Şu An Okunan

Merakla beklenen The Lighthouse’ta Robert Eggers etkileyici bir dünya tasarlarken, Céline Sciamma imzalı Portrait de la Jeune Fille en Feu de yarışmanın öne çıkan filmleri arasına girdi.

Ahmet Gürata

Cannes Film Festivali’nde ana yarışma dışında en çok merakla beklenen yapımlardan biri de, hızla kült statüsüne yükselen The Witch’in (2015) yönetmeni Robert Eggers’ın son filmiydi. The Lighthouse’a (Deniz Feneri) ilgi öylesine yoğundu ki, pek çok sinemasever salona giremedi bile. Film, bu beklentileri boşa çıkarmayacak görkemli bir sahneyle açıldı. Kare çerçeveye yansıyan siyah-beyaz görüntülerde, dalgalı bir denizde ilerleyen bir tekne belirdi. Vapur düdüğünü andıran etkileyici ses tasarımı, bize hemen tekinsiz bir bölgeye girdiğimiz uyarısında bulundu. Teknede yalnızca sırtlarını görebildiğimiz iki kahramanımız, küçük bir adada bir ay boyunca bir başlarına görev yapacak olan deniz feneri bekçileriydi. Fenerden sorumlu Tom Wake (Willem Dafoe) ve yardımcısı Ephraim Winslow (Robert Pattinson)… Bu klostrofobik ortama sıkışan zıt ikili, bekleneceği üzere yavaş yavaş çılgınlığa doğru sürükleniyorlar. Eggers bir kez daha dersini iyi çalışmış. Senaryo için dönemin deniz feneri bekçilerinin günlüklerinin yanı sıra, Herman Melville’in metinlerinden yararlanmış. İki usta oyuncu da bizleri yaklaşık 110 dakika boyunca perdeye bağlıyor. Bu son derece ‘hip’ yapımda, sanki hayatının gösterisini yapmaya hazırlanmış bir sihirbaz var karşımızda. Acaba şapkasından çok fazla mı tavşan çıkarıyor diye sormadan edemiyor insan.

Ana yarışmada ise hasret kaldığımız güzel sürpriz, Portrait de la Jeune Fille en Feu (Alevler İçinde Bir Kadının Portresi) filmiyle Céline Sciamma’dan geldi. Sciamma ne kadar usta bir yönetmen olduğunu, Nilüferler (Naissance des Pieuvres, 2007), Erkek Fatma (Tomboy, 2011) ve Kızlar Çetesi’nden (Bande de Filles, 2013) oluşan gençlik üçlemesiyle ispat etmişti. Portrait de la Jeune Fille en Feu’yü bir olgunluk dönemi yapıtı olarak nitelemek iddialı olmayacaktır sanırım. 1760 yılının Brötanya’sında geçen filmin başrolünde Artemisia Gentileschi ya da Camille Claudel gibi gölgede bırakılmış kadın sanatçıları hatırlatan ressam Marianne var. Kendisi, annesi tarafından tanımadığı bir adamla evlendirilen Héloïse’ın portresini yapmakla görevli. Filmin ana eksenini ressam ve modeli arasında giderek artan yakınlaşma oluştururken, evin hizmetçisi Sophie de güçlü bir karakter olarak devreye giriyor. İzleyicisini sarsan dokunaklı bir aşk hikâyesi değil izlediğimiz yalnızca; aynı zamanda kadınlar arasındaki dostluk ve dayanışmaya dair bir dönem filmi. Bir sahnede, Héloïse Marianne’e kadın ressamların erkek modellerle çalışmasına neden izin verilmediğini soruyor. “Etkileyici sanat yapıtları yapmamızı engellemek istedikleri için” diye yanıt veriyor Marianne. Bu sözler, akla ister istemez yirmi bir filmlik yarışmada yalnızca dört kadın yönetmene yer veren Cannes’ın erkekler kulübünü getiriyor. Özetle Portrait de la Jeune Fille en Feu, ihtiyar festivalde özlediğimiz taze soluğu bize getiriyor.

<<<

>>>

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.