Hiç Kimsenin ve Herkesin Star Wars’u
Star Wars evreninin her daim çekiciliğini korumasında, temsilî demokrasinin tabiatına ilişkin açık ettikleri de pay sahibidir. Jedi Konseyi ve Sith Lordları arasındaki ebedi mücadele, Güç’ü tesis eden dengenin iki yakasının geçirgenliğine işaret eder.
Bu yazı, Altyazı’nın Aralık 2015 tarihli 156. sayısında yayımlanmıştır.
George Lucas, Hollywood’da eski stüdyo sisteminin hem finansal açıdan hem de tekelci bir iş modeli olarak iflasın eşiğinde bulunduğu bir dönemde yeni bir anlayışla çıkagelen sinemacılar kuşağının parlak isimlerindendi. Stüdyolara karşı antipatisini kariyerinin her aşamasında dile getirmiş olmasına rağmen, görsel efektler ve animasyon konusunda öncü şirketi Lucas Film’i 2012’de Disney’e satması pek çoklarını şaşırttı. 1977 yılında ilk filmi gösterime giren altı filmlik Star Wars serisinin ve bu filmler etrafında oluşan (çizgi roman, bilgisayar oyunu, televizyon filmleri ve dizileri, lisanslı ürünlerden müteşekkil) devasa evrenin yaratıcısı olan Lucas, 1971’de kurduğu şirketinin bağımsızlığına son vermiş oldu ve Star Wars evrenini de Disney’in tasarrufuna teslim etti. Ancak halihazırdaki iki üçlemeye yeni bir üçleme ekleme fikri Disney’e ait değildi. Projenin başında, serinin fikir babası Lucas’ın yedinci film Güç Uyanıyor’un (The Force Awakens, 2015) yapımına kreatif danışman olarak rehberlik edeceği kararlaştırılmış olsa da, sonrasında, Lucas’ın yeni üçlemeyle ilgili fikirlerinin ve tasarılarının dikkate alınmadığı ve serinin yaratıcısının yeni üçlemeye herhangi bir şekilde dahil olmayacağı açıklandı.
Star Wars, her mitoloji gibi, ilk anlatıcısının kimliğinin önemsiz hâle geldiği, pek çok mecrada pek çok anlatıcının katkıda bulunduğu bir anlatı. Belki de bu yüzden Lucas’ın ayrılışından çok, devreye Disney’in girmiş olması fanları ellerinden bir şey alınmış duygusuyla baş başa bıraktı. Diğer yandan yeni üçlemeye karşı kayıtsız kalmak da olanaksız. 1977-2005 arasında çıkan altı film, Lucas’ın pazarlama dehası ve lisanslı ürünlerin yönetimine dair kurnazlığı1 bir yana, çıktıkları dönemin ideolojisine, devletlerarası ilişkilere ve güç ilişkilerinin yapısına dair de fikir verdiler hep. Kitleler için neyin kabul edilebilir, neyin tabu olduğunun ipuçlarını sundular.
Galaksi’nin Tarihçesi
Güç Uyanıyor, Darth Vader ile Palpatine’in yenilgisinden ve İmparatorluk’un düşüşünden otuz yıl sonrasına bakıyor. Star Wars mitolojisinin en can alıcı bölümünü hatırlayacak olursak; seçilerek başa geçtiği Galaksi Cumhuriyeti’nde, ayrılıkçı devletlerin neden olduğu karışıklığı sona erdirme kisvesi altında, kendini Senato aracılığıyla imparator ilan eden Palpatine’in gizli gündemi, Jedi’ların (filmlerde bize aktarılan dönemin çok öncesinde) gerçekleştirdiği Sith kırımının intikamını almaktı.
Galaksi’deki devletlerin çoğunun bir arada, kuvvetler ayrılığı ilkesiyle ve temsilî demokrasiyle yönetildiği Galaksi Cumhuriyeti’ndeki (ya da Eski Cumhuriyet’teki) Senato’nun merkezî otoritesi zayıflamıştır; bir mega şirket olan Ticaret Federasyonu’nun kapitülasyonlarda anlaşamadığı Nabou gezegenini işgal etmesine fırsat veren bir iktidar boşluğundan mustariptir. Ayrılıkçılar, senatoda yolsuzluklara son verilmesini, vergilerin azaltılmasını ve devletin küçülmesini savunan ve sayıları göründüğü kadar az olmayan güçlü ticaret gezegenlerinden oluşur. Cumhuriyet’in, barışın ve adaletin bekçisi olan paramiliter, mistik Jedi Konseyi, Devlet’in yürütme organı olan Yüce Şansölye’ye danışmanlık eder. Jedi olmak için tüm canlıları birbirine bağlayan enerji alanına yani Güç’e karşı hassasiyeti sağlayan, doğuştan gelen ve kanda bulunan mikroskobik midikloriyan canlılarından yeterli miktarda taşımak gerekir. Jedi’ların doğuştan gelen bu ayrıcalıkları, telekinezi, zihin okuma gibi paranormal yetiler şeklinde tezahür eder.
Anakin Skywalker’ı Darth Vader’lığa, Cumhuriyet’i İmparatorluk’a götüren yolda, bu yetilerle gerçekleştirilen soykırım, çocuk katliamı, endoktrinasyon vardır. Yüce Şansölye, gerçekte Sith Lordu Palpatine, ayrılıkçı hareketleri bastırma ve Cumhuriyet’i ticaret yolu üzerindeki tüm yıldız sistemlerinden yeniden vergi alabilecek kadar güçlü hâle getirme vaadiyle İmparatorluk ilan eder, Jedi Konseyi tasfiye edilir ve Jedi’lara yönelik bir cadı avı başlar. Luke’un ilk Ölüm Yıldızı’nı yok etmesiyle birlikte Jedi, organize bir silahlı direnişe, Asi Birliği saflarına geçmiş olur. Böylece Jedi doktrini söylemleriyle eylemlerini birbirinden ayıran büyük bir ikilemle karşı karşıya gelir: Öyle ki, yolsuzluklarla malûl bir rejim olan Cumhuriyet’i korumakla barışı korumak her zaman aynı anlama gelmemektedir.
Star Wars evreninde imparatorluk senato tarafından tercih edilir. Sözde demokratik bir seçimle belirlenen bu senato bizzat Darth Sidious’ın (Palpatine) cebren ve hileyle kendi çıkarınca oluşturduğu bir politik aygıttır. Liberal kapitalist demokrasilerde tek adam yönetimlerinin ve lider kültünün ortaya çıkması aşina olduğumuz bir durum. Bunun sonucu olarak güçler ayrılığını lağvetme eğilimi, (Lucas’ın da ilham aldığı) Sezar’dan Hitler’e, Napolyon’dan Hizbullah’a dünya tarihinde rastlanmış ve hâlâ da rastlanan bir fenomen. Star Wars evreni, demokrasinin bu kendi kendini yok etme potansiyelini açık eden bir niteliğe sahip.
Yalnızca barışın değil, kendi kendini yok etme eğilimine girmiş olan rejimin de bekçisi ilan edilen Jedi’ların iktidarı arzulamadıklarını, ideolojik saflarını savunmak konusunda en az Sith’ler kadar dogmacı olmadıklarını ve ağacı yaşken eğmek üzere endoktrinasyon, gerçeklerin ideolojik olarak çarpıtılması gibi yöntemlere başvurmadıklarını söylemek mümkün değildir. Galaksi’yi bir arada tutan ve tüm canlı şeyleri birbirine bağlayan Güç’ü Sith’ler açıktan açığa tahakküm amacıyla kullanırken, Jedi’lar bu Güç’ün “ihtiyacı olanlara yardım ve hizmet” için kullanılması gerektiği söylemini kullanırlar. Jedi’lar her türlü duyguya şüpheyle yaklaşırken, Sith’ler insan spektrumundaki tüm duyguların aşırı uçlara taşınmasını bilhassa teşvik ederler. Motivasyonlarını (en başta Jedi’lardan ayrılmalarına yol açan tartışmaya dönersek) ölümü alt etme itkisinde, yani Güç’te ölüm ile hayat arasında tesis edilmiş dengeyi hayatın lehine değiştirmeye çalışmakta bulurlar. Jedi’lar, tıpkı büyük bir devlet gibi karmaşık bir organizasyonel yapıda örgütlenirken, Sith’lerin ikilik kuralı vardır; aynı anda yalnızca iki Sith var olabilir; bir efendi ve bir çırak.
Star Wars, izleyiciyi Sith’ler ile Jedi’lar arasındaki çatışmada, siyasetin kirli bir oyun olduğunu, barış, adalet gibi ideallerin hep aynı güç istencine alet edilmekte olduğunu doğrudan söyleyen Sith’ler yerine, duygusal yatırımını Güç’teki dengeyi karanlık (olarak gördüğü) tarafı külliyen yok ederek tesis edebileceğini uman Jedi’lara yapmaya davet eder. Star Wars evreninin temel öykü izleklerinden biri Sith’lerle Jedi’ların iktidar için giriştikleri ideolojik ve mezhepsel çatışmaysa, diğeri de kahramanın yolculuğudur.
Kahramanın Yolculuğu
İlk üçlemede Luke Skywalker İmparator Palpatine’in tiranlığına karşı savaşan Asi Birliği’ne katılır, yerleşik düzenin güçlü bir simgesi, en büyük silahı olan Ölüm Yıldızı’nı yok eder, bu arada karanlık tarafı seçmiş olan babası Darth Vader ile hesaplaşır ve babası onu karanlık tarafa çağırırken o babasını gücün aydınlık tarafına çekmeyi başarır. Lucas, 1936-1940 arasında sinemalarda gösterilen Flash Gordon Conquers the Universe (1936-1940) serisinin bazı karakterlerini (açılış sekansının o meşhur kayan yazılarıyla birlikte) ödünç almıştır. Doğruyu yanlıştan hızlıca ayırabilen, büyük sözü dinleyen, sınavlardan geçeceğini ve muzaffer olacağını bildiğimiz Luke, tıpkı Flash Gordon gibi, erdemli, kusursuz, her daim güçlü ve cesur, klasik bir kahramandır. Oysa 70’lerin sonunda, sokaktaki suç oranı arttıkça, sinemada suçlu karakterin kimliği bulanıklaşmış, kahraman ile anti-kahraman arasındaki çizgiler de netliğini kaybetmiştir.
Mitolojik anlatıların Amerikan duayeni Joseph Campbell’ın George Lucas için “en iyi öğrencim” demesi boşuna değil; Star Wars, Campbell’in farklı kültürlerin mitolojilerinde ortak olduğunu düşündüğü Kahramanın Yolculuğu temasını bir yöntem olarak alan ve bu “evrensel” kalıbın senaryo yazımına uygulandığı en başarılı örneklerden biri. Sinemada Kirli Harry, Travis Bickle, Don Corleone gibi anti-kahramanların doğduğu; deliliğe, suça, cehenneme iniş öykülerinin sinemada sıkça anlatıldığı bir dönemde, George Lucas sıradan bir çiftçi çocuğun Jedi’lığa yükselişinin öyküsünü anlatmayı seçmişti. Lucas, 1999’da New York Times’a verdiği bir röportajda2 Star Wars’un başarısının günümüzde kahramanlara duyulan özlemle ilgili olup olmadığı sorusuna şu yanıtı veriyor: “Star Wars’ta anlatılan öykü, toplum olarak insanların sahip olmasını istediğimiz birtakım idealleri barındıran kahramanlarla ilgili. (…) Toplumun bir kesimi, herkesin küçümseyici ve karamsar olmasını bekliyor. Diğer bir kesiminin ise ‘işte böyle bir insan olmak isterim’ diyebilecekleri birilerine, kahramanlara ihtiyacı var.” 1977’de Star Wars serisinin ilk filmi Bölüm IV: Yeni Bir Umut’ta (Star Wars: Episode IV – A New Hope, 1977) George Lucas, Flash Gordon ile Kral Arthur’un bir karışımı olan Luke Skywalker’ı yaratır ve kitlelerin eski usul bir kahramana özlem duyuyor olduğu fikrini dünya çapında elde ettiği beklenmedik başarıyla onaylamış olur bir bakıma. J.J. Abrams, yeni üçlemenin ilk filminde bu kahramanlardan üçünün, Luke, Leia ve Han Solo’nun öyküsünün bir şekilde devam edeceğinin ipuçlarını verdi. Abrams’ın söylediklerine ve filmin fragmanına bakılırsa, Güç Uyanıyor’da bu üçlü, Galaksi’nin yeni kuşağı için “tıpkı Arthur efsanesi gibi” bir mit hâline geliyor.
Amerikan Ruhuna Paralel
Lucas’ın Star Wars’un ilk üçlemesinin başarısının sebebini izleyicinin kahramanlara olan ihtiyacına bağlayan sözleri, 70’lerin sonunda Reagan Dönemi’yle gelen paradigma değişimini de özetler nitelikte. Obama, ABD’nin 1960’ların ve 1970’lerin deney ve deneyimleri sonucunda Reagan gibi bir lidere hazır hâle geldiğini, Reagan’ın Amerika’yı anladığını söyler. Amerikalılar “şeffaflığı, iyimserliği, çoktandır kaybedilmiş olan girişimcilik ruhunu ve dinamizmini”3 istemektedirler. Reagan’ın vaat ettiği istikrar ile “hukuk ve düzen” karşılığında feminist hareket, savaş karşıtlığı, sosyal hak arayışları, eşitlik ve özgürlük mücadeleleri büsbütün marjinalleşir, toplumsal gelişim ülküsünün yerini kişisel gelişim ülküsü alır. Joseph Campbell’ın ortaya koyduğu Kahramanın Yolculuğu temasının Hollywood’da önemsenir hâle gelmesi de manidar biçimde bu döneme rastlamıştır.
Lucas’ın ilham için dönüp 1930’lara bakışı, Amerikan toplumunun geneline yayılmış bir memnuniyetsizliğin ve artık yalnızca renkli yönleri hatırlanan, egzotik hâle gelmiş bir geçmişe, “eski güzel günler”e dönüş arzusunun tezahürü olarak görülebilir. İkinci Dünya Savaşı öncesine dönme isteği George Lucas’a özgü değildir. Stüdyolar, “sinemanın altın günleri”ni geri getirmek için, o dönemde sevilen türleri yeniden perdeye taşımayı tasarlıyorlardı. Ekonomik buhrandan, Vietnam Savaşı’ndan, ‘68 Hareketi’ne dair hayal kırıklıklarından ve politikacılarından memnun olmayan Amerikalılar da –tıpkı 1930’ların başında Büyük Buhran döneminde olduğu gibi– kaçış sinemasına sempatiyle yaklaşıyorlardı.
Neticede süper kahramanlar 1970’lerde Christopher Reeve’in Superman’iyle (1978) kitle kültürü sahasına geri döndüler. Bu on yıl aynı zamanda 1975’te gösterime giren Jaws’ın (1975) gişede gösterdiği sıradışı başarıyı tanımlamak için ‘blockbuster’ teriminin icadına da şahit oldu. Blockbuster’ın yerleşik bir fenomen olacağını ise iki yıl sonra gelen ilk Star Wars filmi Yeni Bir Umut kanıtlayacaktı. Belki de izleyici yenilikçi özel efektlerle, egzotik çekim mekânlarıyla ve peri masalından kılıç dövüşü filmine, uzay operasından bilim fantezisine bir dönem çok sevilen (ve bir süredir modası geçmiş) türlerden beslenen, perdeden taşan bir gösteriyle –yeniden– hipnotize olmaya hazırdı.
Lucas’ın Star Wars’u bu formülle zamanın ruhunu yakalıyordu. Darboğazda olan stüdyo sisteminin geleneksel yöntemlerine karşı finansal ve fikrî açıdan bağımsızlığı ve AR-GE’yi önemseyen girişimci tavrı da yine 1970’lerin sonunda Amerikan Rüyası’na yeniden inanmanın mümkün olup olmadığını araştıran bir neslin tavrıyla örtüşüyordu. Üstelik, Lucas’ın filmle ilgili hakların pek azını stüdyoya devrederek ve prodüksiyonun ilerleyen aşamalarında neredeyse ‘stüdyoya rağmen’ yaptığı Yeni Bir Umut’un aldığı altı Oscar ödülü de Amerikan Rüyası’nın hâlâ geçer akçe olduğunu ispatlıyor gibiydi.
Star Wars’un artık Hollywood’u yapıcı biçimde eleştirmiş ve değiştirmiş bir yönetmenler/yapımcılar kuşağına mensup George Lucas’ın güdümünden çıktığını biliyoruz. Sektöre yön veren ve kitleleri büyüleyen bir gösteri olarak, artık hiç kimseye ve herkese ait olan, modern bir mitoloji hâline gelen serinin köktendinci terör, küresel ticaret, ulus devlet üçgeninde liberal demokrasinin henüz tatminkâr bir yanıt verememiş olduğu sorulara yanıt vermesi beklenmiyor ancak dev bir Hollywood şirketinin yönetiminde bu kez izleyicinin hangi beklentilerine cevap verecek, epik anlatısı hangi ikircikli ideolojik açmazları gizlerken ele verecek, bilinmez.
NOTLAR
1 Star Wars’un lisanslı ürünlerinin satışından elde edilen gelirin, filmin gişe getirisinden daha yüksek oluşu dikkatleri çekmişti.
2 Orville Schell, “George Lucas: ‘I’m a Cynic Who Has Hope for the Human Race’,” The New York Times, <goo.gl/z4Q0l8>, erişim: 23 Kasım 2015.
3 “In Their Own Words: Obama on Reagan,” The New York Times, <goo.gl/80tOh3>, erişim: 23 Kasım 2015.
1985'te İstanbul'da doğdu. Yayıncılık sektörünün çeşitli alanlarında çalıştı, çalışıyor. Sinema yazarı ve popüler kültür eleştirmeni olarak 2004'ten bu yana çeşitli matbu ve online mecralarda sinema ve popüler kültür eleştirileri yazıyor.