Şu An Okunan
Wim Wenders ile Mükemmel Günler Üzerine Söyleşi: ‘Nasıl Yaşamalıyız?’

Wim Wenders ile Mükemmel Günler Üzerine Söyleşi: ‘Nasıl Yaşamalıyız?’

Cannes Film Festivali’ndeki ilk gösteriminden bu yana ödüller ve övgüler toplayan Wim Wenders’in Mükemmel Günler’i MUBI Türkiye’de yayında. Usta yönetmenle filmin oluşum sürecini ve hep ustası olarak gösterdiği Yasujirō Ozu’nun film üzerindeki etkilerini konuştuk.

Söyleşi: Engin Ertan

Geçen yılın en sevilen filmlerinden, Wim Wenders’in yönettiği Mükemmel Günler’in (Perfect Days, 2023) merkezinde hayatını umumi tuvaletleri temizleyerek kazanan Hirayama (Kôji Yakusho) yer alıyor. Hirayama, günümüzün hızından uzakta; işten kalan zamanları sevdiği kitapları okuyarak, 1960’lı ve 70’li yılların rock klasiklerini dinleyerek, bir de her gün çektiği fotoğrafları tasnif ederek geçiriyor. Minimal ama mutlu bir hayatı var. Wenders’in kendi deyimiyle “Nasıl yaşamalıyız?” sorusunun peşinden gittiği filmi, elbette her zaman ustası olarak andığı Yasujirō Ozu’nun da etkisini taşıyor. Çevrimiçi bir söyleşi yapma imkânı bulduğumuz Wenders ile Tokyo’yu, filmin yapım sürecini ve Ozu’yu konuştuk.

Wim Wenders ve Mükemmel Günler’in başrol oyuncusu Kôji Yakusho bu ay 43. İstanbul Film Festivali’nin konuğu olacak.

Mükemmel Günler’i bu söyleşi için tekrar izlerken kırk yıl önce aynı şehirde çektiğiniz bir diğer filmi, Tokyo-Ga’yı hatırladım. Aradan geçen zamanda Tokyo ile ilişkinizde neler değişti? Bu şehirle ilgili sizi heyecanlandıran unsurlar aynı mı?

Tokyo-Ga’yı 1983’te çekmiştim, gerçekten de Mükemmel Günler’den tam kırk yıl önceydi. Bu, Tokyo’nun dünyanın başkentlerinden birisine dönüşmesinin en az on yıl öncesine denk düşüyor. “Bilimkurgu şehri” olarak anılmaya başlanması, tüm o teknolojik aletler ve dijital gelişmenin beşiği hâline gelmesi… Tokyo, 1980’li yılların sonundan başlayarak 90’lar boyunca ve 21. yüzyıla girerken bambaşka bir şehre dönüştü. Çok büyük bir kriz yaşamış ve hâlâ toparlanmaya çalışıyor. Tüm insanlar gibi, çok şey görüp geçirmiş bir şehir. Ya da pek çok insanın hikâyesi Tokyo’nun hikâyesiyle örtüşüyor diyebilirim.

1983 yılında Tokyo’da ilk kez çekim yaptığımda, Japonca bilmiyor olsam da kendimi evimde gibi hissetmiştim. Küçük bir ekiptik ama bazı dostların yardımıyla Ozu ile çalışmış kişilerle tanışma fırsatını yakalamıştık. Aslında Tokyo-Ga Ozu’nun izlerini takip etmek üzerine bir denemeydi. Onun görüntü yönetmeni ve tüm kariyeri boyunca beraber çalıştığı başrol oyuncusuyla bir araya geldiğimizde bu anlamda başarıya da ulaşmıştık. En başta kendimizi büyük bir şehirde kaybolmuş gibi hissetsek bile günü gününe yaşanan, harika bir deneyimdi.

Peki, bu sefer?

Kırk yıl sonra Tokyo’da tekrar çekim yaparken koşullar bambaşkaydı. Aslında Mükemmel Günler’i çekmek istediğim mekânlara büyük ölçüde önceden karar vermiştim. Şehirdeki en sevdiğim yerlere, daha önce defalarca kez fotoğraf çektiğim bölgelere gittim. Örneğin Hirayama’nın oturduğu küçük mahalle çok sevdiğim bir yerdir. Fakat bu sefer gittiğimde oraya kocaman bir gökdelen dikilmiş olduğunu gördüm. Daha önce Dünyanın Sonuna Kadar’ı (Bis ans Ende der Welt, 1991) çekerken çalıştığım bölgelerde de çekim yaptık. Yabancı bir yerde değildim.

Tokyo’da vakit geçirmek ve onu deneyimlemek elbette harika ama çekim için uzun bir zamanımız yoktu. Dolayısıyla, her ne kadar Mükemmel Günler kurmaca bir hikâye anlatsa da şehre büyük ölçüde belgesel sinemanın yöntemleri ve duygusuyla yaklaştık. Madem hayatında bu kadar eksiltmeye gitmiş, minimal yaşantısından mutlu bir adamın hikâyesini anlatacaktım, ben de filmi aynı şekilde çekmeliydim. Dikkatimi dağıtacak her şeyden vazgeçtim. Tripodlar, vinçler, şaryolar, dollyler yoktu. Sadece omzunda kamerasıyla kameramanım ve ben vardık. Hirayama’nın eksiltmeye dair hayat felsefesine yaklaşınca, dünyasına girmemiz de mümkün oldu.

Ozu, Mükemmel Günler’i ne kadar etkiledi? Söyleşiye Tokyo-Ga ile başlamamın bir nedeni de buydu aslında. Bahsettiğiniz minimalist yaklaşım dışında Ozu’nun filmlerinde de sık sık gördüğümüz aile, kuşak çatışması ya da bir akrabanın beklenmeyen ziyareti gibi temalar da dikkat çekiyor.

Tokyo-Ga’yı Ozu’nun ölümünün yirminci yıldönümünde çekmiştim. Ne kadar ilginçtir ki bu sefer ölümünün altmışıncı yıldönümünde ve yine onun şehrinde bir film çekiyordum. Ozu’nun hayatı boyunca Tokyo’nun geçirdiği değişimi anlatma amacının bir uzantısı gibiydi ve dolayısıyla onun ruhundan pek çok şey Mükemmel Günler’e de nüfuz etti.

Pandeminin de koşulları değiştirdiğini eklemem gerek. Dünyanın geri kalanı gibi, Tokyo da pandemi sonrasında önemli bir değişim yaşadı. Pandemi sırasında, tüm bunlar bittikten sonra bir ders çıkaracağız ve farklı şekilde yaşamaya başlayacağız diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Geleceği düşünmeden yaşamaya devam ettik, üstelik pandemiden önceki hayatımızın daha da kötü bir versiyonunu… Bu yüzden, Tokyo’da bir film çekme şansını yakalamışken, bu film önemli bir şey hakkında olmalı diye düşündüm. Bugün nasıl yaşamalıyız sorusunun cevabı gibi.

Tüm bu soruların ışığında Ozu’ya benzemeye çalışmayan ama onunla ortak hissiyatta bir film çektik. Hirayama karakterini yaratırken de bunu düşündük. Hirayama, Tokyo Hikâyesi (Tôkyô monogatari, 1953) ve Ozu’nun son filmi Bir Güz Öğleden Sonrası’nı (Sanma no aji, 1962) birbirine bağlayan, onun için anlamı çok büyük bir isim.

Mükemmel Günler’de zaman da önemli bir kavram. Filmde karakterleriniz yer yer hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığından, geçmişi hatırlamak ya da hatırlayamamaktan bahsediyor. Nostaljinin Mükemmel Günler’deki yeri sizce nedir?

Nostaljinin doğru bir duygu olduğunu düşünmüyorum, bence kimseye bir faydası yok. Eski güzel günleri anmak olumlu değil, bilakis olumsuz bir yaklaşım. Hirayama bugünün tüm imkânlarına uyum sağlamış birisi değil. Evinde televizyon yok, internet kullanmıyor, akıllı telefonu yok… Fakat günümüzde yaşıyor. Çok fazla olasılık arasında kaybolmaktansa, hayatında eksiltmeye giderek ve daha az tüketerek mutlu olmayı seçmiş. Önceden muhtemelen varlıklı olduğunu ve daha ayrıcalıklı bir hayat sürdürdüğünü tahmin etmek mümkün. Şimdiyse tuvalet temizleyerek geçiniyor. Bunun zorunluluktan kaynaklanmadığı, bir tercihin sonucu olduğu çok açık ve filmi izleme sürecinde Hirayama’nın ne kadar özgür olduğunu görüyoruz. Aslında bu içten içe hepimizin özlemini çektiği bir şey.

Tokyo-Ga’da filmin anlatıcısı olarak söylediğiniz bir şey var; “Eğer Tokyo’ya yanımda kamera olmadan gitseydim şu an yolculuğumu ve şehri daha iyi hatırlardım.” Mükemmel Günler’de ise Hirayama’nın fotoğraf çekme ve ânı yakalama konusunda bir tutkusu var. 

İki filmdeki zamana ve ânı yaşamak deneyimine dair ilişkiye dikkat çekmeniz çok ilginç, bunu daha önce düşünmemiştim. Aslında Tokyo-Ga’yı çektiğim dönemde de çok fazla olasılığın hem hafızayı hem de görme eylemini zedelediğini düşünüyordum. Mükemmel Günler de dünyayı görmeye çalışan bir adamla ilgili ve film ilerledikçe seyirci dünyayı onun gözleriyle görmeye başlıyor; onun yaşam tarzını takip ederek ama aynı zamanda onun gözlerinin kılavuzluğunda. Kôji Yakusho’nun çok güzel gözleri olduğunu da eklemem gerek. Gerçekten sadece gözleriyle o kadar çok şey ifade edebiliyor ve sözcüklere ihtiyaç duymadan o kadar çok şey anlatabiliyor ki… Bence Hirayama ve Berlin Üzerindeki Gökyüzü’ndeki (Der Himmel über Berlin, 1987) melekler arasında da bir benzerlik var. Orada da melekler dünyayı bizden farklı görür, zamanı bizden farklı deneyimler ve bu kavramlar üzerine bizden farklı şekilde konuşurlar.

Peki, Hirayama karakterini Kôji Yakusho için mi yazdınız?

Bu konuda çok şanslıydım. Aşka Davet (Shall we dansu?, 1996), Tampopo (1985) ve Babil (Babel, 2006) gibi filmler sayesinde Kôji en sevdiğim oyunculardan birisine dönüşmüştü ve onunla çalışmayı çok istiyordum. Tokyo’da film çekmem gündeme geldiğinde, bu dileğimden bahsettim ve Kôji henüz ortada bir senaryo olmasa da teklifi kabul etti. Bu yüzden senaryoyu başrolü onun oynayacağını bilerek, onu düşünerek yazma imkânına sahiptik. Tam da bu yüzden, az önce söylediğim gibi, fazla konuşmayan ama gözleriyle çok şey anlatan, dünyayı gören bir karakter yarattık.


Mükemmel Günler, MUBI Türkiye’de yayında.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.