Şu An Okunan
Jurassic World: Hâkimiyet – Soyu Tükenen Formüller

Jurassic World: Hâkimiyet – Soyu Tükenen Formüller

Jurassic World: Hâkimiyet

İkonik Jurassic Park serisinin yeni halkası Jurassic World: Hâkimiyet, neredeyse her hafta bir başkasına rastladığımız devam filmlerinden biri. Serinin formüllerini birçok unsuru bir araya getirerek uygulamaya çalışan film heyecan yaratmaktan uzak bir görüntü çiziyor.

Uzun soluklu ve görkemli devam filmleri bir süredir sinema salonlarını meşgul ediyor malum. Marvel, DC, James Bond ve Star Wars gibi dev bütçeli franchise’ların yanı sıra başarılı Hollywood yapımlarının uzun süredir beklenen devam filmleri de birbiri ardına vizyona giriyor. Top Gun’dan (1986) Çığlık’a (Scream, 1996) Cadılar Bayramı’ndan (Halloween, 1978) Avatar’a (2009) pek çok popüler yapımın devam filmlerini bu yıl içerisinde izledik ya da önümüzdeki aylarda izleyeceğiz. Bu devam filmlerinin bir başka örneği olan Jurassic World: Hâkimiyet (Jurassic World Dominion, 2022) ise Hollywood’un blockbuster kültürünü derinden etkilemiş Jurassic Park serisinin yeni halkası. 1990’larda çekilen özgün Jurassic Park üçlemesinin ardından 2015’te başlayan Jurassic World üçlemesini sonlandıran film aynı zamanda bu iki üçlemedeki karakterlerin hikâyelerini de bir araya getiriyor. Başka bir ifadeyle 1993 yapımı ilk Jurassic Park’ta başlayan hikâye örgüsünü noktalıyor.

Jurassic World: Hâkimiyet, son dönem devam filmlerinde sık sık görmeye alışık olduğumuz meta ya da crossover (farklı evrenlere ait karakterleri buluşturan) anlatıların bir örneği sayılabilir esasında. Zira -ufak istisnalar dışında- daha önce birlikte görmediğimiz iki farklı üçlemenin karakterlerinin bu filmde bir araya geldiğini ve ilk defa aynı kurmaca evrende karşılaştıklarını görüyoruz. Filmin tanıtım sürecinden hikâyesindeki nüktelere varlığı sürekli hissedilen bu ‘gönderme’ hâli, hem filmin genel tonunu belirliyor hem de önceki filmlerde ele alınan meseleleri bir araya getiriyor. Genel anlamda bir Jurassic Park resmi geçidi olarak planlanmış, seyirciye beklediğini verme üzerine (son dönemin popüler ifadesiyle fan service) kurulu bir film Jurassic World: Hâkimiyet. Ancak bunu ne kadar başarabildiği de oldukça tartışmalı.

Kakofonik Deneyim

Jurassic World üçlemesinin son bölümü, serinin bir önceki filmi Jurassic World: Yıkılmış Krallık’ta (Jurassic World: Fallen Kingdom, 2018) yaşanan olayların dört yıl sonrasında geçiyor. Malum, o filmin sonunda dinozorların bulunduğu Nublar Adası’nın yok olmasının ardından dinozorlar insanların bulunduğu bölgeye gidiyorlardı. Yeni film de dinozorlar ve insanların bir arada yaşadığı anakronik bir çağın tasviriyle açılıyor. Dış sesin yönlendiriciliğinde, ana haber estetiğiyle kurgulanmış giriş kısmında insanların arasına karışan ve burada avlanıp yaşamaya başlayan dinozorların modern hayata etkilerini, hükümetlerin bu konudaki tutumlarını ve tabii ki şirketlerin bundan nasıl para kazandıklarını görüyoruz. Bu açılış sekansıyla aslında hikâyeye bir Jurassic Park formatı çekiliyor ve formülün temel bileşenleri yerli yerine oturuyor. Dinozorlar dünyanın belli bir noktasına sınırlandırılmış durumda ve kahramanlarımız bir şekilde o kapalı alana girip eski dostlarımızla yüzleşecekler. Açgözlü bir şirketin dinozorları kendi amaçları uğruna sömürmesi ve vahşi dinozorların insanları avlama dürtüsü arasında gidip gelen bir dünyayı kurtarma hikâyesi anlatıyor Jurassic World: Hâkimiyet. Neredeyse serinin geri kalan tüm filmlerine benzer şekilde.

Jurassic World: Hâkimiyet

Jurassic World: Hâkimiyet iki üçlemeyi bir araya getirirken temelde anlatısını ikiye bölüyor. Filmin çözüm aşamasına kadar birbirine temas etmeyen iki farklı hikâye akışını takip ediyoruz. İlk akışta bu evreni başlatan özgün Jurassic Park üçlemesinin üç temel karakteri (Sam Neill, Laura Dern ve Jeff Goldblum) yıllar sonra Biosyn adlı bir şirketin politikalarına engel olmak üzere tekrar bir araya geliyor. Diğer tarafta ise Jurassic World üçlemesini taşıyan iki başkarakterin (Chris Pratt ve Bryce Dallas Howard) farklı bir sebepten aynı şirketin peşine düşmesini izliyoruz. Hikâye akışları son aşamada tipik bir ‘binadan kaçış’ anlatısıyla filmi kapatmak üzere birleşen bu iki kanallı yapı sürükleyiciliğin temel engeli olmaya başlıyor bir noktada. Sanki bir tenis maçı gibi sürekli iki farklı hikâye arasında gidip gelen filmde aksiyon-hikâye mekaniği bir türlü kurulamadığı gibi olay örgüsünü oluşturan unsurlar da gevşedikçe hikâye önemini kaybetmeye, eriyip gitmeye başlıyor. Bu yüzden filmin ne bir başkarakteri ne de temel bir ana fikri olabiliyor. Film bir yerden sonra karakterlerin başına gelenleri takip ettiğiniz tipik bir anlatıdan etrafa saçılmış dinozor gürültülerini dinlediğiniz bir gösteriye dönüşüyor.

Jurassic World: Hâkimiyet

Jurassic World: Hâkimiyet’in yönetmenlik koltuğunda ikinci üçlemenin ilk filmi Jurassic World’ün (2015) de yönetmeni olan Colin Trevorrow oturuyor. Trevorrow aynı zamanda filmin senaristlerinden birisi. Trevorrow, Amerikan bağımsız sinemasının 2000’li yılların başında ürettiği mumblecore akımının etkilerini taşıyan ilk uzun metrajı Zaman Yolcuları’yla (Safety Not Guaranteed, 2012) dikkat çekmiş ve bundan üç yıl sonra gösterime giren Jurassic World’de de serinin ikinci üçlemesini başlatan filme imza atmıştı. Film kimilerince başarısız bir çaba olarak nitelendirilmiş, bir yandan da dinozorların resmedilme biçimi ve görsel efektlerin kullanımı gibi konularda övgüler almıştı. Bu becerilerin Jurassic World: Hâkimiyet için de bir miktar geçerli olduğunu söylemek mümkün. Dinozorların sahiciliği, tasarımı ve film içerisindeki konumlandırılışı bir süreliğine filme belli bir cazibe katıyor. Ancak bu ilk cazibenin filme yayılmak yerine zamanla etkisini kaybettiğini, özellikle aksiyon dozunun arttığı son bölümdeki dinozor kakofonisiyle dramatik etkinin de tamamen yittiğini görüyoruz. İlk üçlemenin alametifarikalarından birisi olarak görebileceğimiz –slasher filmlerini andıracak biçimde- şiddetin görselleştirilmesindeki ekonominin yerini kükreme ve saldırı enflasyonu aldıkça seyir duyarlılığı tamamen yitiyor. Her sahnenin büyük bir dinozorun saldırısından ve ölmekten kıl payı kurtulan karakterlerin cambazlıklarından ibaret kalışını izliyoruz. Filmin Jurassic Park ikonografisinin temel imgelerini hoyratça tüketmesi ve dinozorlara iki üç sahnede bir o bilindik epik pozları verdirmesi de göndermeden çok kitsch bir pastiş etkisi yaratıyor.

Temaşanın Kudreti

Şu bir gerçek ki, Jurassic Park serisi her ne kadar Hollywood ve anaakım film üretimi bakımından ikonik bir geçmişe sahip olsa da, temelinde başka bir çağın zihinlerine yönelik bir anlatı yer alıyor. Steven Spielberg’ün Michael Crichton’ın aynı adlı romanından uyarladığı özgün filmin başarısının arkasında da yönetmenlik becerilerinin yanı sıra iki temel unsurun yadsınamaz bir önemi var: Teknolojinin kudretiyle doğal yaşam döngüsü arasında etik bir ikilem yaratan soru işareti (dinozorları geri döndürmek haddimize midir?) ve buradan da beslenen ‘seyircinin dinozorla karşılaşması’ etkisi. Jurassic Park bir yandan insanlığın teknoloji ve bilimsel ilerlemeye yaklaşımıyla ilgili zihin bulandırıcı bir soru yaratırken diğer yandan temaşa teknolojisinin o dönemki amiral gemisi olan sinema salonu teknolojisi aracılığıyla seyirciyi dinozorlarla karşılaştırıyordu. Spielberg’ün o dönem sinemaya yüklediği işlevi bugün bu şekilde yeniden üretmek pek mümkün değil. Bir IMAX perdesinde de telefon ekranında da olsa teknolojinin nimetleriyle oluşturulmuş bir dinozoru görmenin kendisi pek bir şey ifade etmiyor artık. Jurassic World: Hâkimiyet’in bu perdede karşılaşma etkisini eski karakterleri dâhil ederek sağlamak istediği kesin fakat bu artık o kadar şaşırtıcı bir fikir de değil. Öyle ki Jeff Goldblum’ın mırıldandığı sarkastik şakalar da Sam Neill’in çektiği vakur Clarklar da nostaljiden çok acıma duygusu uyandırıyor insanda. Öte yandan filmde temas edilen bir başka konu olan, insanlığın doğa ve yeryüzüyle ilişkisi ise hiç olmadığı kadar güncel olmasına rağmen 1990 yılındaki sorulardan çok daha fazlasına muhtaç durumda. Jurassic World: Hâkimiyet’in Spielberg ve Crichton’ın sorduğu soruların üzerine bir şeyler koyma çabasında olduğunu söylemek bile pek mümkün değil. 

Jurassic World: Hâkimiyet

Jurassic Park filmlerinin ilk filmin formülünü neredeyse tamamen tekrarlayan yapısını düşünürsek bu serinin günümüze dair yeni bir şey söyleme ihtimali de geçerliliğini yitirmiş durumda. İkinci üçlemenin bu temaşa kültürünü yeni dönem kapitalist parametrelere uygulama tercihi ilk etapta bir miktar ilgi çekici duyulmuş olabilir ancak yine aynı formüllere dönme ısrarıyla gelinen nokta artık tüm malzemesini tüketip hazmetmiş, yalnızca posasından ibaret bir fikir görünümü veriyor. Özellikle Yıkılmış Krallık’ta bir miktar merkeze çekilmeye çalışılan, dinozorların insanların yaşam alanına girmesiyle son filmde iyice bir görünür olan insanlığın gezegenle ilişkisine dair ilginç malzemeler ise bu formüle geri dönmek adına heba ediliyor Jurassic World: Hâkimiyet’te. Dinozorların insanlarla beraber süregiden yaşamı bir şirketin açgözlü politikaları ve film artık bitmek üzereyken ortaya saçılmış beylik ‘bir arada yaşam’ hamaseti dışında unutuluyor. Öyle ya da böyle yine insanlara dair, insanlıkla ilgili bir film izleyip dünyanın kurtulduğuna şahit oluyoruz. Dünyayı kurtarmak için bundan çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu artık biliyoruz. Kendi hayatlarımızda yaşadıklarımız bunu teyit etmeye devam ettikçe yeni bir şey söylemekten kaçınan bu tür anlatılar da yok olmaya mahkûm bir görüntü çiziyor.

Velhasıl, Jurassic World: Hâkimiyet’in üzerine yerleştiği mirasın tamamını bir şekilde içinde barındırdığı kesin. Ancak ne bu mirasa uygun ilgi çekici bir yapı kurabildiğini ne de seriye eklenecek muhtemel yeni filmlere dair bir vaat kırıntısı barındırdığını söylemek mümkün. Şu an görünen hâliyle artık soyu tükenmiş bir seriye veda etmenin vakti geldi de geçiyor gibi görünüyor.


Jurassic World: Hâkimiyet, 10 Haziran’dan itibaren sinemalarda.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.