Army of the Dead: Alfa Zombiler, Sönük Kahramanlar
Zack Snyder’ın zombi kıyametini Ölümcül Deney’den sonra bir kez daha Las Vegas’a getirdiği Army of the Dead, filmin geneline sinen bir sığlıktan ve isabetsiz oyuncu seçiminden muzdarip. Öte yandan yer yer benzersiz görüntüler ve muazzam bir gore festivali de içeren bir macera bu.
Zack Snyder’ın 2004 tarihli Ölülerin Şafağı (Dawn of the Dead) remake’inden bu yana zombiler çok değişti. Bilgisayar oyunlarında, TV dizilerinde ve sinemada, zombilerle yapılmadık çok az şey kaldı; koşan, hisseden, düşünen, isyan eden, sevgi gösteren, problem çözen zombilerden, zombi ejderhalara, atlara, kaplanlara her amaca uygun yaşayan ölüler popüler kültürün heybesinde artık mevcut. Yine de Zack Snyder’ın zombi kıyametini bir kez daha (bkz. Ölümcül Deney: İnsanlığın Sonu / Resident Evil: Extinction, 2007) Las Vegas’a getiren yeni filmi Army of the Dead’in künye sekansında, hayat dolu bir ‘Viva Las Vegas’ şarkısı eşliğinde müşterilerini yiyen dansçı kızları, zombi Elvis taklitçilerini, çölün ortasında yoktan varolan aşırılıklar şehrinin taşkın bir şiddetle yerle yeksan olmasını görmek güzel. Snyder, filmin dünyasını kuran bu müzikli açılışları Ölülerin Şafağı’ndan beri kullanışlı buluyor; Watchmen’de (2009), Justice League’de (2017) de başvurduğu bu numara, Zack Snyder imzasının bir parçası.
Yarım Yamalak Politik Göndermeler
Snyder’ın sinematografi konusunda yapılmayanı yapma hırsını biliyoruz. Justice League’i 4:3 çerçeve oranı ile çeken, 300 Spartalı’da (300, 2006) dövüş sahnelerinde ölçüsüz bir yavaş çekim kullanan Snyder, Army of the Dead’de ilk kez görüntü yönetimini de üstleniyor ve bu kez nereye bakmamız gerektiğini dikte eden bir flulaştırma oyununa soyunuyor. Bu hem estetik hem de aslında teknik bir tercih; helikopter pilotu rolünde Chris D’Elia, çekimler bittikten sonra cinsel saldırı iddialarıyla karşı karşıya kalınca tüm sahneleri Tig Notaro ile yeniden çekilip dijital olarak filme eklenmiş. Bu yamalı bohça durumunu, sırıtan yerlerin netliğini azaltarak gidermek bir çözüm olmuş. Snyder 1970’lerde Japonya’da genellikle fotoğrafçıların kullandığı bir Canon Dream Lens ile yani çok eski bir teknolojiyle, çok yeni teknolojileri birleştirerek benzersiz bir görüntü elde etmiş etmesine. Fotoğraf makinesi lensiyle film çekilir, neden olmasın fakat Army of the Dead’de, bu lensin elde ettiği görüntüyle filmin ruhu arasında acı bir korelasyon seziliyor; alan derinliği nasıl sığ sularda yüzüyorsa, filmin genelinde de bir sığlık söz konusu. Üstelik zombi dili ve kültürünü etüt etmemize olanak veren bir elit zombi ekibinin yani bir duygusal derinliği olan yaşayan ölülerin varlığına rağmen. Askerlerin elinden kaza eseri kurtulan “alfa” zombi Zeus’un kurduğu toplumun yok edilmesindeki etik soru işareti, Vegas’ın dışındaki Karantina Kampı’nın hükümet tarafından siyasi amaçlarla suistimal edilmesi, Vegas’ın nükleer silahla ortadan kaldırılmasının vatansever bir gösteri olur düşüncesiyle 4 Temmuz’a denk getirilmesinin düşünülmesi zorlama bir çabayla da olsa Trump Amerika’sını yâd ediyor belli ki. Sorun, “Yapacaksan tam yap” kuralının ihlal edilmesinde.
Vegas’ta gerekleşen zombi kıyametinden insanları kaçıran bir grup paralı askerin şimdi zombilerle dolan şehir yok edilmeden bir kumarhanenin kasasındaki paraları alma macerasının sıklıkla muazzam bir gore festivaline dönüştüğünü teslim etmek gerekir. Bununla beraber tam aksiyona angaje olmuşken nereden geldiği belli olmayan, yarım yamalak bir romans, birtakım nafile işlerin peşinden koşan karakterlerin mantıksız inadı gibi yan öykülerle filmin tadı kaçıyor. Bir aksiyon filminin iki buçuk saat sürmesi genelde iyiye işaret değildir, nitekim, film yer yer “bu sahne hâlâ neden bitmemiş olabilir?” sorusunu sorduruyor. Justice League’in dört saatlik versiyonundan sonra Army of the Dead, izleyiciden daha az fedakârlık bekliyor gerçi. Yine de Las Vegas’ın nükleer bombayla ortadan kalkmasına dokuz dakika kaldığında filmin bitmesine yarım saat varken, izleyicinin filmin başından bu yana azalmakta olan “daha neler göreceğiz?” hevesi iç sıkıntısına dönüşüyor.
Kumarhaneyi soyacak olan ekip, dramatik açıdan son derece isabetsiz bir kadro; kimyaları birbirini hiç tutmasa da hangisinin nasıl öleceğini hayal ederek izlemekte bir avuntu var. Başrolde, gösteri güreşçisi aktörler içinde kendine has bir ekol yarattığı söylenen Dave Bautista, kendi deyimiyle “goril gibi yapılı olmasına” rağmen bir “prezans”tan yoksun. Vulture.com’a verdiği röportajda bunu isteyerek yaptığını, yalnızca fiziğiyle öne çıkan ve hep tek bir karakteri canlandırmak durumunda olan muadilleri arasından, çok boyutlu karakterler yaratarak sıyrılmak istediğini söylüyor. Hatta filmde Scott karakterinin gözlük takmasının bu işe yaradığını ekliyor. Gözlük, Bautista için daha az “alfa” bir imaj yaratıyor olabilir sahiden. Esas mesele; Army of the Dead gibi (haddinden uzun) bir filmin başrolünde ya iyi bir oyuncu ya da bir aksiyon yıldızı arıyor gözler ve Dave Bautista (henüz) ikisi de değil.
Neden İzlemeliyiz?
Peki Army of the Dead’i neden izlemeliyiz? Filmin, Soğuk Savaş döneminin klasik sert bilimkurguları gibi 51. Bölge’den çıkan askerlerle açılması, künye sekansındaki yıkım ve katliamın neşesi, belli başlı sahnelerin filmin geri kalanıyla ilgili bir ümit vaat ediyor olması, Army of the Dead’i bir duygusal gel-git içinde de olsa izlenir kılıyor. Army of Thieves ve Army of the Dead: Lost Vegas adlı iki devam filminin eli kulağında; Snyder’ın yarattığı bu evrenin genişlemesi, alfa zombilerin biyolojik silah mı yoksa uzaylı mı ya da bir kaza mı olduklarının açıklanması yüreklere su serpebilir. Bir de tabii en önemlisi, filmde olup biten her şeyin, tüm hedeflerin, çabaların, erdemlerin, herkesin tüm gizli ve açık emellerinin, tüm planların buz gibi nafile olmasında sapkın bir keyif bulmak mümkün.
1985'te İstanbul'da doğdu. Yayıncılık sektörünün çeşitli alanlarında çalıştı, çalışıyor. Sinema yazarı ve popüler kültür eleştirmeni olarak 2004'ten bu yana çeşitli matbu ve online mecralarda sinema ve popüler kültür eleştirileri yazıyor.