Heath Ledger’ın Filmlerdeki Yaşamı
22 Ocak 2008’de New York’taki evinde ölü bulunan Heath Ledger, Kara Şövalye’de canlandırdığı Joker rolü ile son kez perdede seyirci karşısına çıkmıştı. Kısa kariyerinde pek çok unutulmaz peformansa imza atan Ledger’ın perde personasına genel bir bakış…
Bu yazı Altyazı’nın 75. sayısında yayımlanmıştır.
O benim arkadaşımdı
Şimdi ne zaman onu düşünsem
Gözyaşlarıma hâkim olamıyorum
Çünkü o benim arkadaşımdı
Asla yanlış bir şey yapmadı
Asla yanlış bir şey yapmadı
Evinden kilometrelerce uzakta
Ve asla kimseye zarar vermedi
Ve o benim arkadaşımdı1
ÖLÜMDEN ÖNCE LEDGER
Ennis Del Mar ve Jack Twist, aşklarını yaşayamaz, birbirlerine kavuşamazlar. Ama onların birbirlerine olan arzularını daimi kılan şey de bu mahrumiyet duygusudur. Hep hayalini kurdukları birliktelik resmine erişemedikçe, o resim sınırlanmış olduğu çerçeveyi terk eder, hayatlarının her ânına yayılır. Ennis Del Mar, filmin sonunda karavanına, Kurt diye biriyle evleneceği haberiyle gelen kızına sorar: “Troy’la birlikte değil miydin sen?” Kızı cevap verir: “O iki yıl önceydi.” Aşklarını yaşayan ve kendi iradeleriyle tüketenlerin dünyasıdır burası. Ennis Del Mar ve Jack Twist aşklarını tüketebilmek gibi bir özgürlüğe sahip değillerdir. Filmi sarıp sarmalayan amansız çelişki, sonsuzluğun ancak mahrumiyetle varolabildiğine işaret eder.
Avustralya, Perth doğumlu genç aktör Heath Ledger’ın canlandırdığı Ennis Del Mar, dünyaya masum gözlerle bakamaz. Babası, vahşice öldürülen bir eşcinselin cesedini çocuk yaşta ona zorla seyrettirerek belleğine dehşet kazımıştır. Ledger, baba yadigârı o korkunç sahnenin Ennis’in şimdiki zamanlarını ondan çalışını, bakan ama sanki görmeyen gözlerle dile getirir. Heath Ledger, Jack Twist’e her baktığında o korkunç sahne, gözlerinin önüne bir perde çeker sanki. Henüz gerçekleşmemiş bir trajediyi, gerçekleşmişçesine hisseder gibidir Ledger’ın Ennis’i. Filmin yönetmeni Ang Lee de sanki Ledger’ın her daim trajediye bakan gözlerinden güç alarak, Twist’in ölümünü, Ennis’in zihninde belirdiği şekliyle, kesik kesik bir kâbus biçiminde seyirciye aktarır…
Filmin son sahnesinde, Ledger yalnız yaşadığı karavanın elbise dolabını açar ve kızının karavanda unuttuğu kazağını dolaba yerleştirir. Sonra dolap kapısının iç yüzüne yapıştırdığı Brokeback Dağı kartpostalını, kızının kazağını katlarkenki aynı sebepsiz titizlikle düzeltir ve dolabı kapatır. Seyirci, kadrajın sol tarafında kapalı bir elbise dolabı, sağ tarafında ise ıssız bir bozkıra bakan karavan penceresiyle baş başa kalır. Ennis ve Jack arasındaki aşkın yaşanamamışlığının iç burukluğu, dolabın içinde gizlendiği yerde öylece kalmaz. Ennis’in başka biriyle beraber olamayışında, kızının gelip geçici aşklarına şaşırmışlığında, evleneceği adamın kızını gerçekten sevip sevmediğini bilmek isteyişinde, daimi bir gelecek endişesinde kendini eleverir. Brokeback Dağı kartpostalındaki resim, çerçevesini terk eder, pencereden dışarı uzanır. Filmin kapanış jeneriğinde Heath Ledger’ın Beni Orada Arama’da (I’m Not There, 2007) suretlerinden birini canlandırdığı Bob Dylan’ın ağzından ‘He Was a Friend of Mine’ adlı şarkıyı dinleriz. Ne Bob Dylan bu şarkıyı Ennis Del Mar’ın arkadaşı Jack Twist için yazmıştır, ne de Heath Ledger, Twist gibi cinsiyetçi nefretin hedefi olarak hayatını yitirmiştir. Ama bir bakıma, şarkıda olduğu gibi, Ledger da yollarda ölür. Joker’i canlandırdığı Kara Şövalye’yi (The Dark Night, 2008) bitirdiği, Terry Gilliam’la Çılgın Kardeşler’le (The Brothers Grimm, 2005) başlayan ortaklığını sürdüreceği The Imaginarium of Doctor Parnassus’un çekimlerine başladığı sırada, 22 Ocak 2008’de, New York’taki apartman dairesinin yatağında ölü bulunur. Yüzünde her daim geçmişin hüznünü perdeleyen bir gülücük olan Joker, Heath Ledger’ın büründüğü son beden olmuştur.
ÖLÜMDEN SONRA LEDGER
Ledger öldüğünde, Brokeback Dağı’nda (Brokeback Mountain, 2005) rol arkadaşı olan (sevemediği karısını canlandırıyordu) Michelle Williams’la boşanalı üç ay olmuştur ve Williams’tan Matilda Rose adında iki yaşında bir kızı vardır. Ledger bir söyleşide, baba olmanın nasıl bir his olduğu konusunda şunları söyler: “Ölüm beni eskisi kadar korkutmuyor, çünkü kendimi kızımın içinde yaşıyor hissediyorum. Ama aynı zamanda ölmek de istemiyorum, kızımın hayatının geri kalanında onun yanında olmak için.”
Brokeback Dağı’nı şimdi bir daha izlediğimde, Ennis Del Mar’ın kızına babalık taslayışındaki çekingen haller ve onun geleceği hakkında duyduğu endişe sanki filmin sınırlarını terk ediyor. Ennis’in Brokeback Dağı’nın resminin saklandığı o dolabı kapatışındaki hüzün, çerçeveden dışarı taşıyor; Jack Twist’in ölümü Heath Ledger’ın ölümüyle iç içe geçiyor. Kurmacanın hissiyatı, bildiğimiz dünyaya taşıyor, benim o dünyayı hayal etme biçimlerimle oynuyor. Bu kuşkusuz, biraz da Ledger’ın rol arkadaşı Williams’la evlenip boşandığını ve bu evlilikten bir kız çocuğu olduğunu bilmemle alakalı. Ya da sonradan ‘He Was a Friend of Mine’ın yazarı Bob Dylan’ı canlandırmasıyla… Ya da hayat verdiği son karakterlerden birinin Candy’deki (2006) uyuşturucu bağımlısı olmasıyla (Ledger’ın ölümünün uyuşturucuyla ilgili olabileceği iddiası medyayı uzun bir süre meşgul etmiş, ancak otopsiden sonra, ölümün yanlış biçimde ve dozda ilaç kullanılması sonucu meydana geldiği açıklaması yapılmıştı.)
Fakat şimdi düşününce, kurmaca-gerçeklik sınır çizgisi arasındaki gidiş-dönüşlerimin kontrolünü yitirmemin ardında, Ledger’ı, diğer bütün genç Hollywood yıldızlarından daha fazla benimsemiş olmamın yattığını anlıyorum. Hayranlık böyle bir şey; perdede izlediğiniz kişinin gerçek hayatta, illa canlandırdığı karakterlerden parçalar taşıması gerektiğini düşünüyorsunuz. Bu haller beni bu kadar etkiliyorsa, sadece oyun, sadece kurmaca değildir diyorsunuz. Ona bütünüyle inanmak istiyorsunuz.
Heath Ledger’ın ‘perde-dışı’ kimliği, ergenliğini Hollywood’da yaşayan pek çok başka yıldızın aksine, insanı hayalkırıklığına uğratan bir görünüme sahip değildi. Ledger, Brokeback Dağı’ndan sonra gazetecilerin “Jake Gyllenhaal’le öpüşürken zorlandınız mı?” gibi sorularına verdiği, bunun bir kadınla öpüşmekten farkının olmadığını ima eden, gazetecilerin homofobilerini yüzlerine vuran nükteli cevaplarıyla; yıldız havalarına kendini kaptırmayan, hatta “anti-star” sıfatına layık görülmesine neden olan rahat tavırlarıyla da pek çok kişiyi etkilemişti. Medyanın oyunlarına gelmeyen asi halleri, isminin James Dean gibi bir gençlik idolüyle anılmasına yol açtı. Todd Haynes, Beni Orada Arama’daki sorunlu film yıldızı Robbie Clark rolünü, belki de bu tür perde-dışı ipuçlarını kullanarak ona uygun görmüştü.
FİLMLERDEKİ LEDGER
Heath Ledger’ın canlandırdığı karakterlerin çoğu, erkelikleriyle ve/veya başkalarının gözünde eksik olan erkeklikleriyle tanımlanıyorlardı. Bunların büyük kısmı, sert erkek tiplemesinin tek boyutlu örnekleriyken, bir kısmı da hem sertlikleriyle hem de zayıflıklarıyla varolan karakterlerdi, ki Ledger yeteneğini asıl bu karakterlere hayat verirken ortaya koyuyordu. O, zayıflıklarını sert bir kabuğun altında gizleyen karakterlerde buluyordu kendini. Son rolünde, hüznünü alaycı bir gülücükle ve dinmeyen bir öfkeyle takas eden Joker’i canlandırması bu yüzden daha bir anlamlıydı.
İlk başrolünü kaptığı Shakespeare soslu gençlik komedisi Senden Nefret Etmemin On Sebebi’nde (10 Things I Hate About You, 1999) Ledger’ın Brokeback Dağı’ndaki gibi duygularını değil, duygusuzluğunu gizlemesi gerekiyordu; çünkü canlandırdığı bıçkın delikanlı Patrick Verona, para karşılığı tavlamakla görevlendirildiği kızın gönlünü ancak ‘duygusal çocuk’ rolünü keserek çalabilirdi. Filmin post-romantik söylemine göre Verona ne kadar umursamaz ve sinik gözükse de, aslında duygusal bir gençti ve para için tavlamaya çalıştığı kıza sahiden âşık olacaktı. Ledger, filmin inandırıcılıktan yoksunluğuna rağmen, Verona’nın, liseli cool’luğunun bile saklayamayacağı türden bir kırılganlığa sahip olduğunu seyirciye hissettirebilmişti.
Kısa ama etkileyici bir role sahip olduğu Kesişen Yollar’da (Monster’s Ball, 2001) ise babasının tüm uyarılarına karşın, bir idam mahkûmuyla empati kuran, baba işini devralamayan bir hapishane gardiyanı olan Sonny Grotowski kimliğinde karşımıza çıktı. Sertliğinden taviz vermeyen evlatlara alışmış bir ailenin, ‘soyağacının yüzkarası’ olarak gördüğü “zayıf karakterli” Grotowski, filmin henüz başlarında, “senden hep nefret ettim,” diyen babasına, “oysa ben seni hep sevdim,” karşılığını veriyor ve elindeki tabancayı kalbine nişanlayarak öyküyü erkenden terk ediyordu. Babasına karşı çıkarak değil de kendini yok ederek soyunun sonunu hazırlıyordu. Ledger, bastırma çabalarına karşın yüzeye sızan duyguları aktarma konusundaki becerisini ilk bu filmde sergilemiş ve bir bakıma Brokeback Dağı’nda ulaşacağı olgunluğun ilk sinyallerini vermişti. Bir idam mahkûmuna son yürüyüşünde refakat ederken fenalaşıp hapishane duvarının kenarında kusan Grotowski, yıllar sonra aynı oyuncunun bedeninde, âşık olduğu Jack Twist’le yolları ayrıldığında, bir duvarın önünde diz çöküp, yalnız olmasına rağmen gözyaşlarını kovboy şapkasıyla gizleyen, yoldan geçen bir adama nedensizce “ne bakıyorsun!” diye bağıran Ennis Del Mar’a dönüşecekti. Grotowski toprağa verilirken arkasından söylenen tek şey, dedesinin “o zayıf biriydi” sözleri olacaktı. Jack Twist’in külleri ise, kendisinin istediği üzere Brokeback Dağı’na değil, babasının diretmesiyle ‘aile kabristanı’na gömülecekti.
Kesişen Yollar’ı dışarıda tutarsak Ledger, kariyerinin ilk safhasında hep ‘kahraman erkek’ rollerine uygun görülmüş, bir bakıma Hollywood’un yıldız üretme makinesinin dişlileri arasında dört yılını heba etmişti. 1999-2004 arasında rol aldığı Two Hands, Vatansever (The Patriot), Şövalye (A Knight’s Tale), Dört Cesur Arkadaş (The Four Feathers), Ned Kelly ve The Order filmlerinde hep başkalarıyla mücadele halinde olan karakterlerde karşımıza çıkarıldı. Tutkulu, ateşli, ihanete uğramış, deneyimsiz ama kararlı, intikam peşinde, hakkı yenmiş vs… Ledger bir söyleşide, kariyerinin bu ilk döneminde, rol seçimi konusunda pek de duyarlı olmadığını, yapımcıların ona biçtiği imaja kapılıp gittiğini söyleyecekti: “Neredeyse başka tür bir şey yapamayacağımı düşünmeye başlamıştım. ‘Durun bunu artık istemiyorum!’ diyecek özgüvene sahip değildim.” Başka bir söyleşide dediği gibi, kariyeri bir stüdyo tarafından ona sanki “kaşıkla yediriliyordu”.
Candy’nin yönetmeni Neil Armfield, 1999-2004 yılları arasında Ledger’ın bir anda kendini Hollywood denen bambaşka bir dünyanın içinde bulduğundan ve bu dünyadaki hızlı sürüklenişinin, ergenlikten yetişkinliğe geçiş sürecini yaşayamamasına neden olduğundan bahsediyor. Armfield, aktörün evlenip daha yerleşik bir hayata başlama kararını, yetişkinliğe farklı bir yoldan erişme isteği olarak yorumluyor. Ledger’ın kariyerinin ilk döneminde film seçimlerini nasıl yaptığını tarif ediş biçimi, onun söz konusu yıllar içerisinde bir çeşit ‘uzatılmış Hollywood ergenliği’ yaşadığını doğruluyor: “Şövalye mi dediniz? Neden olmasın? Rock n’ roll mu? Tamamdır.”
HEATH LEDGER’I NEREDE ARAMALI?
Heath Ledger dendiğinde ilk akla gelen her zaman için Ennis Del Mar olacak kuşkusuz. Brokeback Dağı, ne hayatta ne de sinemada yetişkinliğini tam anlamıyla yaşayabilen bu 28 yaşındaki gencin, oyunculuk serüveninde olgunluğa eriştiği yegâne nokta olarak anılacak. Ledger’ın Ennis Del Mar rolündeki performansından etkilenen bir eleştirmen, filmin hikâyesine de gönderme yaparak “dileriz Heath Ledger Brokeback Dağı’ndan asla inmez,” demişti. Ledger, bu filmden sonra perdedeki erkeklik hallerine farklı suretler katan rollerde çıktı karşımıza. Candy, Casanova (2005), Beni Orada Arama. Uyuşturucu kadar aşkın da bağımlısı olan Ledger, mitik çapkın Ledger, maço film yıldızı Ledger… Ancak o eleştirmenin dileğinin gerçekleşmediğini de söyleyemeyiz. Heath Ledger, Brokeback Dağı’ndaki haliyle kalıyor hafızalarımızda. O dolabı kapattığı noktada bitiyor hikâyesi. Gözümüz çerçevenin sağ tarafındaki ıssız Wyoming bozkırına kayıyor. Mahrumiyetin sonsuz bozkırına…
NOT
1 Bob Dylan’ın ‘He was a Friend of Mine’ını Türkçeleştirmeye çalışırsak…
1979’da İzmir’de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyoloji okurken 2001’de Altyazı Sinema Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Uzun süre Altyazı’nın genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Bugün Altyazı’nın ifade özgürlüğüne yoğunlaşan Altyazı Fasikül: Özgür Sinema adlı yayınının editörlüğünü yapmaktadır. Sinema yazarlığının yanı sıra kurgucu ve yönetmen olarak belgesel çalışmalarını sürdürmektedir. Hoşgeldin Lenin (2016), Kapalı Gişe (2016), Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi (2016), Baştan Başa (2019), 8 Mart 2020: Bir Günce (2023), Ulysses Çevirmek (2023) gibi belgesellerde kurgucu ve yönetmen olarak rol üstlenmiştir.