Canavar: Bir Sinema Oyunu
Güncel Japonya sinemasının en önemli yönetmenlerinden Hirokazu Koreeda’nın yeni filmi Canavar, dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo ve Kuir Palmiye ödülleriyle ayrıldı. İlkokul öğrencisi Minato’nun yaşamına üç farklı bakış açısından yaklaşan film, seyircisini konumladığı değişken pozisyonla şekil alırken bu oyunbaz yapı bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.
Otuz yıllık kariyeriyle günümüz sinema dünyasının en saygı duyulan auteur yönetmenlerinden biri olan Hirokazu Koreeda, sahip olduğu prestijli koltuğundan üretimine devam ediyor. Dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Cannes Film Festivali’nden En İyi Senaryo ve Kuir Palmiye ödülleriyle ayrılan son filmi Canavar (Kaibutsu, 2023) ile yönetmenin sinemasından aşina olduğumuz bir dünyaya dönüyoruz.
Koreeda’nın 1995 yapımı ilk uzun metraj kurmaca filmi Maboroshi no hikari’den (1995) beri senaryosunu kendisinin kaleme almadığı ilk filmi olmasına rağmen Canavar, yine yönetmenin çok sevdiğini bildiğimiz aile teması etrafında dönen ve çocuk kahraman tarafından yürütülen bir hikâyeye sahip. Ancak yönetmenin sıkı hayranlarının senaryodaki farklı imzayı sezmesine sebep olabilecek göze çarpan irili ufaklı detaylar mevcut tabii ki. Bu farklılıklardan ilki, fark etmenin kaçınılmaz olduğu senaryo kurgusu. Akıllara hemen Akira Kurosawa’nın klasiği Rashômon’u (1950) getiren bu yapıyla ilkokul öğrencisi Minato’nun hayatının şahit olduğumuz kısmını, öykünün kilit karakterlerinin gözünden, üç farklı bakış açısıyla izliyoruz.
Her bir bakış açısında ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında Minato’nun hayatında olanlara şüpheyle ve bir nevi dedektif rolünde yaklaşıyoruz. Filmin kurgusu bizleri öncelikle Minato’nun annesi Saori’nin gözlerinden dâhil ediyor hikâyeye. Doğal bir refleks ile biz de hikâyeye ya da “olaya” bir ebeveynin endişesini paylaşarak ve bir ebeveynin mesafesiyle yaklaşıyoruz. Bu, anlaşılır bir şekilde, üç anlatı kulvarı arasında içinde en çok şüphe barındıran bakış açısı aynı zamanda. Minato’nun okuldan eve geldiğindeki tavırlarında, okulda kullandığı eşyalarının göze çarpan garipliklerinde ve çocuğun üzerindeki bazı fiziksel izlerde bir şeyler bulmaya çalışıyoruz. Olabildiğince az parçayla kafamızda hikâyeyi tamamlama çabamızla karşılık buluyor bu izleme deneyimi. Tıpkı bir ebeveynin yapacağı gibi ulaşılabilecek en az bilgiyle en kötü senaryoları düşünmeye başlıyoruz.
Saori’nin gözünden izlediğimiz ilk perdeye göre şahit olduğumuz hikâyenin su götürmez kötüsü olan genç öğretmen Hori’nin safına geçiyoruz ikinci bakış açısında. Bu ikinci perdede aynı olayları Hori’nin gördükleri eşliğinde izleyince başta elde ettiğimiz sınırlı bilgilerin bizi olabildiğince farklı bir gerçekliğe götürdüğünü fark ediyoruz. Filmin önümüze koyduğu bu empati oyunu ister istemez bize gösterilenin dışında kalan olasılıkları ve sinema sanatının manipülatif yönünü hatırlatıyor. İnsan hayatının en hassas yaşlarında gerçekleşen olaylara aynı hassaslıkta yaklaşmaya çalışıyor ve her ne kadar henüz Minato’nun bakış açısına geçmesek de hep onun tarafını tutan bir motivasyonla takip ediyoruz tüm olanları. Hikâyenin tüm sırlarının çözüleceği son perdeye geçene kadar devamlı bir sorumlu aradığımız bu süreçte seyirci olarak elimizde kalan tek şey, gerçek canavarın ne olduğunu çözmeye çalıştığımız bir yargıçlık rolü oluyor.
Seyircinin Konumu
Canavar’ın senaryosunun bu oyunbaz tercihi izleyici olarak bizi daha büyük bir kötüye hazırlıyor kaçınılmaz bir şekilde. Çünkü eğer izlediğimiz, bir ilkokul çocuğunun hikâyesiyse ve böyle alengirli bir yolla sunumu tercih edilmişse, arkasından sıradan bir okul zorbalığı dramasından daha büyük bir canavar çıkmasını bekliyoruz. Bu sebeple senaryonun tercih ettiği anlatı yapısı belki de seyircinin deneyiminde normalden daha büyük bir rol oynuyor ve öykünün bütününde bir karakter gibi filmin merkezine oturuyor. Önce doğal görevinde, bir beklenti silahı olarak öne çıkarken, açılıp hikâyenin bizim için sır olan kısımlarına erişim izni verdikçe filmin tüm ritmini belirleyen bir unsura dönüşüyor. Bu yapının sahnede bu kadar yer kaplaması bir şekilde izlediğimiz şeyin sadece Minato’nun ve hayatındaki kritik diğer kahramanların hikâyesini izlediğimize dair bir şüphe uyandırıyor. Bir şekilde bu yönlendirici anlatı -her ne kadar ağzında geveleyen bir üsluba sahip olsa da- seyircisini son sözünde vereceği mesaja da zahmetsizce götürüyor.
Tüm dinamiğini asıl sorumluyu bulmamız üzerine kuran film, asıl canavarın ne öğretmen Hori, ne okul yönetimi, ne de sadece kötü ebeveynlik olduğunu söylüyor. Yani özellikle filmin başlarında haberimiz olmayan birçok gerçeğe, yine onları başta saklayan senaryonun bizzat kendisinin bize, karşılığında herhangi bir emek sarf etmemizi beklemeden vermesiyle ulaşıyoruz. Heteronormatif bir toplum geleneğinin tehlikelerini işaret edip büyük suçlunun hükmünü verirken, iki saat boyunca bize biçtiği rolü üzerimizden alınca, mahkemeyi takip eden sıradan bir seyirciden fazlası olmadığımızı anlıyoruz. Doğal olarak bu anlatım tercihi ve üçe bölünmüş yapı, izlediğimiz hikâyeyi olduğundan daha büyük ve daha ilgi çekici bir eğlence ürününe dönüştürüyor. Finalde aslını öğrendiğimiz hikâyede bir seyirci olarak odağımızın daha çok Minato’da olması gerektiğine dair kırgın bir hisle ve açıkçası tüm bu gösterişli anlatının sunduğu dedektiflik oyununu oynamaktan utanç duyarak ayrılıyoruz. Manipülatif bir anlatı sanatının ve pahalı bir eğlence sektörünün ürünü olarak bir sinema filminin, kendisine konu edindiği hayatın içinde yer alan melodrama, toplum içindeki gerçek sorunlara ya da bireysel acılara yaklaşımına bakınca filmden malum soruyla ayrılıyoruz: “Gerçek canavar kim?”
1992'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde Gazetecilik lisans eğitimi ve Radyo-Televizyon ve Sinema yüksek lisans eğitimi aldı. 2013 yılından beri çeşitli yayınlarda sinema yazıları yazıyor.