Toronto Günlükleri 2021 #2: Encounter, Suçlu, Cicha ziemia ve dahası…
Toronto Film Festivali’nin ilk hafta sonunda, merakla beklenen dijital platform yapımları Encounter ile Suçlu beklentileri karşılayamazken, Cicha ziemia merakla takip edilecek bir yönetmenin habercisi oldu. Yılın en dikkate değer filmlerinden Seperti Dendam, Rindu Harus Dibayar Tuntas ise festivalin Güncel Dünya Sineması bölümünde seyirciyle buluştu.
46. Toronto Film Festivali‘nin hafta sonu programından radarımıza Özel Gösterimler bölümünden Amazon yapımı Riz Ahmed’li Encounter ve Netflix yapımı yeniden çevrim Suçlu (The Guilty), Platform yarışmasından ise Polonya yapımı ilk film Cicha ziemia takıldı. Festivalin Güncel Dünya Sineması bölümünde gösterilen, Locarno’dan Altın Aslan ödüllü Seperti Dendam, Rindu Harus Dibayar Tuntas ise sadece TIFF’in değil, yılın dikkate değer filmlerinden.
TIFF’deki ilk gösterimi hafta sonu gerçekleşen iki dijital platform filmi bugünkü yazının öncelikli konusu. Festivalin en ağır topları arasında anılmasalar da her ikisi de merakla bekleniyordu ve ne yazık ki büyük bir heyecan yaratamadılar. Bunlardan ilki, aslında azımsanmayacak sayıda beğeneni de olan, Amazon yapımı Encounter. İlk filmi Canavar (Beast, 2017) ile haklı bir ün ve BAFTA dâhil pek çok ödül kazanan Michael Pearce, daha büyük bir bütçe ve yıldız oyuncularla Amerika’da çektiği ikinci filminde ne yazık ki tutarlı bir sinema dili ve ton tutturamıyor. Riz Ahmed’in canlandırdığı Malik, dünyaya düşen meteorların getirdiği birtakım parazitlerin böcekler aracılığıyla insan vücuduna taşındığı ve bu şekilde yavaş yavaş bir istilanın gerçekleştiğine emin. Kimseyi ikna edemeyeceği bu durumun insanlardan gizlendiğini düşünüyor ve en azından iki oğlunu eski eşinin evinden kaçırıp kurtarmak istiyor. Sinema tarihi boyunca tekrar tekrar anlatılan, bilimkurgu türünün favori temalarından uzaylı istilası, Pearce’ın filminde paranoya ve aile dramasıyla birleşmekte. Encounter fantastiğe meylettiği ve istilayı ciddiye almamızı istediği anlarda kesinlikle daha keyifli. Fakat senarist/yönetmen Pearce, Malik’in teorilerinin bir sanrıdan ibaret olabileceğini bize hatırlatıp dümeni gerçekçi drama kırdığı anlarda ne yazık ki sıradanlığın tuzağına düşüyor. Aslında esas sorun bu anlar da değil, gerçekçi ve fantastik kısımların bir türlü birleşememesi ve iki ayrı film gibi durması.
Söz konusu diğer dijital platform filmiyse bir Netflix yapımı. Antoine Fuqua’nın yönettiği ve başrolünde Jake Gyllenhaal’un oynadığı Suçlu, aynı adlı 2018 yapımı Danimarka filminin yeniden çevrimi. Gustav Möller’in tamamı polis imdat hattı ofisi içinde geçen gerçek zamanlı geriliminin hikâyesini ve konseptini ödünç alan Suçlu, neden bilinmez, birkaç sahnede çok kısa ve sadece üst üste bindirilmiş planlarla da olsa dış dünyada olan biteni de seyirciye gösteriyor. Uyarlandığı filmin en önemli numarasını bozan bu yersiz tercih bir yana, zaten orijinalini izlediyseniz ve hikâyenin sürprizini biliyorsanız bu yeniden çevrimin hedef izleyicisi siz değilsiniz. Senarist Nic Pizzolatto uyarlamayı yaparken mevzuyu Amerika’da emniyet teşkilatının yozlaşmışlığına ve polis şiddetine bağlamış ama böylesi anlamlı bir detay bile fazla Hollywood kokan bu yeniden çevrimi kurtarmaya yetmiyor.
Suçlu 1 Ekim’den itibaren Netflix, Encounter ise 10 Aralık’tan itibaren Amazon Prime üzerinden Türkiye’de de erişime açık olacak.
Platform yarışmasından seyirciyle buluşan ikinci filmse Aga Woszczyńska’nın yönettiği Cicha ziemia ya da İngilizce adıyla Silent Land oldu. Polonyalı varlıklı bir çiftin İtalya’da bir adada çıktığı tatil, tuttukları evin havuzundaki problem nedeniyle tatsız başlar. Eve tamir için gönderilen göçmen Arap işçiyle de dil sorunu yaşar ve anlaşamazlar. Tamir gürültüleri, iletişimsizlik ve güvensizlikle giderek artan tansiyon beklenmedik bir ev kazasıyla felakete dönüşür. Gerek biçimi gerekse anlattığı hikâye nedeniyle Woszczyńska’nın ilk filminin çeşitli ustaları hatırlatmaması, başka filmlerle karşılaştırılmaması imkânsız. Bergman, Antonioni, Chabrol, Haneke… Daha yakın dönemdense Maren Ade’nin yönettiği Herkes Gibi (Alle Anderen, 2009) veya Ruben Östlund’un yönettiği Turist (2014) örneğin. Genç bir yönetmen için bu isimlerle birlikte anılmak bir nevi avantajken, karşılaştırılınca onların altında kalmak da büyük ölçüde kaçınılmaz. Uzun lafın kısası, Cicha ziemia beyazların ayrıcalıklılığı, vicdan azabı çekerken bile ikiyüzlülükleri ve uğruna etraflarındaki herkesi ve her şeyi yok sayacakları varoluşsal sorunları üzerine yeni bir şey söylemiyor belki. Fakat son derece kendinden emin bir sinema dili ve etraflıca düşünülmüş bir mizansenle bu temalara uygun bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Dolayısıyla Woszczyńska için ileride çekeceği filmleri merak ettiren bir yönetmen demek yanlış olmaz.
TIFF dünya prömiyerlerinin yanı sıra, başka festivallerin programından çeşitli filmlerin Kuzey Amerika’daki ilk gösterimine de ev sahipliği yapıyor. Örneğin bu yılki Locarno Festivali’nin galibi Seperti Dendam, Rindu Harus Dibayar Tuntas veya İngilizce adıyla Vengeance Is Mine, All Others Pay Cash gibi. Eka Kurniawan’ın aynı adlı romanından uyarladığı film için yönetmen Edwin, 80’li yılların Endonezya B sinemasına bir saygı duruşu diyor ve hayranı olduğu Hong Kong dövüş filmlerinden etkilendiğini de ekliyor. Hikâyenin merkezinde Ajo isimli iktidarsız kabadayıyla, bir mafya babasının fedailiğini yapan hem güzel hem de belalı dövüş ustası Iteung arasındaki aşk yer alıyor. Ajo ile Iteung’un aşkı tutuştukları inanılmaz uzun bir kavgayla başlıyor ve Rezervuar Köpekleri‘nin (Reservoir Dogs, 1992) en meşhur sahnesini hatırlatan bir “jest”le taçlanıyor. Fakat şiddetten doğan bu büyük aşk sürekli çevrenin engellerine tosluyor. İkisinin birlikteliğini istemeyen gizli düşmanlar bir yana, Ajo’nun malum sorunu da bir türlü düzelmiyor ve kader ağlarını örüyor. Bu sert suç filminde en ağdalı melodramlarda bile kolay kolay göremeyeceğiniz duygusal patlamalar var. İtiraflar, yalanlar, intikam, kefaret, kan, acı, yağmura karışan gözyaşları, şarkılar ve hatta bir anlatım aracı olarak filme dâhil olan kamyon arkası yazıları… Bizim arabesk filmlerini aratmayacak ölçüde kitsch ve dibine kadar da “pulp”. Hikâyesindeki tüm unsurların şiddet etrafında birleştiği bu filmdeki olayların dönüp dolaşıp Endonezya’nın geçmişindeki askerî diktaya bağlanması da tesadüf değil elbette. Uzun sayılabilecek süresi ve yer yer hikâyesinin biraz fazla dağılması ciddi bir eksik olsa da yılın en orijinal filmlerinden birisi.
Hafta sonu TIFF’in çok ses getiren bir diğer filmiyse, ne yazık ki festivali Kanada dışından takip eden basının dijital erişimine açılmayan The Humans oldu. Toronto’daki basının yazdıklarına ve yaşanan coşkuya bakarsak, Halkın Seçimi Ödülü için ilk yazıda andığımız Belfast‘a ciddi bir rakip geldi. Diğer yandan bu iki filmin En İyi Film dalında Oscar adaylığına şimdiden kesin gözüyle bakmak da pek yanlış sayılmaz.
46. Toronto Film Festivali’ni takip eden Engin Ertan’ın festival izlenimleri Altyazı’da. Günlüklerin tamamına ulaşmak için tıklayın: ‘Toronto Günlükleri 2021‘
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik eğitimi alırken, 2000 yılında, Sinema Dergisi'nin kadrosuna editör göreviyle dâhil oldu ve profesyonel sinema yazarlığına başladı. 2009-2013 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği Sinema Dergisi'nde 13 yıl boyunca düzenli yazmaya devam etti. Bugün sinema yazılarına Altyazı ve Milliyet Sanat'ta devam ediyor.