Şu An Okunan
Dune’un Sinema Yolculuğu: Frank Herbert’ten Denis Villeneuve’e

Dune’un Sinema Yolculuğu: Frank Herbert’ten Denis Villeneuve’e

Denis Villeneuve’ün merakla beklenen ‘Dune’ uyarlamasının ikinci filmi seyirciyle buluştu. Frank Herbert’ün 1960’lı yıllarda yazdığı ilk romanla başlayan ‘Dune’ evreninin sinemaya uyarlanma macerası ise kendi başına bir tarihe sahip. Bugünlerde sonunda hak ettiği sinemasal karşılığa kavuştuğu düşünülen ‘Dune’un sinemayla ilişkisine uzanıyoruz. 


Bu yazı, çekilmiş ve çekilmemiş tüm ‘Dune’ filmleri ve serinin ilk iki kitabındaki bazı sürpriz gelişmeleri ele vermektedir.


1977 yılında Star Wars çılgınlığı başladığında, Frank Herbert’ün ölümünden sonra ‘Dune’ serisini devam ettirecek oğlu Brian da filmi izlemeye gider ve sinemadan çıkınca telefona koşturup babasını arar: “Bu filmi görmelisin, benzerliklere inanamayacaksın.” 

Şeytani galaktik imparatorluk, ıssız çöl gezegeni, cüppe giyen yerliler, Güç adındaki dinî öğreti, yaşlı bir yol gösterici, imparatorluğu alt edecek mesih, Prenses Alia’nın yerini alan Prenses Leia… Hatta orijinal Star Wars’un devam filmi İmparator’daki (Empire Strikes Back, 1980) “Ben senin babanım” sürprizini de Dune’daki “Sen benim büyükbabamsın” ile bir tutabiliriz. Oğlunun çağrısıyla hemen sinemanın yolunu tutan Frank Herbert, gerçekten de izlediklerine inanamaz ve Star Wars’ta kendi eserinden çalıntı unsurları gösteren 16 maddelik bir liste çıkartır. Benzerlikler reddedilemeyecek düzeydedir. Üstelik George Lucas, sadece kendi eserlerinden de çalmamıştır, başta Isaac Asimov olmak üzere dönemin büyük bilimkurgu yazarlarının eserlerinden “emanet” öğeler bulur Frank. Birçoğu yakın dostu olan bu isimleri evine çağırır ve bir “George Lucas’a Dava Açmak İçin Çok Büyüğüz” grubu bile oluştururlar. 

Moebius’un Jodorowsky’nin ‘Dune’ projesi için hazırladığı karakter çizimlerinden bazıları.

Frank Herbert’ü sinirlendiren tek şey, George Lucas’ın kendi eserlerinden çalması değildi. 70’lerin başından beri ‘Dune’, farklı yapımcılar ve yönetmenler tarafından perdeye aktarılmaya çalışılıyordu; uyarlanması nerdeyse imkânsız görülen projenin karşısına şimdi de Paul Atreides kopyası bir Luke Skywalker engeli çıkmıştı. O sıralar ‘Dune’u perdeye taşıma görevi, filmin haklarına sahip Fransız konsorsiyumu tarafından Alejandro Jodorowsky’ye verilmişti. (Filmin haklarına, daha sonra Leydi Fenring olarak karşımıza çıkacak Lea Seydoux’nun film yapımcısı olan büyük amcası Michael Seydoux sahipti.) 9,5 milyon dolarlık bütçenin 2 milyonu çoktan harcanmasına rağmen ortada karmakarışık, çekilmesi imkânsız, 14 saatlik bir film senaryosu vardı. Dük Leto’yu Jodorowsky’nin, Baron Harkonnen’i Orson Welles’in, İmparator IV. Shaddam’ı Salvador Dalí’nin canlandıracağı proje çıkmazdaydı, üstelik filmdeki tasarımları da yapacak (Francocu, aşırı sağcı) Salvador Dalí ile (aşırı solcu) Jodorowsky, projedeki paydaşların gözü önünde politik kavgalara tutuşmuş ve beraber çalışmayı reddetme aşamasına gelmişlerdi. Filmin gidişatından memnun olmayan yatırımcılar da projeden çekilmeye başlamıştı. Michael Seydoux ve Jodorowsky ortaklığı, ardında “çekilmemiş en büyük film” unvanını, 2021’de bir açık arttırmada üç milyon dolara satılacak bir storyboard ve enfes Jodorowsky’s Dune (2013) belgeselini bırakarak sırasını savdı.

Jodorowsky’s Dune

Fakat bu durum ‘Dune’ için sıradan bir olaya dönüşecekti. 1971 yılında, Maymunlar Cehennemi serisiyle bilimkurgu kralına dönüşen yapımcı Arthur P. Jacobs, ilk yazıldığında pek ses getirmeyen lakin birkaç yıl içinde Apollo 15 astronotlarına, Ay’da rastladıkları kumul yapılara adını verdirecek kadar popülerleşen ‘Dune’un haklarını satın almıştı. 1974 yılında vizyona girmesi hedeflenen, 15 milyon dolar bütçeli film projesi Jacobs’ın bilimkurgu tecrübesine ve yönetmen olarak seçilen David Lean’in Arabistanlı Lawrence’taki çöl deneyimine rağmen hiç gerçekleşmedi (Türklere karşı Arap isyancıları örgütleyen bir Beyaz Kurtarıcı’nın öyküsünü anlatan Arabistanlı Lawrence, aynı Star Wars gibi bir pastiş olan ‘Dune’un ana referans kaynaklarından biriydi). İtalya’nın en büyük yapımcılarından, 25 milyon dolarlık King Kong’u (1976) taze kotaran Dino De Laurentiis, Fransızların çekildiği noktada devreye girerek ‘Dune’un haklarına talip oldu. Birkaç yıl içinde üçüncü kez el değiştiren lanetli projenin yeni sahibi için Frank Herbert, “Kocaman bir gorilin filmini yapan kimsenin, dev solucanlarla sorun yaşamayacağı” görüşünü taşıyordu lakin De Laurentiis’in ‘Dune’u “çölü yiyen dev solucanları” anlatan bir korku filmine dönüştürmesinden de korkuyordu. Teknik danışmanlık ve senaryoyu yazma konusunda ısrarcı oldu. Herbert’ün şartlarını kabul eden De Laurentiis’in vaadi Rüzgar Gibi Geçti (Gone with the Wind, 1939) tarzı epik bir filmdi. (Frank Herbert, anlaşmadan aldığı avansla ilk iş olarak bir yat satın aldı ve yata, Paul Muad’Dib’in kızının, ganimet kelimesinden türettiği Ghanima’nın adını verdi.)

‘Dune’ projesi, senaryosu bizzat Frank Herbert tarafından yazılmasına rağmen yürümüyordu. Herbert’ün 3 saatlik film senaryosu, üstünde çalışılamaz hâldeydi. 1979 Şubatı’nda, ilk denemenin başarısız olması üzerine De Laurentiis ile Herbert yeni bir anlaşma imzaladı: De Laurentiis, bir kitap için ödenen tüm zamanların en yüksek ikinci bedelini masaya koyacak, Herbert de senaristlikten çekilecekti. Yenilenen projenin başına o dönem Yaratık (Alien, 1979) ile büyük sükse yapan Ridley Scott getirildi. Dönemin gözde tasarımcısı H. R. Giger, Jodorowsky’yle ‘Dune’ projesinde, Ridley Scott’la da Yaratık’ta çalışmıştı. Kendisi projeye katılacak, böylece bir devamlılık sağlanarak proje hızlanacaktı. İşler yine istenilen şekilde ilerlemedi. 1980 Ağustosu’nda, Rudolph Wurlitzer tarafından yazılan senaryo Herbert’ün önüne geldiğinde okuduğu şeyden hiç memnun kalmamıştı. Birçok kilit sahne kayıptı. ‘Dune’un “tamamen yeni bir müzik aleti tanıtan ilk film” olmasını arzulayan Herbert için Gurney’in “baliset”inin filmden atılması kabul edilemezdi. En vahimiyse şuydu: Bu yeni projede Bıçağın Azizesi Alia, abisi Paul ile annesi Jessica arasındaki bir ensest ilişki sonucunda doğacaktı. (Herbert bu fikre o kadar kızmıştı ki, daha sonra David Lynch’in yönetmenliğiyle 1984’te gösterime girecek Dune’un galasında, seyircilere kitabın sinema yolculuğunu özetlerken zamanında böyle bir fikrin bile ortaya atıldığını söylemekten geri kalmadı.) Birkaç ay sonra işler iyice tıkanınca Ridley Scott, bir başka bilimkurgu uyarlaması olan Bıçak Sırtı (Blade Runner, 1982) için projeyi terk etti. Film hakları ilk kez satıldıktan 10, kitap yazıldıktan 15 yıl sonra Dune’un ne bir yönetmeni ne de senaristi vardı.

1981 Mayısı’nda, Eraserhead (1977) ve Fil Adam (The Elephant Man, 1980) ile sükse yapan David Lynch projenin başına senarist ve yönetmen olarak geçince yılan hikâyesine dönen bu macera bir anlamda son buldu. (Lynch, George Lucas’ın Jedi’nin Dönüşü’nü [Return of the Jedi, 1983] yönetmesi için getirdiği teklifi “Bu benim değil, senin projen” diyerek reddetmişti.) Önceki acı tecrübelerin, birikimlerin ve Lynch’in tuhaf zihin dünyasının sayesinde Dune (1984) umulandan hızlı bir şekilde filme dönüştü. Yıllarca beklenen ‘Dune’un nihayet filme dönüşmesi, Amerika’da büyük bir çılgınlıkla karşılandı. Forbes dergisi, Dune için “1 milyar dolara ulaşan ilk film olabilir” öngörüsünde bulundu. Frank Herbert de delilik boyutuna ulaşan kitap satışlarına ve hâlihazırdaki 50 milyon ‘Dune’ okuruna bakarak bu öngörüyü destekliyordu. 

David Lynch’in Dune‘unda Paul’ü Kyle MacLachlan canlandırdı.

6 Ocak 1985 haftasında, yazıldıktan yaklaşık 20 yıl sonra ‘Dune’, New York Times’ın çok satanlar listesinde birinci sıraya yükseldi. Öyle ki Frank Herbert, Pacific Bell adlı bir şirketin 20 Ocak’taki Super Bowl’da yayınlanacak bilimkurgu esintili reklamında bile oynayacaktı. Bir yandan Paul Atreides’i kimin canlandıracağı kamuoyundan özenle gizlenirken diğer yandan tarihin en büyük reklam kampanyalarından biri düzenlendi ve pazarlama konusunda -bu defa kendisi Star Wars’u kopyalayan- Dune komple bir ürün paketine dönüştü. Dune masa oyunları, kum solucanları, Paul Atreides bebekleri, Dune silahları, üzerinde Atreides Hanedanı’nın altın şahinlerinin bulunduğu kâğıt ağırlıkları, tişörtler, posterler, soundtrack plakları/kasetleri, takvimler, bulmacalar, labirentler gibi envai çeşit ürün satışa çıkarıldı. Satış yapacak firmalar, sırf yan ürün üretme hakkı elde etmek için Universal’a 100 bin dolara kadar ödeme yapmak zorundaydı. Herbert’ün bütün kitapları yeniden basıldı, ‘Dune’ ansiklopedilerinden boyama kitaplarına kadar birçok yan ürün satış rekorları kırdı.

Dune (1984)

Dune vizyona girdiğinde ilk hafta sonu herkes sinemalara hücum etti fakat kısa süre içerisinde film epik bir faciaya dönüştü. Bırakın milyar doları, 40 milyon dolarlık bütçesine karşılık ancak 30 milyonluk gişe yapabildi. Hayranlar ve eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. Nihai kurguya karıştırılmayan filmin yönetmeni David Lynch bile Dune’u sahiplenmedi, yıllarca hakkında konuşmayı reddetti ve konuştuğunda da kariyerindeki tek hata olarak niteledi. Frank Herbert’ün ise De Laurentiis’le bir sessizlik anlaşması vardı, filmi beğenmediği takdirde kamuoyuna açık olarak eleştiri yapamayacağı imza altına alınmıştı. Herbert de çevresine eğer sessiz kalırsa, bundan filmi beğenmediği sonucunu çıkarmaları gerektiğini belirtiyordu. “Film bittiğinde ve ışıklar yandığında babama baktım; yanımdaki sırada, perdeye dik dik bakıyordu. Büyülenmiş gibiydi, gözleri açık ve yüzü neredeyse ifadesizdi” diye anlatıyor gala gecesini Brian Herbert. Belki tuhaf gelecek ama Frank Herbert, filme bayılmıştı! Lynch’in kitabın özünü yakaladığını, filmin büyük bir başarı yakalayacağını düşünüyordu. Tarih, filmin kült olması dışında, Frank Herbert’ün tüm öngörülerini boşa çıkardı.

Dune’un perde macerası kısaca böyleydi. 1984’teki faciadan sonra kimse bir daha ‘Dune’a elini atmadı, atmaya cesaret dahi edemedi. Ta ki çağımızın en büyük bilimkurgu yönetmeni olmaya âdeta ant içmiş Denis Villeneuve’e kadar. Villeneuve’ün aşması gereken ilk şey, ‘Dune’un lanetli mirasıydı. Romanı beyazperdeye kim taşımaya kalksa büyük hüsranla karşılaşmıştı. Okurları en az Fremenler kadar sadık, dilleri “billurbıçak” kadar keskindi. Ve Villeneuve’ün aşması gereken tek engel bu değildi. 

İkinci Oğul

“Oğul, babanın bir uzantısından başka nedir ki?” 
Frank Herbert, ‘Dune’

‘Dune’, 60’ların dünyasına göre yazılmış, izleyicinin hayal gücüne bırakıldığında harika duran ama perdeye taşındığında bugünkü izleyici için komik kaçacak olaylara, karakterlere, tasarımlara sahip bir eser. Bunun da ötesinde bazı ölümcül “kusurlar”, zamanın ruhuna ters söylemler de barındırıyor.

‘Dune’ serisinin Frank Herbert’ün oğlu Brian tarafından devam ettirildiğine değinmiştik. Brian, babasının ölümünden sonra ‘Dune’ mirasını devraldı ve Kevin J. Anderson’la beraber yazdıkları kitaplarla evreni titiz bir şekilde genişletti. Seriyi yakından takip etmezseniz isimlere bakarak hangi kitabın Frank, hangisinin Brian tarafından yazıldığını bile karıştırabilirsiniz. Dışarıdan bakınca, babanın mirasını devralan ideal bir oğul portresi, güzel baba-oğul ilişkisi tablosu karşımıza çıkıyor lakin işler göründüğünden biraz farklıydı. Adı pek zikredilmese de Frank’in bir oğlu daha vardı. Takvimi biraz daha geriye, ‘Dune’un yazım aşamasında olduğu 1962 yılına saralım.

‘Dune’un yayımlanmadan önce yirmiden fazla yayınevi tarafından reddedildiği artık herkesin malumu. 1950’lerin başında tohumları zihnine düşen, son yıllarda üstünde yoğun şekilde çalıştığı kitap projesi herkes tarafından geri çevrilen Frank Herbert mental açıdan yıpranmıştı. Kitabı bitirme ve yayımlanabilir hâle sokma gayesiyle eve kapanan Frank, dikkatinin bozulmaması için “birinci oğul” Brian ve “ikinci oğul” Bruce’tan okul çıkışlarında eve gelmemelerini, akşama kadar dışarıda takılmalarını ister. Kendisi içeride kilitli kalacak, kitabını yazacaktır. 15 yaşındaki Brian bunu kabul ederken 11 yaşındaki Bruce karşı çıkar çünkü okul çıkışında en sevdiği şey eve gelip sandviç hazırlamaktır. Frank, Bruce’un boynundaki anahtarı çekip kopartır ve kendisini evden kovar. Bunun üzerine evden kaçan Bruce, yayan 25 mil katederek Golden Gate Köprüsü’nü aşar ve bir dere yatağında saatlerce saklanır. Açlık ve yalnızlıkla boğuşan Bruce, sonrasında, evden kaybolursa aslında babasının çalışmasını daha büyük sekteye uğratacağını fark eder. Korkuyla en yakın polis karakoluna koşar ve iki adamın kendisini kaçırarak kamyonete attığını, ellerinden şans eseri kurtulduğunu söyler. Bruce’a inanan polisler ailesine ulaşır, Frank ve annesi Beverly telaşla karakola gelip Bruce’u eve geri götürür. Akşam, Bruce odasına kapanmış yatağında uzanırken babası Frank kapıyı açar ve “Yalan söylüyordun, değil mi?” diye sorar. Bruce bu sahneye alışıktır. Frank, buzdolabının kapağının birkaç saniyeden fazla açık tutulmaması, elektronik eşyaların pillerinin harcanmaması gibi onlarca ev içi kuralından biri ihlal edilirse veya masasından bir şey eksilirse çocuklarını kendi yaptığı yalan makinesine sokar, Paul Atreides’in “gomcebbar”la yaşadıklarını onlara tattırırdı. Bruce, sessizce kafasını yastığa gömer ve babasının her yalan söylediğinde yaptığı gibi deri kemerini çıkarıp kendisini dövmesini bekler. Frank bu defa kendisini dövmeyeceğini, iki hafta boyunca çıkışta doğrudan eve gelip çalışmak zorunda olduğunu belirterek odadan çıkar. Frank Herbert sadist bir babadır, özellikle de kendisi gibi dikbaşlı olan Bruce’a karşı. Başta ‘Dune’un yazıldığı upuzun dönem olmak üzere Frank, evlatlarına çocukluk çağlarını zehir eder ve tamiri mümkün olmayan yaralar açar. 

Frank Herbert

‘Dune’u okuyan herkes homofobik öğeler barındıran bir metin olduğunu kolayca fark edecektir. McCarthy’nin uzaktan akrabası olan ve anti-Sovyet hislerini asla gizlemeyen Herbert, Sovyetler’le özdeşleştirdiği Harkonnen ailesinin başı Baron’un kötülüğünü somutlaştırmak için fiziksel deformasyonun ve aşırı kilonun yanında eşcinselliği de kullanır. (Herbert’ün ultra Amerikancı fikirleri Vietnam işgali ve Watergate sürecinde değişecek, 70’lerin başında üniversite öğrencilerinin hükümet karşıtı gösterilerine yoğun destek verecektir.) Sadist Baron defalarca vurgulandığı üzere bir “oğlancı”dır, yeğeni Feyd-Rautha’ya bile göz koyar. Tipik bir Amerikan kabadayısıdır Frank ve kötülükle eşcinselliğin birbirini besleyen, aynı kaynaktan gelen şeyler olduğu kanısındadır. Brian, bir defasında babasının “bastırılmış homoseksüel enerjinin” ordular tarafından “öldürme amaçları için kullanılabileceğini” söylediğini dile getirir. Hatta Frank, ‘Dune Tanrı İmparatoru’ ve ‘Dune Sapkınları’ndaki ordulara hizmet eden gay ve lezbiyen birliklerini bu mantıkla kitaba yerleştirmiştir. Frank’in ‘Dune’ evrenindeki şiirlerinin bir araya getirildiği ‘Songs of Muad’Dib’de yer alan ‘Kartaca’ şiirinin yayımlanmamış bir versiyonu, şu dizeleri içermektedir:

“Homosexuals,
Bureaucrats
And bullyboys
Increase before
Each fall into darkness.” [1]

Frank tüm bunları Muad’Dib gibi geleceği gördüğü için mi yazdı, yoksa kehanet mi kendini gerçekleştirdi, bilinmez ama “ikinci oğul” Bruce büyüdükçe erkeklerden hoşlandığı fark eder. Kızları balolara götürmesine, uzun süreli kız arkadaşlar edinmesine rağmen erkeklere karşı saklayamadığı bir ilgisi vardır. Erkeklere karşı ilgi duymaması ve toplumun/ailesinin işaret ettiği şekilde davranması gerektiğini kendine kabul ettirmeyi dener ama iç dünyası tam aksini söylemektedir. 60’ların sonunda Frank kariyer zirvesine doğru ilerlerken oğlu Bruce’la aralarındaki mesafe sürekli açılır. Babasıyla kuramadığı ilişkinin ve eşcinselliğini bastırma çabasının da etkisiyle Bruce çareyi uyuşturucuda bulur. Frank’in oğlu mavi gözlü bir baharat bağımlısına dönüşür.

Yirmilerine doğru yaklaşırken Bruce evi terk eder, daha doğrusu Frank tarafından kovulur. Bruce ailesine açılamasa da eşcinsel kimliğini açıkça yaşamaya başlar. Star Wars’un piyasaya çıkıp ‘Dune’un sinema macerasını baltaladığı yılın Şükran Günü’nde abisi Brian’a açılır. “Babamın çocuklarına karşı davranışını gördükten sonra hiç çocuğum olsun istemedim” diye açıklar hislerini. Babasının eşcinsel kimliği benimsemesi üzerindeki etkisinden bahseder ve Brian’dan ailesine bunu şimdilik söylememesini rica eder. O yıllarda, ikinci kitap ‘Dune Mesihi’nin de ana temalarından biri olan Muad’Dib’in soyunu devam ettirecek çocuk meselesi, Herbert ailesinin de gündemidir. Nasıl ki Jessica, Paul’ün bir çocuğu olsun, Atreides İmparatorluğu devam etsin istiyorsa Frank ve Beverly de zorla inşa ettikleri mirasın bir Herbert tarafından devralınmasını arzular. Frank’in yazdıkları, kendi hayatının gerçeğine dönüşmektedir. Brian evlidir fakat iki çocuğu da kızdır, Frank’in ilk evliliğinden olan kızının oğulları vardır fakat başkasının soyadını taşımaktadır. (Bugünlerde, Brian’ın kızı Kim Herbert, Villeneuve imzalı iki Dune filminin yapımcılarından biri olarak aile soyadını ve mirasını gururla taşıyor.) Brian’ın tabiriyle “ikinci oğlunun yıkıcı bir yolda olduğuyla yüzleşmek istemeyen” annesinin ve çocuklarında kapanmayan yaralar açan babasının bir gözü hâlâ Bruce’tadır. 

David Lynch’in Dune projesinin başına geçmesinden bir ay önce, 1981 ilkbaharında Bruce nihayet anne ve babasına açılır, yıllardır “şüphelendikleri” şeyin doğru olduğunu söyler. Bruce aynı zamanda eşcinsel topluluğunu AIDS salgınıyla baş başa bırakan hükümet politikalarına direnen Act Up hareketine katılmış, bir aktiviste dönüşmüştür. “Anne ve babam bu bilgiyi öğrenmekten hiç memnun değillerdi” diye anlatıyor o günü Brian, “Bunun üzerine ebeveynlerimize heyecan duyacakları bir haber verdik: Eşim Jan, bu sonbaharda bebek sahibi olacaktı. Anne ve babam aniden coştular, babam beni şarap mahzenine götürdü ve bu olayı kutlamak için özel bir şarap, Château Prieuré-Lichine Margaux buldu. İlk iş bu şarabı açtık ve en yeni Herbert için kadeh kaldırdık.” 

Brian Herpert

Dune vizyona girmeden on ay önce, 1984 Şubatı’nda annesinin son nefesini vereceği hastaneye erkek arkadaşıyla gelen Bruce’u babası hâlâ kabullenemiyordu. Araları hiç düzelmemişti. Kendisini eve bağlayan yegâne unsur Beverly göçüp gider. Bıraktığı vasiyetin arasında Frank’ten alınan, birinci oğul Brian’la ortak yazılacak bir kitap sözü ve hayatı boyunca bir aile kuramayacağına inandığı ikinci oğul Bruce’un ekonomik açıdan güvenceye alınması da vardır. Beverly’den kısa süre sonra, 11 Şubat 1986’da Frank de hayatını kaybeder. Cenaze töreni için Seattle’a gelen Bruce ise beklenilen aksine, Brian’ın arabasının arka koltuğunda ağlama krizine girer. Ablası ve yengesi tarafından teselli edilen Bruce, daha sonra Brian’a sevgiden ağlamadığını, çünkü Frank’e karşı sevgi beslemediğini, babasıyla hiç yaşamadığı ve asla yaşayamayacağı ilişkiye ağladığını söyleyecektir. “Hemen her şeyi kaçırdım” diyordu, kimliği babası tarafından hiçbir zaman kabul edilmeyen Bruce. “Size gösterdiği iyi yanını hiç görmedim. Benim için orada değildi.” Baba-oğul ilişkisi anlatan bir filmi veya diziyi asla izleyemediğini, bu tarz hikâyelerin kendisini aşırı üzdüğünü söyleyen Bruce, Brian’ın fikrine göre, babasına kendisinden daha çok benziyordu. Elektronik eşyalar, bilgisayarlar, bilimkurgu, fotoğraf, gitar gibi birçok ortak hobileri vardı. Mizaçları ve keskin zekâları da benzerdi. Lakin hiçbir zaman baba-oğul olamamışlardı. Bruce, Frank’in ölümünden 7 yıl sonra, 41 yaşında ve yüreğindeki boşlukla, AIDS’ten vefat etti. 

Denis Villeneuve’ün Dune’u: Çölün Baharı

‘Dune Mesihi’, 1969 yılında ‘Galaxy Science Fiction’ dergisinde tefrika edildiğinde birçok okur büyük hayal kırıklığına uğradı. Sonradan sinema ve televizyon sektörünü de kasıp kavuracak mizah dergisi/ekolü ‘National Lampoon’, ‘Dune’un devam kitabını hemen “yılın hayal kırıklığı” ilan etti. Bunun sebebi, ilk filmin başkahramanı Muad’Dib’in bir anti-kahramana dönüşmesiydi. Bilimkurgu türüne büyük katkılar yapan, ‘Dune’un ilk kez ‘Analog’ dergisinde tefrika olarak yayımlanmasını sağlayan John Campbell da ilk kitabın yükselen repütasyonuna rağmen, “Okuyucularım af dileyen değil, büyük işler başaran kahramanların öykülerini okumak istiyor” diyerek ikinci kitabı yayımlamayı reddetmişti. Frank Herbert, hayranların ağzına bal çalmak için çok sevilen Duncan Idaho’yu ikinci kitapta diriltmişti ama okurlar için bu yeterli değildi, Muad’Dib’in dönüşümü birçokları için kabul edilemezdi. Kahramanı yücelten anlatı yerini karanlığa bırakmıştı. ‘Dune Mesihi’, hangi lider olursa olsun onu kör bir bağnazlıkla takip etmenin zararlarını, kurumsallaşan her yapının çürüyeceğini anlatıyordu. Mesih’in etrafı artık güç savaşlarıyla, Şekspiryen saray entrikalarıyla çevriliydi (‘Dune’un yüzlerce esin kaynağı var ama Shakespeare’in, özellikle de ‘Hamlet’in listedeki yeri başka ve ikinci kitap, tam bir Shakespeare varyasyonu). 

Dune
Dune: Çöl Gezegeni

Frank Herbert, 1950’lerin başında, Oregon’un ana yolları kesen ve her türlü imkâna sahip hükümeti sürekli zor durumda bırakan kum tepelerini incelerken aklına ‘Dune’un tohumları düşmüştü. Kum taneleri, tek başlarınayken yeryüzündeki en küçük, en zararsız varlıklardan biriydi. Ama bir araya geldiklerinde… Fremenlerin, birleşerek Harkonnenleri ve İmparator’u alt eden o kum taneciklerinin getirdiği yeni düzen, ‘Dune Mesihi’nde eskiye rahmet okutuyordu. Arrakis’e diz çöktüren Harkonnenlerin yerini, tüm galaksiye kan kusturan Muad’Dib’in din imparatorluğu almıştı. “İstatistiklere göre yaklaşık altmış bir milyar insanı öldürdüm, doksan gezegeni yakıp yıktım, beş yüz gezegenin halkını da tamamen sindirdim. Kırk kadim dine inananların hepsini öldürdüm” diyordu Muad’Dib, Cihad’ın geldiği noktayı açıklarken. Villeneuve imzalı Dune: Çöl Gezegeni (Dune: Part One, 2021), 61 milyar insanı öldürecek Paul’ün ilk cinayetini, tek bir insanı öldürmesini anlatıyordu. Filmin son cümlesi Chani’nin ağzından dökülen “Bu sadece başlangıç” idi. Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki (Dune: Part Two, 2024) ise çöle sığınan Paul’ün, 61 milyar insanı öldürecek bir Mesih’e, Muad’Dib’e dönüşmesini anlatıyor. Paul’ün çıkmaza girdiği her anda, ilk öldürdüğü kişiden, Jamis’ten yolu göstermesini istediği Bölüm İki, finalini de Cihad ateşinin yanmasıyla, tüm düşmanları cennete gönderme vaadiyle bitiyor.

Çocukken kendi kendine kitabın storyboard’unu tasarlayacak kadar ‘Dune’a saplantılı Villeneuve, Dune: Çöl Gezegeni’den itibaren Muad’Dib’in gelecekte dönüşeceği kişiyi referans alıyor, anlatıyı ilk kitapta yanlış yorumlanan kahraman mitinin düzeltildiği ‘Dune İmparatoru’ üzerinden kuruyor. Dune: Çöl Gezegeni’de “durugörü”lerinde Cihad’ın nelere yol açacağını gören Paul, Bölüm İki’de kumdan bataklığa saplanmışçasına, annesi ve asırlardır kendisini bekleyen Fremenler tarafından mesihliğe çekiliyor. Kitaptaki akışa göre, Dük Leto’nun sarayında birçok rol modele sahip Paul, Dune çöllerine düşünce yapayalnız kalıyordu ve etrafında kendisine yol gösterecek hiç kimse bulunmuyordu: Annesi Jessica, bir Bene Gesserit’ti ve öğretiye karşı gelerek doğurduğu erkek çocuğun Kuisatz Haderah çıkmasını arzuluyordu. Biricik aşkı Chani ve sağ kolu Stilgar’ın da kehanetin gerçekleşmesinden başka dileği yoktu. Babası Dük Leto ve akıl hocalarından Duncan Idaho ölmüş, uğradıkları ihanetin Jessica’dan geldiğine inandırılan Gurney Halleck ile Thufir Hawat’tan biri kaçakçılara, diğeri Baron Harkonnen’e sığınmıştı. Bene Gesseritlerin binlerce yıllık birikimini taşıyan dört yaşındaki Alia, bir hilkat garibesiydi… 

Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki

Villeneuve bu noktada kritik bir karakteri, Paul’ün ilk aşkı Chani’yi bambaşka birine dönüştürerek eksikliği gideriyor. Kitapta Paul’ün Sihaya, “çölün baharı” diyerek sevdiği Chani, Paul’e -ilk kitabın finalinde öldürülecek- bir evlat verdikten sonra, Muad’Dib’in tahta geçmesi için Prenses Irulan’la evlenmesine razı oluyor ve bu “politik gerekliliği” anlayışla karşılıyordu. Villeneuve’ün yorumladığı Chani ise kitaptaki hâlinden epey farklı. Filmdeki Chani, ilk olarak kehanete referans veren Sihaya adını reddediyor, mesih anlatısını bir bunak masalı olarak niteliyor, Paul’ün Mesih’e, milyarlarca insanın katiline dönüşmesine karşı çıkıyor. Jessica, Stilgar, kaçakçıların arasından dönen Halleck ve milyonlarca Fremen, Paul’ün Muad’Dib’e dönüşmesini isterken Chani, tüm bu deliliğe tek başına karşı koymaya çalışıyor. Herkes Paul’ün karşısında diz çökerken o ayakta duruyor. Paul’ün babası Leto gibi “kalbi” temsil ediyor, aklın temsilcisi annenin karşısına kendisini, korkunun yerine sevgiyi koyuyor. Elbette süreç boyunca çelişkileri de oluyor Chani’nin. Bir yandan tıpkı kehanetteki gibi gözyaşlarıyla Paul’ü diriltiyor ama ardından tokat atmaktan çekinmiyor, öte yandan Muad’Dib’i takip etmeyi reddederken halkını yalnız bırakmamak için en önde savaşa gidiyor. Villeneuve kendi Dune’undaki Chani’yi, tıpkı Baba’daki (The Godfather, 1972) Kay gibi, hikâyenin vicdanına dönüştürüyor. (Kay, âşık olduğu Michael’ın bir katile dönüştüğünü görünce “bin yıllık Sicilya geleneğini” bitirmek için karnındaki oğlunu aldırarak lanetli mirası sonlandırmaya çalışıyordu.) Baba, finalini Kay’in yüzüne kapanan bir kapıyla yaparken, Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki de Chani’nin, -ikinci kitapta Paul’ün de dönmeye çalışacağı- yüzünü çöle çevirmesiyle bitiyor.

Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki

Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki, teknik anlamda kusursuz bir film. Sadece açılış ve kapanış sahneleri için bile görülmeye değer. Kendisi de bir mucit olan ve evinde sürekli tasarımlar yapan Frank Herbert’ün gözlerini yaşartacak kadar başarılı sahne, dekor ve kostüm tasarımlarına sahip. Kum solucanlarından Sardaukarlara, topterlerden Fremenlerin vücut sularını çektiği aletlere, kara güneşli Giedi Prime gezegeninden Tabir Siyeci’ne kadar kitaptaki envai çeşit “icat” her türlü hayalin ötesinde bir gerçeklikle hayat buluyor. Teknik başarısının yanında, homofobiyi Baron Harkonnen’in sadistçe öldürdüğü kişileri cinsiyetsiz kılarak, kitabın geneline sinen mizojiniyi de Chani’yi bir vicdana dönüştürerek ortadan kaldırıyor ve kaynak eserini çağın “etik kodlarına” uygun şekilde dönüştürüyor, “kusurlarından” arındırıyor. (Bir yan sonuç olarak: 10191 yılını yaşayan Dune artık homofobik değil ama fazla heteronormatif.) Kitabın filmde Bölüm Bir (bir kimseyi öldüren) ve Bölüm İki’ye (bütün insanlığı öldürmüş gibidir) bölünmesi de hikâyenin dramatik yapısını güçlendiriyor. 

Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki‘de Paul’ü Timothée Chalamet canlandırdı.

Tarihin bir cilvesi olarak, kendi içinde Paul, Muad’Dib ve Peygamber olarak üç bölüme/kitaba ayrılan ‘Dune’ da 1963-1965 arasında ayrı kitaplar olarak yayımlanmış ve sonradan tek kitapta toplanmıştı. ‘Dune’ evreniyle ilk kez 1963’ün Aralık ayında, ‘Analog’ dergisinde karşılaşanlar o gün Muad’Dib’in öyküsünü hangi sırayla okuduysa, bugünkü seyirciler de aynı sırayla izledi, onlar gibi resmin bütününü görmek için iki yıl bekledi. Villeneuve, kitaptan filme giden yolda, mecra değişiminin zorunlu kıldığı düzenlemeleri de hayranları kızdırma pahasına gerçekleştiriyor: Chani’nin ve öyküdeki mizahı tek başına üstlenen Stilgar’ın radikal şekilde değiştirildiği bu versiyonda, Muad’Dib’in Harkonnen saldırısında ölecek çocuğu II. Leto ve Baron’u öldürecek kız kardeşi Alia henüz doğmuyor (çünkü Jessica o sırada, Muad’Dib’i doğurmakla, Chani’yse öldürmekle meşgul). Thufir hiç yok, Thufir’in ve Halleck’in Jessica’yla olan intikam meselesi de. Kitapta Baron’u, durugörüde Anya Taylor-Joy suretinde karşımıza çıkan Alia öldürürken, burada bizzat Paul öldürüyor. Final bölümündeki karşılıklı intikam hesaplaşmaları da sadece Paul ile ilk filmde hiç yer verilmeyen Feyd Rautha arasındaki düelloya (ve Halleck-Rabban kapışmasına) indirgeniyor. 

Bu hâliyle Villeneuve’ün Dune’u, perde için karmaşık ve gereksiz fazlalıklardan kurtulan, kitabı okumayanların da rahatlıkla kavrayabileceği bir anlatı, kendi sacayağını kuran enfes bir “aşk filmi” hâlini alıyor. Bir esere sadık kalmanın ona ihanet etmekten geçtiğini gösteren Villeneuve’ün Dune’u için çok şey söylenebilir ama kesin olan şu ki, karşımızda bir klasiğin sinema aracılığıyla modernizasyonunun en iyi örneklerinden biri var. Villeneuve, bir o kadar da sadık fakat kaynağındaki her türlü yanlışı, kusuru, eksiği, fazlalığı giderecek kadar da kendi yolunda giden bir uyarlamayla ‘Dune’un lanetli sinema macerasını sonlandırdı. ‘Dune’ artık yalnızca Jodorowsky’nin storyboard’uyla veya “uyarlanması imkânsız” gibi şehir efsaneleriyle anılmayacak. Yarım asırlık çileli yolculuk, klasiğe dönüşecek bir üçlemeye ulaştı. Tamamlandığında, sadece en iyilerle kıyaslanacak, bir kuşağın kılavuz eserlerinden biri olacak. Final sözünü, bir kelimesini eksilterek, birinci oğul Brian’a bırakalım: “Yeni film, Dune: Çöl Gezegeni ile birleştirildiğinde, Frank Herbert’ün klasik romanı ‘Dune’un bugüne kadar yapılmış en iyi film yorumu.”


NOTLAR

1 –
Homoseksüeller,
Bürokratlar
Ve zorba çocuklar
Yükselirler
Bir bir karanlığa düşmeden evvel.
(Çeviri bize ait.)

© 2013-2022 Altyazı Aylık Sinema Dergisi / Altyazi.net'in içeriği dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz.