Tiyatro Perdesinden Beyazperdeye Oscar Wilde Uyarlamaları
Oscar Wilde’ın eserlerinden beyazperdeye uyarlanan Salomé ve Lady Windermere’ın Yelpazesi, Bir Yaz Gecesi Festivali kapsamında Beykoz Kundura’da seyirciyle buluşuyor. Her biri sinemanın olanakları üzerine kafa yoran filmler, sessiz dönemden günümüze etkilerini hâlâ sürdürüyor.
Estetizm ve dekadan sanat denince akla ilk gelen isimlerden olan Oscar Wilde’ı bugün sadece şiirleri, düzyazıları ve tiyatro oyunlarıyla değil, trajik hayat hikâyesiyle de hatırlıyoruz. Wilde, dönemin eşcinselliği yasaklayan âhlakçı normları yüzünden hapiste geçirdiği yıllar ve bu nedenle son bulan trajik yaşamıyla da tarihe damgasını vurmuş bir sanatçıdır. Dandy kimliğinin âdeta vücut bulmuş bir hâli olarak, zamanın ötesinde kuir bir ikon olarak nitelendirebileceğimiz Wilde’ın popüler kültürde en çok dikkat çeken eserinin, sanata ve güzelliğe dair bir alegori sunduğu ‘Dorian Gray’in Portresi’ olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sinemanın ortaya çıkışı Wilde’ın yaşamının ancak son demlerine denk düşse de, henüz erişemediği anlatısal yetkinliğini edebiyatın sunduğu kaynaklarla telafi etmeye çalışan bu yeni mecra, İrlandalı yazarın metinlerini beyazperdeye aktarmakta gecikmedi. Wilde’ın biçimci, zarif cümlelerini ve kendine has retoriğini; sesin ve sözün yerini görünüp kayboluveren basit ara yazıların aldığı bir mecraya uyarlamak ise elbette ki herkesin harcı değildi.
Bu ay Beykoz Kundura tarafından düzenlenen Bir Yaz Gecesi Festivali bizleri Oscar Wilde’ın kaleminin beyazperdeyle buluştuğu sayısız film arasında bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Sessiz döneme ait iki Oscar Wilde uyarlamasıyla, sinemanın ve edebiyatın farklı ifade biçimleri kadar Wilde estetiğinin sinemadaki yansımalarına dair de bir perspektif sunuyor. Programda yer alan Salomé (1923) ve Lady Windermere’in Yelpazesi’nin (Lady Windermere’s Fan, 1925) Wilde’ın tiyatro metinlerinden uyarlanmış olması ise önemli bir nokta. Zira sırasıyla erotik bir trajediyle incelikli bir töre komedisi olarak nitelendirebileceğimiz metinler, Wilde’ın sanatsal yetkinliğinin somut bir yansıması. Nitekim bu metinleri merkezine alan iki film de yazarın estetik hassasiyetlerini farklı üslup ve stratejilerle film biçimine dönüştürüyor.
Salomé: Trajedinin Camp Hâli
Oscar Wilde’ın Fransızca olarak kaleme aldığı tek perdelik bir trajedi olan ‘Salomé’nin ikinci film uyarlamasını büyük ölçüde sinema tarihinin öncü kadın figürlerinden Alla Nazimova’ya borçluyuz. Film, gösterildiği dönemde Nazimova’nın Hollywood kariyerine noktayı koyacak kadar büyük bir başarısızlığa uğrasa da, bugün hem Wilde’ın sanatsal mirası hem de avangard ve kuir estetik açısından tartışmasız bir konuma sahip. Filmin yapımcılığını üstlenen ve başrolde izlediğimiz Nazimova’nın sayesinde var olan bu özgün ve zamanının ötesindeki uyarlamayı kavramak için oyunun yazıldığı dönemdeki sanatsal atmosfere kısa bir bakış atmak yerinde olacaktır. ‘Salomé’, daha sahneye bile konmadan İngiltere’nin İncil’deki figürlerin sahneye konmasını yasaklayan sansürü yüzünden tartışmalara konu olmuş, sapkınlık ve âhlaksızlık suçlarından hapse mahkûm edilen Wilde ise oyununu izleme şansı dâhi bulamamıştır. Yine de metin, ele aldığı temalar ve yaratım sürecine dahil olan isimler sayesinde Viktorya döneminin katı âhlakına meydan okur. Kral Herod için dans etmesi karşılığında Vaftizci Yahya’nın başını istediği rivayet edilen Salomé’nin hikâyesine dayanan oyun, onu âdeta bir femme fatale’e dönüştürür. Metin, karakterlerin etkileşimlerini ve motivasyonlarını tamamen şehvet üzerine kurar. Wilde’ın kaleminde hayat bulan meşhur ‘Yedi Tül Dansı’ ise Jokanaan’ın dudaklarını arzulayan Salomé ile onu arzulayan Herod’un karşıt tutkularının karşılaşması gibidir. İngiltere’deki yetkililer tarafından pornografik bulunan oyun kitap olarak basıldığında Audrey Beardsley’nin erotik art nouveau illüstrasyonlarıyla yayınlanır. Bununla beraber metnin İngilizceye Wilde’in partneri Lord Alfred ‘Boise’ Douglas tarafından çevrilmesi, ‘Salomé’nin cinselliğe dair tabulara hem içerik hem yaratım düzeyinde meydan okuduğunun kanıtıdır.
Wilde’ın yaklaşımına bu iki düzeyde de son derece sadık kalan 1923 tarihli uyarlama, özellikle Beardsley’in illüstrasyonlarını akla getiren minimal ve özgün kostüm ve dekorlarıyla dikkat çekiyor. Nazimova, o dönemde 44 yaşında olmasına rağmen bir genç kız olarak tasvir edilen Salomé rolünde vamp bir femme fatale portresi çiziyor. Tarihe uygunluğun geri plana atıldığı, oryantalist imgelemin muzipçe kullanıldığı film, bir trajediden çok kuir bir performansı andırıyor esasında. Benzerlerine Pasolini yahut Derek Jarman gibi sinemacılarda rastladığımız bu yaklaşımın hak ettiği değeri bulamadığı aşikâr. Bunun nedenlerinden birisi, Nazimova’nın da parçası olduğu ve atraksiyonlar sinemasına ait unsurların mecranın sanatsal boyutuna gölge düşürdüğü bir dönemde çekilmiş olması. Ancak bakış açımızı değiştirip sinema tarihini kuirleştirdiğimizde, Salomé’nin mirası bambaşka bir boyut kazanıyor. Kenneth Anger’in Hollywood Babylon kitabında, kendisi de kuir kimliğe sahip Nazimova’nın, Oscar Wilde’ın şerefine filmin tüm oyuncularını eşcinsel ve biseksüel aktörlerden seçtiğini rivayet etmesi bile kuir sinemanın kamera arkasındaki görünürlüğü için çok önemli. Anlaşılmayan, âhlaksız ve uygunsuz bulunan ‘Salomé’nin sahneden beyazperdeye serüveni, tarihin ve sanatın hem Wilde’a hem de Nazimova’ya borçlu olduğunu gösteriyor ne yazık ki.
Lady Windermere’in Yelpazesi: Lubitsch Dokunuşu
‘Lady Windermere’in Yelpazesi’ Wilde’ın Viktorya dönemindeki toplumu ve âhlak yapısını incelikli ve zeki bir biçimde alaya aldığı töre komedilerinden (comedy of manners) bir tanesidir. Ele aldığı temalar ve üslubu ‘Salomé’den son derece farklı olan eser, Wilde’ın aristokrasi dili ve alışkanlıklarına dair keskin gözlemleriyle bezelidir. ‘Lady Windermere’in sinema uyarlamasında da apayrı bir estetik yaklaşım çıkar karşımıza. Sessiz dönemde ara yazıların sunduğu sınırlı diyalog imkânları düşünülünce, Wilde’ın edebi üslubunu sinemanın ifade araçlarıyla aktarmanın ne denli zorlu olduğu ise ortadadır. Lady Windermere tam da bu sebeple, yani edebi dili sinema diline uydurmaya çalışmadığı ölçüde başarılı bir uyarlamadır. Uydurma ve uyarlama arasındaki bu ince ayrımı ustalıkla ortaya koyan isim, o yıllarda Avrupa için usta, Amerika içinse çiçeği burnunda bir yönetmen olan Ernst Lubitsch’ten başkası değildir. Lubitsch’in Lady Windermere’i çektiği dönemde ABD’ye geleli yalnızca iki yıl olduğunu vurgulayıp İngilizcesinin bir Wilde metnini hakkıyla özümseyecek seviyede olmadığını varsayarsak, Lubitsch’in oyunun ruhunu yakalamak için sözcüklerin dışında bir yol bulmasının gerekliliği de anlaşılacaktır. Nitekim usta yönetmen onunla özdeşleşmiş dokunuşuyla Wilde’ın alaycı ve esprili bakışına temas etmeyi başarır ve bir sanatçı olarak ona kendi estetik hassasiyetleri ve kaygılarıyla cevap verir. Dolayısıyla Lady Windermere yalnızca bir Oscar Wilde uyarlaması değil, aynı zamanda özgün bir Lubitsch filmidir.
Filmin hikâyesi mutlu bir evliliğe sahip aristokrat çift Lord ve Lady Windermere etrafında şekillenir. Londra sosyetesine geri dönüş yapan ve çalkantılı hayatıyla aristokrat çevrelerin baş dedikodu malzemesine dönüşen Bayan Erylnne, Lord Windermere’in kapısını çalıp ona eşinin annesi olduğunu söyler. Ancak Lord Windermere, eşinin bu ‘kötü şöhretli’ kadının annesi olduğunu öğrenirse üzüntüden perişan olacağını düşünerek gerçeği saklamaya ama bir yandan de Bayan Erylnne’e finansal anlamda destek olmaya karar verir. Lady Windermere’in, kocasının Bayan Erylnne’le samimiyetini fark etmesi ise talihsiz yanlış anlaşılmalara ve trajikomik durumlara yol açar.
Lubitsch filmde, Wilde’ın metninden farklı olarak hikâyenin sürprizini başta ortaya koyar ve odağını yüksek sosyetenin karmaşık ve riyakâr ilişkilerine çevirir. Gösterişli iç mekânların sunduğu imkânları sonuna kadar kullanan yönetmen, entrikaları diyaloglarla değil mizansenler aracılığıyla perdeye taşır. Hikâyenin merkezinde Lady Windermere varmış gibi gözükse de filmin esas kahramanı, toplumda kabul edilen âhlaki kuralların dışına itildiği hâlde, çoğu bireyden daha ahlaklı davranan Bayan Erylnne’dir. Bu baştan çıkarıcı ve etkileyici kadın seyirciye ve çevresindekilere doğru yolu öğreten bir azize değildir. Bayan Erylnne, kızının itibarının lekelenmemesi için kendini feda etse de Lubitsch herkesin nezaket maskelerinin ardına saklandığı bu çarpık ilişkiler ağında hiç kimsenin gerçek anlamda bir çöküşe mahkûm olmayacağını ironik bir şekilde ortaya koyar. Lady Windermere’in Yelpazesi’nde karakterlerinin zaaflarını ve arzularını, onların sosyal konumlarını vurgulayan birer aksesuar gibi kurgulandığını fark ederiz. Kürk mantolar, yelpazeler, küllükte unutulan purolar bu bağlamda farklı anlamlarla yüklenir ve uzun, ağdalı cümlelerden çok daha fazla şey söyler seyirciye.
İlginç bir şekilde, Oscar Wilde’ın sık sık anonim fotoğrafların üzerinde süslü yazı karakterleriyle karşımıza çıkan “Hepimiz bir bataklıkta yaşıyoruz ama bazılarımız yıldızlara bakıyor” şeklindeki ikonik sözü bu oyuna aittir ancak Lubitsch filminde bu etkileyici cümleye yermez. Usta yönetmenin bir öngörüsü olacak ki, filmde -metne ihanet etme pahasına bile olsa- bu nükte gibi kaynağından tamamen kopup gidecek hiçbir nükteye yer yoktur. Lubitsch dokunuşu ihaneti bırakın, esere derin bir iz bırakmış ve Oscar Wilde’ın ruhunu da böylelikle muhafaza etmeyi başarmıştır.
Lady Windermere’in Yelpazesi, 6 Ağustos Cumartesi akşamı Korhan Futacı eşliğinde; Salomé ise 7 Ağustos Pazar akşamı Baba Zula eşliğinde Bir Yaz Gecesi Festivali kapsamında Beykoz Kundura’da seyirciyle buluşuyor. Festivalle ilgili detaylı bilgi edinmek için tıklayın.
1996’da Adana’da doğdu. Lisans eğitimini Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Bölümü’nde tamamladı. Hâlen Paris VIII (Vincennes-Saint-Denis) üniversitesinde Sinema Çalışmaları alanında yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Çeşitli mecralarda sinema yazarlığı ve çeviri yapmaktadır.