Şu An Okunan
Aşk, Büyü vs.: Parisler ve Pendikler

Aşk, Büyü vs.: Parisler ve Pendikler

Aşk, Büyü vs.

Ümit Ünal’ın Aşk, Büyü vs.’si, tanıdık bir Yeşilçam formülüne bambaşka bir pencere açıyor. Selen Uçer ve Ece Dizdar’ın performansları o kadar geçirgen, Ünal’ın yazdığı diyaloglar o kadar tutarlı ve sahici ki, yirmi yıl sonra yeniden yolları kesişen zengin kızla fakir kızın aşkına inanmakta hiç güçlük çekmiyoruz. Zaten filmin bu aşka inandırmaktan daha yüksek hedefleri var.

Zengin kızla fakir kızın aşkına hiç de yabancı değiliz. Aşk aynı aşk. Eğer dengi dengine değilse, ortaya saçıldığı anda kıyamet kopar. Filiz Akın’ı aklını başına toplaması için halasının çiftliğine gönderirler. Baba Hüseyin Peyda kızını ayartmaya kalkan fakirliğe deli bir öfke duyar, gece gündüz elinde buzlu viski bardağıyla gözlerinden ateşler çıkarak volta atar. Anne Semra Sar, kızı ayaklarına kapanırken kılını kıpırdatmaz, uzaklara bakarak sigara içmeye devam eder. Sonra çiftlikten haber gelir, Filiz Akın bir gece oradan kaçıp sevdiğiyle buluşacağını yazmış günlüğüne. Hiç bekletmez, anında Türk Hava Yolları biletini tutuştururlar eline. Esenboğa’dan kalkan uçağın merdivenlerinden çıkarken sanki âşığını pistte görebilecekmiş gibi son bir kez ardına bakar. Ama yapayalnızdır. Zengin kızlar uçağa biner, geride kalan fakir gençler hayatın sillesini yer. Yıllar sonra buluştuklarında fakir gençlerde hep bir kırgınlık vardır. Zengin kızlar bir türlü anlamaz, aşk acısından daha büyük bir acı olabilir mi? Neyin kırgınlığı bu, kuzum?

Aşk, Büyü vs. işte bu aşkın yirmi yıl sonrasında küçük bir pencereyi aralıyor. Hüseyin Peyda çoktan ölmüş, köşk kapanmış, ölümsüz aşkları unutulmuş, toplum baskısı uykuya dalmış, eski acizlikler kalmamış, artık tüm hayata bir sus payı verebilecekleri yaştalar. Ama önce Fransalarda okumuş Eren, üniversiteye bile gidememiş Reyhan’ın kırgınlığını tamir etmek zorunda. Yola çıktığında böyle bir engelle karşılaşacağını beklemiyordu herhâlde. Unutulmuş bir âşığın küskünlüğü için hazırlanmıştı. Hayatta insanın başına ayrılıktan daha kötü ne gelebilir ki? Sahi, aşk acısından daha büyük bir acı olabilir mi?

Aşk, Büyü vs.

Ümit Ünal’ın tek mekânlara tutkun sineması bu kez koca bir adayı tek mekân belliyor ve böylece gerçek bir hesaplaşma yaşanmadan kimsenin bir yere kaçamayacağı bir Araf buluyor hikâyeye. Gerçek hayatın başka bir yerde mutlaka aktığı ama Ada’nın âşıklar düze çıkana kadar ses çıkarmadan öylece durduğu bir-iki gün. Sessiz sokaklarında bazen tartışarak bazen gülüşerek yürüyen iki kadın, pek bir engelle karşılaşmadan eteklerindeki taşları döküyor. Kâğıt üzerinde, Ünal’ın önündeki en büyük zorluğun geçmişe dönmeden anlattığı bu büyük aşka seyirciyi inandırabilmesi olduğunu sanırsınız, ama öyle değil. Selen Uçer ve Ece Dizdar’ın performansları o kadar geçirgen, Ünal’ın yazdığı diyaloglar o kadar tutarlı ve sahici ki, filmin onuncu dakikasında aşka inanmakla ilgili hiçbir sorunumuz kalmıyor. Diyalogla hikâye anlatılamayan sinemamızda bunun ne büyük bir nimet olduğunu biliyoruz. Ama Aşk, Büyü vs. bununla yetinmiyor, kendine daha yüksek bir hedef koyuyor. Aşkın karın doyurmadığı yönündeki güçlü inancımızı tersine çevirmek, bizi âşıklar için yeni bir hayatın mümkün olabileceği hayaline inandırmak. En az Eren’in inandığı kadar. Ama bilirsiniz, işin içine “karın doyurmak” girdiği anda sınıf farkları geçer dümene. Hayatlarında aynı kırılma noktasını yaşayan iki kadın nasıl olur da böyle bambaşka kaderlere savrulur? Lacan teziyle çadır tiyatrosu arasındaki uçurum yutulabilir mi?

Aşk, Büyü vs.’nin önceliği eşcinsel aşkın yasını tutmak, varlığını kutsamak ya da aşkı galip çıkararak kapalı bir toplumdan intikam almak değil. Belki Ada’daki hesaplaşmayı değil de yirmi yıl öncesinin hikâyesini izleseydik gerçekten de kendimizi Filiz Akın’ın havaalanı sahnesinde bulurduk. Bambaşka bir film izlerdik o zaman. Bu film, biraz daha hesaplı biraz daha kartondan bir acı yaşatırdı seyirciye. Oysa şimdi herhangi iki kadının değil, sokakta pazar arabasıyla yürüyen bir kadınla Bebek’te oturan bir başka kadının aşkını tartıyoruz. Toplumsal sınıfları arasında bir değil birkaç basamak var. Tıpkı Yeşilçam melodramlarında olduğu gibi. Belki de ilk kez zengin-fakir aşkı altındaki maddiyat krizi hücrelerine ayrılıp âşıklar tarafından cayır cayır kelimelere dökülüyor. “Böyle bir masaya oturmayalı kaç yıl oldu, hatırlamıyorum bile,” diyor Reyhan. “Neden?” diye soruyor Eren. Çünkü gerçekten deniz manzaralı bir rakı sofrasına neden yıllardır oturulmadığına anlam veremiyor. “Kızım biz fakiriz, fakir! Böyle yerlerde yiyecek paramız yok.” Eren’in Parislerde aşk acısı çekerken asla anlamadığı, ama Reyhan’ın Pendiklerde sürünürken zor yoldan öğrendiği bir sınıf belası var bu aşkın üzerinde. Film, en güzel anlarını bu belanın üzerine gittiği sahnelere saklıyor.

Aşk, Büyü vs.

Reyhan’la Eren’in geçmişte büyük tutkuyla yaşadıkları aşk, elbette 90’larda da bugün de tabuları yıkıp kendi ahlâk bekçilerini oluşturacak malzemeye sahip. Ama Eren’in ailesinin düştüğü dehşetin biraz da iki sınıf arasındaki sınırların hadsizce aşılmasından kaynaklandığını çok iyi biliyoruz. Ada’nın en nüfuzlu adamının kızını yıllar sonra bile hatırlayan çıkıyor ama müştemilattaki kızı kimsenin hatırladığı yok. Zaten birinin hayatı defalarca darmadağın edilecekse piyango hep müştemilattaki kıza vuruyor. Reyhan haklı. Ada’nın en nüfuzlu adamının kızı “ne kokar ne bulaşır”. Gün batımında “Güzel bir göz beni attı bu derin sevdaya” eşliğinde öpüşmek iyi güzel de, Reyhan’ın “s…..n” hayatının hesabını kim verecek?


Aşk, Büyü vs., 22 Mayıs 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.