Şu An Okunan
Hayal Havuzuna Giriş

Hayal Havuzuna Giriş

Diğer Gezi Davası tutsaklarıyla birlikte Nisan 2022’den beri hapiste olan yapımcı Çiğdem Mater’e isnat edilen suçlardan biri, hiç çekmediği bir belgeseldi. Bu sözde suçtan yola çıkarak açtığımız Hayal Havuzu sinemacıları, yazarları, sanatçıları ve Çiğdem’in dostlarını konuk edecek, bu karanlık günlerde sinema hayalleriyle Gezi tutsaklarına yoldaşlık edecek.

Bir sinemacının yaşamı, doğal olarak, hayal edilip de hayata geçirilememiş ya da yarım bırakılmış filmlerle doludur… Çekmediği bir filmin merkeze yerleştirildiği suçlamalar sonucu hapis yatması ise pek sık rastlanan bir durum değil. 

Hayal Havuzu adını verdiğimiz bu köşeye hazırlanırken araştırdık, çokça insana da sorduk, ne Türkiye tarihinde ne de dünyada bir başka örneğini bulamadık. 1951-1952 Komünist Tevkifatı geliyor akla ilkin; McCarthy’nin cadı avının Türkiye’deki muadili. Komünist Parti üyesi sanatçılara ve sinemacılara hapis. Metin Erksan’ın 1953 tarihli Karanlık Dünya’sına (filmin ismi de Âşık Veysel’in Hayatı olarak değiştirilir) yapılanlar, Türkiye’de sinema sansürünün kurucu örneklerinden sayılır. Daha az bilinen, filmde rol alan Kemal Bekir ile Aclan Sayılgan’ın ve müzikleri yapan Ruhi Su’nun komünist oldukları gerekçesiyle tutuklanmış olmaları. Yine aynı tevkifatla tutuklanan Vedat Türkali, TKP üyeliğinden yedi yıl hapis yatar. Bu vakaları hatırlamak önemli kuşkusuz ama hiçbiri Çiğdem Mater’in başına gelenlere denk düşmüyor. Suçlamalarda sinemacılık faaliyetleri merkeze oturtulmuyor; “şu filmi çekmeyi düşündün”, “şu şu şu film festivallerine katılma suretiyle hükümeti devirmeyi planladın” denmiyor. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül… Hafızamızı zorluyor, arşivleri karıştırıyoruz, bir belgesel çekmeyi düşünerek hükümeti devirmeyi planlayan biriyle karşılaşmıyoruz. 90’lardan bu yana pek çok Kürt sinemacı, film üretme faaliyetleri örgüt propagandası sayılarak tutuklandı, hapis yatanlar, sürgüne gidenler oldu. Bakur’a (2015) kadar uzanan bir devlet geleneği. Ama hiçbirinde film ve video üretimine katkı sağlayarak hükümeti devirmeye teşebbüs etme suçlaması yok, sırf sinemacılıktan 18 yıl hapis gibi akla zarar bir ceza verilmişliği de yok. Bu köşeyi hazırlarken iletişime geçtiğimiz usta oyuncu Nur Sürer de hafızasını eşeliyor, bir benzerini bulamıyor. “12 Eylül faşizminde bile görmediğimiz uyduruk bir dava,” diyor. Çiğdem Mater’in başına gelen sahiden emsalsiz bir adaletsizlik. Kuşkusuz onunla birlikte başta Osman Kavala’ya, aynı zamanda Mine Özerden, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Yiğit Ekmekçi ve Yiğit Aksakoğlu’na, sarmala dönmüş bu davanın binbir kolunda yargılanan, cezası bozulmuş ya da bozulmamış her şahsa ve sevdiklerine yapılanlar da kendi içinde sayısız hukuksuzluk barındırıyor.

Evet, kıyaslamaların anlamsızlaştığı bir sahadayız; teşbih, emsal, benzer, örnek gibi kelimeler boşa düşüyor. Bu davanın bir benzeri yok çünkü bu dava yeni bir baskı mekaniğine işaret ediyor. Ortada bir film bile yok ama halen hapis yatan beş kişiden ikisi sinemacı. O kadar absürd ki absürditeden bahsedemiyoruz. O kadar çok komplo teorisiyle doldurulmuş bir dava ki, başka bir dünyanın hayal edildiği, pratiğe taşındığı Gezi Direnişi’ni bu davayla birlikte anmak zûl geliyor birçoğumuza.

Karanlık Dünya

Karanlık bir dünyadayız, orası kesin, Batı’dan ya da Doğu’dan, Küresel Kuzey’den ya da Küresel Güney’den böyle görünsün ya da görünmesin, olduğumuz yer burası. Bazısı çektiği filmden, bazısı çekmeyi düşündüğü filmden, bazısı çekimlerine başladığı filmden baskı görüyor. Sibel Tekin’in 2022’de tutuklanmasına gerekçe yapılan belgeselinin ismi, Karanlıkta Başlayan Hayat, sansürün ilk hummalı hedeflerinden biri de Karanlık Dünya’ydı…

Esasında karanlık denilen şeyi negatif bir imayla kullanmak dahi insanın içine sinmiyor. Sadece bu ülkede karanlıkla örtüştürülen zulüm ve adaletsizlikler hiç eksik olmadığı, bugüne özgü olmadığı için de değil; karanlığın yaşamsal döngünün, rutinin, varoluşun bir parçası olmasından da dolayı. Oysa hiçbir adaletsizlik rutin değil, münferit değil, her birinin kendine has dinamikleri var. Yaşanan her şeyi bir büyük karanlık metaforunun altında eritmemek, karanlığı negatiflikle bu denli örtüştürmemek lazım esasında. Rüyalar da karanlıkta görülür. İmajlar da karanlık odalarda belirir. Ama madem karanlık kelimesinden ve bu ülkeyle, dünyayla özdeşleştirilmesinden bu kadar korkuyorlar, yeri gelmiştir diyelim, kullanalım.

İstedik ki evet, bu karanlık günlerde Çiğdem’le yolu kesişen sinemacılar ya da onunla henüz tanışma fırsatı bulamamış olanlar bu havuzu hayalleriyle doldurabilsin. Sinemacı dediysek, kim sinemacıdır kim değildir bir muamma. Çiğdem biz onu tanıdığımızda yapımcılık yapmıyordu, başka işlerle uğraşıyordu. Bugün el konulan, o zamanlar Altyazı’nın da bünyesinde olduğu Mithat Alam Film Merkezi’nin müdürü olduğu dönemde birlikte de çalıştık, yaptığı çeşitli işlerden sadece biriydi bu. Vedat Türkali, ilk senaryosunu 1960’ta yazdı, yedi yıl hapiste yatarken bir “sinemacı” değildi, Yılmaz Güney de ilk kez hapsedildiğinde bir öykü yazarıydı, oyunculuk yapmaya henüz başlamamıştı. İnsanların hayatlarında farklı pratiklerle hemhal oldukları dönemler var, bu benzersiz devlet zulmü Çiğdem’in hayatının sinemacılık dönemine denk geldi diyelim. Onunla birlikte hapis yatan Mine Özerden ise yıllarca sinemayla uğraştı, devlet zulmüyle karşılaştığındaysa sivil toplum alanında aktifti. Sinemacılık bir mertebe değil, dönem dönem parçası olunabilecek ya da hayali kurulabilecek bir pratik. Bu sebeple, bu havuza da her alandan, tahsilli ya da alaylı, sinemacı olan ya da olmayan, yolu Çiğdem’le kesişmiş ya da kesişmemiş herkes hayalini bıraksın istiyoruz.

Madem Çiğdem’e yapılanın bir benzeri yok, suça delil gösterilen şeyin, yani hayal edilen filmlerin ise benzeri çok, onlardan söz açalım, Hayal Havuzu’nda o “suç aletleri”lerini biriktirelim dedik. Hayal edilen bir film… Düşünülüp hayata geçirilemeyen bir film projesi… Çekilen bir filmin çekemediğiniz bir sahnesi… Birinin çekmesini istediğiniz bir film… İzlediğiniz bir filmin değiştirmek istediğiniz bir sahnesi… Rüyanızda gördüğünüz bir film… Bir karakteri başka bir filmde hayal etmek… İzlerken size Çiğdem’i hatırlatan, düşündüren bir film sahnesi… Tüm bu farklı sinema hayalleri bir havuzda biriksin. Bu havuzu hayallerimizle dolduralım ama taşmadan da arkadaşımızı yanımıza alalım. Çiğdem’e ve tüm Gezi tutsaklarına karanlık günlerde hayallerimizle yoldaş olalım.

Ezcümle Hayal Havuzu’nu açtık. Bizimle yazılarını, hatıralarını, hayallerini, hayallerindeki filmleri, sahneleri, gördükleri rüyaları paylaşan ya da paylaşmayı düşünen, bu köşenin hayata geçirilmesinde katkısı olan herkese teşekkürler. 


Sinemacı dostumuz Çiğdem Mater, diğer Gezi Davası tutsakları Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’la birlikte 25 Nisan 2022 tarihinden beri hapiste. Osman Kavala ise kendine yöneltilen suçlardan defalarca beraat etmesine rağmen 1 Kasım 2017’den beri tutuklu. Hayal Havuzu’nu bu karanlık günlerde Çiğdem’e ve tüm Gezi tutsaklarına hayallerimizle yoldaşlık etmek için açtık.

Diğer Hayal Havuzu yazılarına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.