Şu An Okunan
Gökdelen: Stilize Bir Distopya

Gökdelen: Stilize Bir Distopya

Ben Wheatley’nin Ballard uyarlaması Gökdelen, bir yandan medeniyet dediğimizin barbarlık ve yamyamlıktan ibaret olduğunu ortaya koyarken bir yandan da melankolik bir ton taşıyan görkemli ve yaratıcı bir distopya.

Müge Turan


Bu yazı, Altyazı’nın Nisan 2016 tarihli 160. sayısında yayımlanmıştır.


İlhan Mimaroğlu, ‘gökdelen’ değil, ‘gökdelemeyen’ derdi. Yeni Ben Wheatley filmi Gökdelen’in (High-Rise, 2015) fragmanı da önce o göğe uzanan yapıyı süblimleştiriyor, ardından kainatın efendisi olmayı bir türlü başaramayan insanın şaşkınlığını, gururunu, yoldan çıkmışlığını özetliyor. Filmdeki gökdelen Londra’da modern mimarili bir apartman aslında. J. G. Ballard’ın 1975 tarihli romanından uyarlanan film, kitaptaki Thatcher dönemini alıp paralel bir 21. yüzyıl evrenine çevirmiş. Umutsuz ev kadınlarının verdiği sapkın partilerden tepe tepe birikmiş çöplere (çöpçü grevi var elbette), renginden müziğine 70’lerin Britanya’sından her ânı tanıdık ama gerçeğine göre daha abartılı ve yabani bir filtreyle ‘efektlenmiş’ bir öykü. Gökdelen, geçmişin fazla stilize yaratıldığı bu distopik dünya üzerinden geleceğin ne olabileceğine dair bir resim çiziyor.

Doktor Robert Laing (Tom Hiddleston) aslında biraz kendi kendine kalmak, ortalarda fazla gözükmemek için lüks, fütüristik bir apartmana yerleşir. Betondan yapılmış bu kulenin birbirinden ilginç, arıza sakinleri vardır. Aşağıda bitmek bilmeyen uyuşturucu ve toplu seks partileriyle hedonizm tavan yaparken, gökdelenin mimarı Bay Royal (Jeremy Irons) binanın en üstteki teras katında, altında yaşayanlardan kopuk, saraylara yaraşır bahçesiyle üstün bir hayat sürmektedir. Tüketim toplumu eleştirisi zamanla, üst ve alt katta oturanlar arasında giderek vahşileşen akılalmaz bir savaşa dönüşür. Filmin sonuna doğru elektriklerin kesildiği, suların taştığı bu tuhaf gökdelende, komşular birbirlerini gebertmeye çalışacaktır.

Wheatley bugüne kadar düşük bütçeli tür filmleri konusunda dehasını, yaratıcılığını ispatlamış bir yönetmen. Eline daha havalı oyuncular, havalı setler ve teknik numaralar geçtiğinde nerelere gidebilir, onu denemek istemiş sanki. Romana sadık bir gözle izleyenler filmin fikirlerini eksik veya yanlış bulabilirler. Filmdeki uygarlık eleştirisinin suyu biraz bulanık: Kapitalizmle komünizm arasında kalmış, İngiliz sınıf savaşına bakmak isterken iş belki biraz haddinden şık bir kaosa, kullanılan seks ve şiddet ise sinemanın kendine fazla düşkün anarşik lezzetine hizmet etmiş. Ballard’ın kırk yıl evvel yazdığı teknolaştıkça içine kapanan, ekonomik olarak kutuplaşmış, narsist topluma dair öngörüleri bugün de geçerli. Sanki iliklerimize işlemiş bir şimdiki zamanda geçiyor öykü, Ballard’ın dediği gibi “daha önce var olmuş ve şimdi artık tükenmiş bir gelecekte”.

Gökdelen, medeniyet dediğimizin barbarlık, yamyamlık ve lanetli bir trajedi olduğunu görkemli bir imge dağarcığıyla veriyor. Bugün serbest piyasa ekonomisinin esir aldığı bizlerin kozalaşmış hayatlarında üst veya alt kattaki yaşamlar bizi hiç ilgilendirmiyor. Film de bunu anlatıyor aslında. Gökdelen’in ideolojik tezi, Ballard’a bağlılığı, bir ara düşüşe geçip sonra yeniden yükselen anlatımı tartışılır ancak filmin karelerinden taşan o iştahı kimse inkâr edemez. ABBA’nın filmde sık sık karşımıza çıkan, o döneme damgasını vurmuş hiti ‘SOS’te dendiği gibi, “kaybolan güzel günlerin melankolisi” de sinmiş filme. Şu gezegen üzerinde elle tutulur tek gerçeğin sınıf meselesi olduğunu ve bu bağlamda tek çarenin gökdelenlerin de çok yukarısında, bulutlar arasında uçmak olduğunu öneren Brazil’i (1985) de akla getirmiyor değil hani!


Gökdelen, BluTV’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.