Beş Maddede Thomas Vinterberg
Dogma 95 akımının fırlama günlerinden Hollywood’daki denemelere ve Oscar adaylığına uzanan kariyeri boyunca Thomas Vinterberg kalabalık toplaşmaların, aile içi yüzleşmelerin, erkeklik krizlerinin hikâyelerini anlattı. Burçin S. Yalçın beş başlık altında Vinterberg sinemasının temel özelliklerini inceliyor.
1. Aile İçi Hesaplaşma
Biz Thomas Vinterberg’i büyük bir aile içi hesaplaşmayla tanıdık. Dogma 95 akımının manifesto filmi Şölen (Festen, 1998) ilerleyen yıllarda filmlerinde tekrar tekrar karşımıza çıkacak bir tema üzerine inşa edilmişti: Aile içi hesaplaşma… Yedi yaşından on dokuzuna kadar anne babasıyla birlikte sosyalist bir komünde büyümüş Vinterberg. İlginçtir, sonradan anne babası boşanıp komünden ayrılsalar da o, komünde kalmayı tercih etmiş. Hattâ bu komün hayatının bir türevini Komün’de (Kollektivet, 2016) anlatmıştı. Böyle bir çocukluk ve ilkgençlik geçiren bir adamın sık sık aile kavramını masaya yatırması şaşırtıcı olmasa gerek. Filmlerinde anne babaların günahları hep çocukların sırtında ağır bir yük! O çocuklar hep o yükün ağırlığı altında eziliyorlar.
2. Dışlanmışlar
Vinterberg karanlık filmler çekmeyi seviyor. Karanlık derken de kastettiğimiz ışık değil, ruh hâli. Filmlerindeki bu ruh hâlini çoğunlukla toplumdan dışlanan karakterler üzerinden veriyor. Şölen’de Ulrich Thomsen’in canlandırdığı Christian, belki de en depresif filmi Submarino’daki (2010) kardeşler Nick ve Martins, Onur Savaşı’nda (Jagten, 2012) Mads Mikkelsen’in oynadığı Lucas, Çılgın Kalabalıktan Uzak’ta (Far From the Madding Crowd, 2015) Matthias Schoenaerts’ın bedenindeki Gabriel Oak kendilerini toplumun dışında bulan karakterler. Hattâ bunlara başka bir bağlamda dönemin Rus yönetimi tarafından acı bir kadere bile bile teslim edilen Kursk’taki (2018) denizaltı mürettebatını ve ailelerini de ekleyebiliriz. Bu sene ona En İyi Yönetmen dalında Oscar adaylığı getiren Körkütük’teki (Druk, 2020) ilginç deneye girişen orta sınıf adamlar da alkolün dozunu kaçırınca bir anda okul ve aile çevrelerinde kaşların kalkmasına neden oluyorlar.
3. Erkekler Arasında
Thomas Vinterberg’in filmlerinde ana kahramanlar her zaman erkektir. Öyle veya böyle, çoğunlukla örselenmiş, ezilmiş, hayal kırıklıklarıyla içli dışlı bir hayata yuvarlanmış erkekler… İster Şölen’dekiler gibi üst sınıftan olsun, ister Submarino’daki gibi güçbela hayatta kalmaya çalışanlar, ister Kursk’taki gibi işçi sınıfından emir kulları, erkekler onun filmlerinde ya toplumsal lincin ya kaderlerinin kurbanı ya da açığa vuramadıkları tutkularının hamalı. Kendi aralarında ya bir çekişme, ya bir rekabet ya da dayanışma içindeler. “Kadınlara karşı en dürüst filmim” dediği Komün’de Ulrich Thomsen’in canlandırdığı Erik özelinde erkeklerin ipliğini pazara çıkarsa da, bu, hikâyelerinin merkezinde genellikle erkeklerin yer aldığı gerçeğini değiştirmiyor.
4. Kalabalık Sofralar, Alkol, Dans
Üçü filmlerinde iç içe geçmiş hâlde. Kurulan kalabalık bir sofra, su gibi akan alkol ve kalabalık dans anları… Genel anlamıyla ‘şölenler’ muhakkak her filminde yer buluyor. Thomas Hardy uyarlaması Çılgın Kalabalıktan Uzak’ta Bathsheba Everdene’in herkesi sesiyle büyülediği yemek masası kalabalığını ya da Kursk’ta denizaltı mürettebatının denize açılmadan evvel katıldıkları kalabalık düğün anlarını hatırlayın. Submarino’da Nick ve Ivan’ın Köşk Kebap isimli salaş bir Türk ocakbaşında karşılıklı dürüm yedikleri harika sahne de unutulacak gibi değil. Vinterberg’in yeni filmi Körkütük’te de dört adam karşılıklı sıklıkla hem içiyor hem bel kıvırıyorlar! İlk filmi Şölen’de Christian’ın hıncahınç masada önündeki kadehten birkaç yudum aldıktan sonra aile geçmişlerindeki rezillikleri sayıp dökmesi, her şeyin başlangıç noktası!
5. Açık Uçlu Son
Vinterberg soru sormayı ve yanıtları izleyiciye bırakmayı seven yönetmenlerden. Son dönemde verdiği söyleşilerde “anarşist bir biçim yaratıcısı olmadığımı anladım. Ben sezgiselim” dese ve “insan kırılganlığını keşfe açılan bir yol var mı, onu bulmaya çabalıyorum” diye eklese de, bu adamın sonuçta Dogma 95’in kurucularından olduğunu unutmayalım. Filmlerine pek yansımasa da, zamanla manevi yanı biraz daha güçlü bir adama evrilmiş olabilir; aynı zamanda pastör olan ve son dönem filmlerinde de rol alan aktris eşi sayesinde daha inançlı bir insan olmak için uğraştığını bu aralar verdiği söyleşilerde saklamıyor Vinterberg. Kimbilir, yakın zamanda kızını trafik kazasında yitirmesi de olabilir bunun sebebi. Neredeyse her filminin sonunda yargıdan kaçınması ve hikâyelerini “ortada” bırakması onun soru sormayı sevmesinin uzantısı. Onur Savaşı’nın finalinde Mads Mikkelsen’in canlandırdığı, avcılıktan pek hazzeden Lucas’ın “av”a dönüşmesi o toplumsal lincin hiçbir zaman bitmeyeceğine delalet değildir de nedir?
Sinema, FİLM+, Empire Türkiye, Radikal Cumartesi, Digiturk, Milliyet Sanat ve Altyazı'da yazıları yayınlandı. Muhabir, editör ve yönetici olarak çalıştı. Hâlen serbest sinema yazarı olarak ilk günkü heyecan ve hevesle filmler üzerine kalem oynatmaya devam ediyor.