Vecide: Bireyci Bir İsyan
Haifaa Al Mansour’un 2012’de pek çok festivalde ses getiren filmi Vecide’nin temel meselesi, Suudi Arabistan’daki kadın sorunu. Filmin merkezinde yer alan on bir yaşındaki Vecide, kız çocukların bisiklete binmesinin hoş karşılanmadığı bir toplumda ailesinden bir bisiklet istiyor.
Bu yazı, Altyazı’nın Temmuz-Ağustos 2014 tarihli 141. sayısında yayımlanmıştır.
Bazı filmlerin yapım hikâyesi niteliklerini ezip geçer. Haifaa Al Mansour’un yönettiği Vecide (Wadjda) için de böyle diyebiliriz. Vecide’nin tamamı Suudi Arabistan’da çekilen ilk film, Al Mansour’un da ülkede film yöneten ilk kadın olduğunu duymayan kalmadı. Filmin önüne konan kurallara ve yasaklara uymak istemeyen bir kız çocuğunun hikâyesini anlatması da bu bilgilerin yarattığı etkiyi güçlendirdi. Batı’da hem yönetmen hem de filmi, Suudi Arabistan’da kadınların nasıl bir baskıyla karşı karşıya kaldıklarından dem vurdukları için, ‘cesur’ veya ‘isyankâr’ gibi sıfatlarla anıldılar.
Vecide’nin temel meselesi, Suudi Arabistan’daki kadın sorunu. Filmin merkezinde yer alan on bir yaşındaki Vecide, kız çocukların bisiklete binmesinin hoş karşılanmadığı bir toplumda ailesinden bir bisiklet istiyor. Onlardan destek göremeyince, karşılaştığı tüm tepkilere rağmen, kendisi para biriktirerek gözüne kestirdiği bisikleti almayı kafasına koyuyor. Vecide’nin devam ettiği okulda kızların eğlenmesi, süslenmesi, yabancı müzikler dinlemesi yasak. Katı müdire sürekli erkeklerin bakışlarından sakınmaları gerektiğini hatırlatıyor kız çocuklarına. Kurallara uymayan kızlar cezalandırılırken, Vecide’nin yaşıtı bir sınıf arkadaşı yirmi yaşında bir erkekle evlendiriliyor. Diğer yandan, küçük kızın evinde de ciddi sorunlar var. Babası ikinci bir kadınla evlenmeye hazırlanırken, annesi bunu engellemek için çabalıyor.
Konu özetinden de anlaşılacağı üzere Vecide’de kadınların önüne konan yasaklar, çocuk yaşta zorla evlendirilen kızlar veya kumalık gibi meselelere, kadınların ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördükleri bir toplumda yaşadıkları sorunlara tanıklık ediyoruz. Fakat filmi ‘isyankâr’ veya ‘cesur’ gibi sıfatlara layık görmeden önce biraz daha düşünmekte fayda var. Zira Vecide tüm bu meseleleri işlerken önemli bir noktayı atlıyor. Hollywood filmlerinden alışık olduğumuz bir yöntemle, bu reel sorunları sistemle değil, basit bir denklem çerçevesinde iyi/kötü saflarına konumlandırılmış karakterlerle ilişkilendiriyor. Örneğin kızların bisiklete binmeleri aslında yasak değil ama Vecide’nin yakın çevresi bunu hoş karşılamıyor. Batı kaynaklı pop müzik dinlemek de yasak değil ama okulun müdiresi bunu engelliyor. Vecide’nin annesi, sadece kadınların olduğu bir ortamda çalışabilmek için her gün üç saat yol gidip geliyor ama bu da bir zorunluluk değil, kocasının kıskançlığından çekiniyor.
Vecide’nin ‘isyankârlık’ tanımının fazlasıyla ‘şekilci’ olduğunu iddia etmek de yanlış olmaz. Filmin başkarakteriyle tanıştığımız ilk sahnede önce Vecide’nin ayakkabılarını görüyoruz. Okulda ceza aldığında, birbirinin aynı siyah ayakkabıların arasından bir çift spor ayakkabı öne çıkıyor. Vecide’nin bisiklet takıntısı da binmeyi çok sevdiği için değil. Komşularının oğlu Abdullah’a imreniyor ve onunla yarışarak birinci gelmek istiyor. Bunun için de çarşıda gördüğü en havalı ve en pahalı bisikleti gözüne kestiriyor. Film süresince bu şekilcilik ne yazık ki pek derinleşmiyor. (Filmin en dokunaklı sahnelerinden birisini istisna olarak anmak gerek: Sadece erkeklerin adlarının yer aldığı aile ağacına Vecide bir saç tokasıyla kendi ismini iliştiriyor.)
Vecide belki bilerek, belki de farkında olmadan, bireyci bir sistemin övgüsünü yapıyor. Kadın karakterlerin karşılaştıkları sorunlar sistemle ilişkilendirilmedikleri için, bireyin tatmini sağlandıkça bir sorun olmaktan da çıkıyorlar. Örneğin, film finalde anneyle kızı bekleyen geleceğe odaklanmaktan çok, Vecide’nin nihayet arzu ettiği bisiklete binmesi ve Abdullah’ı geçmesiyle mutlu sona bağlanıyor. Annenin, kocası ikinci bir kadınla evlendikten sonra, hangi işte çalışmayı seçeceği yeterince ilginç bir soru olmasa gerek çünkü film karakterlerin hayatındaki ekonomik gerçeklerle pek ilgilenmiyor. Tıpkı, Pakistanlı göçmen İkbal karakteriyle pek ilgilenmediği gibi… Vecide’nin annesi, kendisini her gün işe götüren servis şoförü İkbal istifa ettiğinde zor durumda kalıyor. Bunu fırsat bilen Vecide, annesine yardım ederse istediği bisiklete de kavuşacağını düşünüyor ve arkadaşı Abdullah ile İkbal’in evine gidiyor. İki küçük çocuk, eğer işine dönmezse, kaçak göçmen İkbal’i ihbar edeceklerini söylüyorlar ve film bu davranışın etik boyutunu yargılamaya pek kalkışmıyor. Vecide’nin okul müdiresinin gözüne girmek için (bisiklet almak için son çare, ucunda para ödülü olan bir Kuran yarışmasını kazanmaktır) arkadaşlarına sırtını dönmesi, hatta ceza almalarını engellemekten kaçınması da yine eleştirilmiyor.
Başka bir anlatıda karakterleri yargılamaktan uzak durmak yerinde bir tercih olabilirdi ama Vecide böyle bir tarafsızlığı kaldıramayacak kadar şematik ve didaktik bir film. Zira yeri geldiğinde canının istediği karakteri yargılamaktan hiç çekinmiyor. Okul müdiresinin ikiyüzlülüğünü vurgulamak için genç kadının evli olmadığı bir adamla ilişki yaşadığının yüzüne vurulması, filmin kadınlar arası dayanışmayı pek umursamadığının da altını çiziyor. Vecide’ye göre ele aldığı sorunlar sadece ‘iyi karakterler’ karşılaştığında anlatılmaya değer. Anlatının kıyısında kalan göçmenlerin veya ‘kötü’ etiketi altına hapsedilmiş karakterlerin yaşadıkları benzer şeyler ne yazık ki bu film için bir sorun değil.
Bir yanıyla ‘mesele filmi’ olmaya soyunan ve büyük ölçüde bunun üzerinden takdir gören Vecide’nin yüzeyselliği bu gibi eksiklerinden kaynaklanıyor. Film, ele aldığı sorunları karakterlerin bireysel tercihlerine bağladığı gibi, Suudi Arabistan’daki din polisi Mutavva’nın kadınlar üzerinde oluşturduğu baskıya hemen hiç değinmiyor örneğin. Uzun lafın kısası, açık şekilde sistemle derdi olan bir film değil bu. Vecide’nin yapımcı şirketleri arasında, Suudi Prensi El Velid bin Talal’ın sahibi olduğu Rotana’nın yer alması ve filmin Suudi Arabistan tarafından Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar için yarışmak üzere seçilmesi de bu saptamayı destekliyor. Benzer bir hikâye anlatırken büyük resmi ıskalamayan, gerçekten cesur bir film içinse Cafer Panahi’nin Beyaz Balon’una bakın diyebiliriz.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde gazetecilik eğitimi alırken, 2000 yılında, Sinema Dergisi'nin kadrosuna editör göreviyle dâhil oldu ve profesyonel sinema yazarlığına başladı. 2009-2013 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği Sinema Dergisi'nde 13 yıl boyunca düzenli yazmaya devam etti. Bugün sinema yazılarına Altyazı ve Milliyet Sanat'ta devam ediyor.