Şu An Okunan
Bir Çıkış Yolu

Bir Çıkış Yolu

Böyle konuşa konuşa bu film fikrinin en büyük açmazına gelirdik: Film resmettiği distopik evrenden bir çıkış yolu gösterecek mi? Gösterecekse nasıl bir yol?

Barış Bıçakçı

Bugünlerde bir film fikri kafamda dönüp duruyor. Henüz kaba bir hikâye bile yok ortada, sadece fikir: Dünyadaki bütün kadınların dış görünüşlerinin tıpatıp aynı olduğu bir zamanda geçen bir film, bir distopya. Kadınların hepsi estetik harikası. Aynı kaş göz, aynı burun, aynı dudak, aynı endam… Cerrahi operasyon marifetiyle mi böyle olmuşlar yoksa hikâye yapay seçilimin kesin sonuç verdiği uzak bir gelecekte mi geçiyor, henüz bilmiyorum. Benzerliğin, aynılaşmanın güzelliği geçersizleştirdiği sevimsiz bir toplum… Bunu düşünürken hemen aklıma Walter Benjamin’in söyledikleri geliyor. Erkekler sevdikleri kadına, güzelliğinden ötürü değil fiziksel kusurlarından ötürü bağlanırmış. Duygularımız sevdiğimiz kadının kusurlarına güven içinde saklanıp orada dinlenirmiş. Öyleyse diyorum, kadınların tıpatıp birbirinin aynı olduğu dünya erkekler için, özellikle de filmin erkek kahramanı için epey yorucu ve tekinsiz olacaktır. Peki birbirinin tıpatıp aynı kadınlar, dolayısıyla filmin kadın kahramanı ne hisseder? Farklı olmadığı için, yadırganmayacağı için kendini güvende mi hisseder? Hâlinden hoşnut mudur, kendisini sever mi? Yoksa dış görünümünün ardındaki farklı, sıradan olmayan niteliklerini mi göstermek ister? Kime, erkek kahramana mı? Neden, aşk için mi? Ama bu da distopik hikâyelerin başvurduğu klişelerden biri değil mi: İki aykırı karakter vardır, bunlar birbirine âşık olur ve hayatlarını karartan düzenin dışına çıkarlar.

İşte bunları film yapımcısı Çiğdem Mater’le konuşmak isterdim. Bu fikirden iyi bir film çıkar mı, ona sormak isterdim. Çiğdem muhtemelen benzerlik meselesinin altını çizer, bunun baskıcı düzenleri anlatmak için iyi bir metafor olduğunu söylerdi. Ama hikâyenin basit bir kadın-erkek genellemesine dönüşme tehlikesine de dikkat çekerdi. Toplumsal cinsiyet, evrim ve güzellik üzerine konuşurduk.

1984

Sonra, böyle bir hikâye klişelere batmadan nasıl ilerleyebilir, diye fikir jimnastiği yapardık birlikte. Erkek kahraman doğuştan kör mü olsa? Yoksa kadın kahramanı güzelliğini feda etmek zorunda kalacağı olağanüstü bir durumla mı karşı karşıya getirsek? Böyle konuşa konuşa bu film fikrinin en büyük açmazına gelirdik: Film resmettiği distopik evrenden bir çıkış yolu gösterecek mi? Gösterecekse nasıl bir yol? Birbirine benzeyen insanlar ve bu insanlardan bir çoğunluk yaratan, bu çoğunluk sayesinde varlığını sürdüren totaliter düzenle kahramanlarımız nasıl mücadele edecek?

Muhtemelen, filmin doğrudan bir çözüm yolu önermesinin gerekmediğini söylerdi Çiğdem. Yapımcı görgüsü ve yaşanmışlığın tecrübesiyle konuşurdu: “Film seyirciye en azından, kahramanlarımızın farklı oldukları hâlde, belki de farklı oldukları için kendilerini iyi hissettiklerini, içlerinin rahat olduğunu gösterse yeter.”

Hiç şüphesiz ona hak verirdim.


Sinemacı dostumuz Çiğdem Mater, diğer Gezi Davası tutsakları Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’la birlikte 25 Nisan 2022 tarihinden beri hapiste. Osman Kavala ise kendine yöneltilen suçlardan defalarca beraat etmesine rağmen 1 Kasım 2017’den beri tutuklu. Hayal Havuzu’nu bu karanlık günlerde Çiğdem’e ve tüm Gezi tutsaklarına hayallerimizle yoldaşlık etmek için açtık.

Diğer Hayal Havuzu yazılarına ulaşmak için tıklayın.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.