Şu An Okunan
43. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Günlükleri #2: Başlangıçlar, Büyük Kuşatma, Beraber, 8×8

43. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Günlükleri #2: Başlangıçlar, Büyük Kuşatma, Beraber, 8×8

43. İstanbul Film Festivali’nde sona yaklaşılırken Ulusal Yarışma’daki filmler de seyirciyle buluşmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde gösterimlerini yapan Başlangıçlar, Büyük Kuşatma, Beraber ve 8×8 filmlerine dair kısa kısa…


Başlangıçlar

Yön: Ozan Yoleri 

İlk kısa filmi Aylin’le (2019) tanıdığımız Ozan Yoleri’nin ilk uzun metrajı Başlangıçlar, yirmili yaşlarındaki doktora öğrencisi Defne’nin benliğini keşfetme yolculuğuna odaklanıyor. Arkadaşının ölümünün ardından Paris’teki eğitimini yarım bırakarak İstanbul’a dönen Defne, kendini onarılması oldukça zor bir Osmanlı tablosunu restore etmeye çalışırken buluyor. Yoleri’nin özellikle Defne’nin annesi, anneannesi ve dedesiyle olan ilişkisini kurarken yakaladığı küçük anlara ve çok şey ifade eden sessizliklere değinmek gerekiyor. Filmin en büyük başarısı, ölüm ve kayıp gibi büyük ve “sinematik” meseleleri izleyiciden sakınması. Bu anların öncesine ve sonrasına odaklanıyor, ölene ve gidene ne olduğuyla, olayların “magazinel detaylarıyla” ilgilenmiyor, geride kalana olanı gösteriyor sakince. Kaybın ardından yaşanan o ilk büyük duyguları ve acıyı değil, anlatılması ve aşılması daha zor olan, uzun süreli yas duygusuna odaklanıyor. 

Filmin bir diğer iyi yaptığı şey ise Defne’nin kendini bulma yolculuğu ve Osmanlı tablosunu onarma süreci arasında kurduğu ilişki. Osmanlı’nın geçiş döneminde resmedilen ve “vakur duruşlu”, elinde kitabı genç bir kadının temsili bu. Defne ve genç kadın arasında kurulan bir yanıyla fazlaca bariz olan bu ilişki, bir yandan ise sonunda bir “başarı” ve kurtuluş anlatısına dönüşmemesi sayesinde daha incelikli bir yere evriliyor. Defne’in kendini “onarma” yolculuğunun engebelerinden yalnızca bir tanesi bu tablo. 

Öte yandan, filmin genelinde bir ritim sorunu olduğunu da belirtelim. Özellikle filmin Defne’nin Paris’ten dönüş hikâyesinin anlatıldığı ilk bölümündeki zaman atlamaları fazla hızlı gerçekleşirken, karakterin gündelik rutinine ve hayatıyla ilgili bilgi verici sahnelere gereğinden çok zaman ayrılmış gibi duruyor. Defne’nin yerleşememe ve aidiyetsizlik gibi meseleleri ise yer yer fazla vurgulanıyor. Özellikle lise arkadaşıyla olan ilişkisi, evlilik ve çocuklu hayat üzerine bakışını izlediğimiz sahneler ve annesiyle olan final konuşması bu fazlalığa örnek. Finalde Defne’nin kendi hislerini ve izlediğimiz hikâyenin çekirdek duygusunu en bariz hâliyle bize tekrarlaması, filmin kurduğu incelikli aidiyetsizlik hissini sekteye uğratıyor ve filmin çok daha zenginleşebilecek anlam dünyasını seyirci için tıkamış oluyor. Aslı Ildır


Büyük Kuşatma 

Yön: Sinan Kesova 

İlk kısa filmi Hinterland (2017) ile tanıdığımız Sinan Kesova’nın ilk uzun metrajı Büyük Kuşatma, şimdilik Ulusal Yarışma seçkisinin en dikkat çekici filmlerinden biri. Ünlü bir akademisyen olan Berna Tuna’nın ölümünün ardından, kocası Macit’in girdiği iç hesaplaşmalara odaklanan film, “eski Türkiye”ye dair güçlü bir hiciv. Oldukça büyük bir servet sahibi olan ve köklü bir şirketin kurucusu olduğunu öğrendiğimiz Macit, Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir beyaz Türk. Sanki 80-90’larda geçiyormuşçasına eski ve soluk -hatta yer yer küflü- bir görsel dokuya sahip olan film, eski Türkiye’den ziyade o döneme duyulan apolitik nostaljinin altını oyuyor. Film, evdeki asıl iktidar figürü olan annenin ölümünün ardından yaşanan kafa karışıklığını, kayıp ve aidiyetsizlik hislerini, geçmişi seçici bir hafızayla hatırlayıp anlatan ana karakteri Macit ve oğlu Alp üzerinden irdeliyor. Karakterlerin annenin maddi-manevi mirasına dair çatışmaları, film boyunca ara ara karşımıza çıkan Cumhuriyet imgeleri, Atatürk portreleri ve seküler üst sınıf kent mekânlarıyla paralel olarak anlatılıyor. Özellikle Berna ve Atatürk arasında kurulan alegorik ilişki, incelikli bir mizahla irdelendiği için asla didaktik bir yere evrilmiyor ve Kesova karakterine özellikle emekçi sınıfla ilişkisi üzerinden eleştirel mesafesi gayet yerinde bir bakış atıyor. Macit’in hayatı boyunca kendi öz kızına karşı uyguladığı dışlayıcı muamele, sadece yalnızlık sonucu yine bencilce bir vicdan azabı ve suçluluk duygusuna neden oluyor. Macit, “öz kızından” alamadığı sevgi ve anlayışı, elinde kalan tek şey olan maddi gücü yardımıyla Özbek yardımcısından almaya, vicdanını temizlemeye çabalıyor. Filmden bir deyişle, Macit’in iktidarın kanatları altındayken “göz yumduğu” ve “müsaade ettiği” pek çok meseleyi, henüz hiçbir tarihsel suçuyla yüzleşememiş bir Cumhuriyet’in bugününde (ve “yüzüncü yılında”) izlemek oldukça anlamlı. 

Büyük Kuşatma, sinema dili anlamında da yine son yıllarda yerli sinemada pek sık rastlamadığımız türden bir özgünlüğe sahip. Anlatıdaki Cumhuriyet eleştirisine hizmet eden sembolik mekân seçimleri dikkat değer. Toplumsal hafızamızda pek çok şey çağrıştıran bu seküler mekânlar, ustalıklı sanat yönetimi ve sinematografi sayesinde sahici bir his uyandırıyor. Çoktan yitmiş bir tarihi sürdürmekte ısrarcı bir zihniyetin izlerini sürdüğümüz bu mekânlarda gezinirken sanki bir dönem filmi izliyor gibiyiz. Öte yandan karakterlerin kültürel ve sınıfsal pozisyonlarını, ideolojik duruş ve performanslarını ele veren diyaloglar da yine temsilî olduğu kadar fazlasıyla sahici ve doğal bir hisse sahip. Filmin belki de en büyük başarısı hicvettiği kültür ve ideolojiyi çok yakından tanıması ve eleştirel mesafesini iyi ayarlayabilmesi. Aslı Ildır


Beraber 

Yön: Mete Gümürhan

Yönetmenliğini Mete Gümürhan’ın yaptığı Beraber, yarışmadaki genel eğilimler arasında görebileceğimiz Avrupa-Türkiye arası yaşamsal bölünme örneklerinden biri. Filmde Zeki adlı Rotterdam doğumlu bir genci takip ediyoruz. Annesinin kaybı sonrası babasının Türkiye’ye dönüş kararıyla yurda dönmeleri ve Zeki’nin Rotterdam’daki yaşamını terk etmek zorunda kalmasıyla açılıyor film. Üst sınıf insanların yaşadığı bir sitede bir tür hapis hayatının içine düşen Zeki, bu hayattan yeni arkadaşlar edinerek kurtulmaya çalışıyor. Bu noktadan itibaren de sinemanın epey aşina olduğu gençlik filmi formunu takip eden bir anlatı oluşturuyor Beraber. Zeki’nin sakladığı varlıklı aile yaşamını gizleyerek alt sınıftan gençlerle dostluk kurmasını, yasa dışı bir yaşam biçiminin içine girmesini ve yaşadığı kırılmaları izliyoruz. Film bir yandan bir büyüme hikâyesi ve gençlik filmi olarak işlerken bir yandan da bir göçmen olarak büyümenin zorluklarını perdeye yansıtıyor. 

Beraber, takip ettiği anlatının da çağırdığı üzere oldukça dinamik bir yapı oluşturuyor. Zeki’nin ilgilendiği free run sporunun da belirleyiciliğiyle şehrin köşelerinde Zeki’yle birlikte atlayan, zıplayan, sıçrayan bir kamera aracılığıyla izliyoruz hikâyeyi. Yönetmen Mete Gümürhan, Chris Westendorp imzası taşıyan senaryoyu oldukça klasik, hatta anaakıma göz kırpan bir dille yorumluyor. Olay örgüsünün ön planda olduğu, bol müzik kullanılan bu yüksek tempolu filmin vaat ettiği dinamizmi ve gençlik ruhunu seyirciye geçirebildiğini söylemek mümkün. Filmin olumlu yanları arasında görebileceğimiz oyuncu seçimlerindeki yerinde tercihler de anlatıya takip etmesi keyifli bir hava katıyor. Burada başroldeki Alihan Şahin ve önemli yan karakterlerden birini canlandıran Hayat van Eck’in performanslarını vurgulamak gerek. Öte yandan Beraber’in temel sorunlarından birisi de aslında filmin ana meselelerinden biri olan iki ülke kültürü arasında bölünen yaşamların bir yansıması gibi. Filmde oldukça merkezî bir konuma sahip ‘çete’nin elemanları dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi gençler gibi çizilmiş. Bu kâğıt üzerinde mantıklı bir strateji gibi görünse de karakterlerin kurulumundaki yerellik eksikliği filmin sahiciliğine olumsuz katkı yapan bir etkiye sahip. Film yoksulluğu estetize eden bir yaklaşıma sahip de olduğundan bu karakterlerin acı gerçekliğine dâhil olmakta bazı zorluklar yaşıyoruz. Bunların yanında Beraber, film festivallerinin ulusal yarışmalarında görmeye pek alışık olmadığımız bir üslubu yarışmaya taşıması ve seyircisinin dâhil etmeyi becerdiği dinamizmiyle ilgiyi hak eden Ulusal Yarışma filmleri arasında. Ekrem Buğra Büte


8×8

Yön: Kıvanç Sezer 

Yönetmenliğini ve senaristliğini Kıvanç Sezer’in üstlendiği 8×8 ise son birkaç yılda daha yaygın bir eğilim olarak görebileceğimiz tek mekân filmlerinden. Yeni bir dönemin eşiğindeki genç bir çiftin tatil için kiraladıkları bir evde karşılaştıkları bir adamla yaşadıklarını ve bunun ilişkilerindeki meseleleri açığa çıkarmasını merkeze alıyor 8×8. Tercih ettiği yapının belirleyiciliğiyle oda tiyatrosu sınırlarında ilerleyen, büyük oranda diyaloglara bağlı bir film izliyoruz. Filmin üç yetenekli oyuncuyu (Ece Yüksel, Halil Babür ve Alican Yücesoy) bir araya getirmiş olması en güçlü yanı şüphesiz ki. Üç oyuncunun da bu zor görevin altından kolaylıkla kalktığını, bilhassa önemli kırılma anlarındaki kabiliyetli oyunlarıyla filmi taşıdıklarını söyleyebiliriz. Öte yandan bu, 8×8’i sınırlayan bir özellik olarak da görülebilir. Zira bu oda tiyatrosu üslubuna yenilikçi bir sinema gözü katabilen bir film değil 8×8. Yarışmadaki birçok başka filmde de rastladığımız yurtdışına taşınma arzusu duyan kuşağın yaşadığı kopuşların temele yerleştiği bir anlatı takip eden filmin olay örgüsü bağlamında da hikâyeye sınıf atlatacak bir yenilik barındırmamasıyla birleşince 8×8 iyi oynanmış, izlemesi keyifli ancak belirli sınırlara sahip bir film olarak kalacak gibi görünüyor hafızalarımızda. 

Kıvanç Sezer’i emek ve emekçi yaşamının farklı manzaralarına bakan Babamın Kanatları (2016) ve Küçük Şeyler (2019) filmleriyle tanıyoruz. Hatta bu iki filmin aslında bir üçlemenin ilk iki parçası olduğunu ve yönetmenin bir sonraki filminin de bu üçlemeyi tamamlayacağını düşünüyorduk. Kıvanç Sezer, ‘Tahtakuruları’ başlığını taşıyan bu projenin yapım sürecinin hâlen devam ettiğini ancak bu filmi yaparken yaşadığı bazı teknik sorunların pandemi gündemiyle birleştiği bir dönemde 8×8’i ürettiğini söylüyor. Yönetmenin de ifade ettiği üzere sınırlı koşullarda çabuk sonuç alma kriterleriyle üretilmiş 8×8’in bu ‘küçük’lüğünde bir cazibe de var şüphesiz. Tek gecede, tek bir evde geçen ve hem yeni başlayan hem de bitmek üzere olan ilişkileri aynı odanın içerisine sıkıştıran film bilhassa günümüz gençliğinin yaşamsal gerçekleri üzerine bazı tanıklıklar barındırsa da yönetmenin filmografisine ayrıksı bir parça olarak eklenmişe benziyor. Ekrem Buğra Büte


Aslı Ildır ve Ekrem Buğra Büte’nin 43. İstanbul Film Festivali’ne dair izlenimleri altyazi.net’te. Günlüklerin tamamı için: ’43. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma Günlükleri’

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.