayı sorguluyor. Fabelmanlar yalnızca sinema sevgisi ile dolu nostaljik bir büyüme hikâyesi değil, sinemanın bu büyüme yolculuğu boyunca üstlendiği pek çok farklı işlevi etraflıca ele alan, detaylı ve dengeli bir inceleme.


Fabelmanlar, 6 Ocak’tan itibaren sinemalarda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.